TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan İst. Ü. Ed. Fak. Türk Tarihi Kürsüsü

TÜRKLÜĞÜN

“MUKADDERATI ÜZERİNE

Yayına hazırlayan:

Dr. Tuncer Baykara

YAĞMUR YAYINEVİ Bablâli Cad. 50 Kat 2 Cağaloğlu İstanbul

İÇİNDEKİLER

Türklüğüm Mukadderatına Dair

Türk Milletinin Mukadderatı İle İlgili Bazı Meseleler ...

Türk Milliyetçiliği Fikrinin Aktüalitesi

Plânlı Dil Çalışması

Türk Dilinin Korunması e EZ

Sovyet İdaresindeki Türklerde Edebi Bil Meselesi ii

Rus ve Çin İdaresindeki Türklerde Edebi Dil Meselesi ...

Muasır Doğu Türklerinde Fikir ve İlim Hareketleri ...

Kim Kime Satılmış ve Kimmiş Yobaz...

Türkistanlıların Birleşme Dâvaları ve

Doğu Türkleri İçin Kültür Birliği Fikrinin Ehemmiyeti siz

Türk Kavimleri Tarihine Dair Milletler Arası Bir Teşebbüse Gösterilmekte Olan Yanlış İstikamet ...

Rus Emperyalizmi ve Onun Yeni Silâhı : KOMÜNİZM

Komünizm Plânları ve İstikbâli ...

Bolşeviklerin Taktiği

Sovyetlerin Türkistanda Tatbik Ettikleri Siyasetin Son Saf. haları ... Da

Sosyalizm Perdesi Altında Çalışan Solculara Dair iz

Hâtıralar'dan

Cihan Siyasetine Dair

Asya'nın Mukadderatı .

RCD Milletlerinin Kültür Alanında Müşterek Gayeleri De

Vietnam Dolayısıyla Yayınlanan Beyannamelere Dair ...

Güneydoğu Asya'nın Kalkınması Yolunda Amerika Yar- dımları

Güneydoğu Asya'da İslâmiyet, Budizm, Komünizm, Amerika

Tarihte Kıbrıs ve Türk Münasebetlerinin Bir Safhası ...

Sovyetlerin Ümümi ve Asya Siyasetleri ...

106 113 128

147

173 183

192 225 227

255 275 286

292 298 305 311

se

rklü

Ss

BİRİNCİ BÖLÜM

ün Mukadderatına Dair

TÜRK MİLLETİNİN MUKADDERA'TI İLE İLGİLİ BAZI MESELELER

m. İ m

Türk Milletinin tarihi ile uğraşırken, ancak onun bugünkü hayati meselelerini anlamak maksadiyle uğ- raşmışımdır. Bunu «Tarihte Usul» kitabımın mukad- demesiyle diğer başka yazılarımda anlatmıştım. İşte milletimizin mukadderatı meselesiyle ciddi olarak uğraşma zamanının gelmiş olduğunu görüyorum. Bu hususta gereken şahsiyetlerle ve müesseselerle hesaplaşmanın günü çoktan gelmiştir.

Hayatta iken, Türkiye'de şahidi olmayı asla iste- mediğim bazı gelişmeler olup bitiyor.

1) Evvelâ Türk Milli ordusunun haysiyet, şeref ve geleceği meselesidir. Türk milleti pek çok asırlar- danberi, hep dünyanın mümtaz askeri olarak gel- miştir. Türk milleti, diğer birçok milletlerde olan ve göze çarpan medeniyete malik olmadığı zamanlarda dahi, askerliği sayesinde istiklâlini korumuştur, Bir parçası esârete düşse, sağlam kalan diğer kısımları- nın ayakta durması neticesinde, tarihte kaç defalar tekrar toparlanmış ve ekseriya kendisini yutmakta olan medeni milletleri idâresi altına alarak bir hâ- kim ve medeni millet sıfatıyla yeniden parlamıştır. Kendisi Göktürk kitâbeleri ve Mahmud Kâşgari'nin belirttiği veçhile «Tanrı'nm askeri» olarak tanındı- gından, hiçbir zaman kendisinin ilk ceddi olarak ta- nıdığı insan ve hayvanlara dil uzatılmasına müsaade

N

10 'TÖRKLÜĞÜN MU KADDERATI ÜZERİNE

etmemiştir. Ancak bu gün maalesef bu «tabu» nun ortadan kaldırılmakta olduğuna şahid oluyoruz: Şe- ker Bayramı günü, bir talebe, bir askeri mektepte, tarih mualliminin ordumuzun haysiyetine tecavüz edecek mealde sözlerini, bir milliyetçi Türk olarak yana yakıla nakletmiştir. Aradan çok geçmedi. Bir gün tren kompartımanında biri hukukda talebe di- gerinin ise yedeksubaylığını yapmakta olduğunu anladığım iki gencin münakaşasına şahid oldum. Konpartımanda dördüncü bir şahıs yoktu. O gün ga- zeteler ikili antlaşmalar hususunda Meclis araştır- ması teklifinin reddedildiğini yazıyordu. Subay nam- zedi talebe, kendisine bu haberi gösteren arkadaşına «Ben sana demedim mi, bu böyle olacak. Çünkü bu Meclis tamamen satılık. Nasıl ki bizimkiler de Ame- rikalıların emrine uyarak Kırıkkale'de silâh imâl eden tezgâhları yıktırarak yerine tenekeden tence- reler yapılmasına yol açmışlardır. Bir şey demiyor- lar; çünkü hepsi para yemiş. Bir Amerikalı sıska ge- neral gelmişti, Bizimkilerin onun eteğini öpercesine kulluk ettiklerini görünce bir milliyetçi olarak heye- can duydum ve ağladım.» Daha sâkin görünen hu- kuk talebesi, arkadaşına «Mecliste tepyli milletvekil- leri vardır; nasıl bu rezâletleri açığa vurmazlar» de- di. Cevap: Açıklarlarsa hemen partileri kapanır. Bi- zim hoca anlatıyor, meğer ki daha neler var. Hele şu Amerikan üsleri; işte bir gün gelecek hepsi bu rezâletlerin hesabını verecek. Hülâsa hukukçu, ar- kadaşını kandırmak için fikirleri bir bir anlattı. Mil- li bir terbiye aldığı aşikâr olan bir gencin bu kadar zehirlenmiş ve mensup olduğu ordunun subayı sıfa- tıyla orduda ne yolda telkinatta bulunmak için ha- zırlanmış olduğunu görerek, çok yandım.

Dünya bugün ikiye ayrılmıştır. Bir üçüncüsü

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 1

yoktur ve olamaz. : Mesele İertlerin ve cemiyetlerin irâdelerine mâlik olmaları veyahut büyük emperya- list dâvaların peşine düşmüş olan diktatör zümrele- re bütün kaderini, varını yoğunu, iradesini vakfet- meleridir. İçinde yaşayıp geldiğimiz Sovyet Rusya bu son yoldadır. 1965 senesinde Viyana'da görüştü- güm bir Rus âlimi, «Çar zamanında bizde gayri Rus milletleri Ruslaştırarak, hristiyanlaştırarak ocamia- mıza katmak yolunda uğraşmalar vardı. Fakat bugün

, milletimiz, birçok mâsum milletleri cezri tedbirlerle

yok ederek, büyümek, dünyaya ve semâlara hâkim olmak iddiasında bulunanların emrindedir. Bir Rus olarak bu hareketten utanıyorum. Zaten milletimi- zin büyük kütlesi kendisine yarım asırdan beri aşı- lanmakta olan bu hayali fikirler peşinde sefâlet çek- meğe alışmış. Kazakistan'da bâkir topraklar denilen milyonlarca hektar toprağın halkımızın elinden alı- nıp, onların gelen muhacirlere ırgat edildiğini görür- ken acınıyordum. Çünkü bu insanların muhitinde büyüdüm. Fakat bu insanların varım yoğunu gas- beder, sefâlete mahküm ederken Demirtawda çıkan isyanda Kazakların muhacirler tarafından nasıl öl- dürüldüğüne ve milletimizde şefkat namına bir şey ' kalmadığını görerek bir defa daha acıdım» dedi. Bu zat, bunları Viyana İlimler Akademisi kütüphanesi- nin yeraltındaki 4. katında, Allah'dan başka şahidin bulunmadığı bir yerde anlattı. Onun «artık bir daha görüşemeyiz», Dosvedanya, yâni «Aurevoir? diyemi- yorum.» diyerek benden ayrıldığı saati hiç unuta- mam.

«Cumhuriyet Gazetesi», bugün Türk milletine bu propagandaların felsefesini sinsi usullerle telkin etmek hususunda, bir «Türk Pravdası» hâline gel- miştir. Bu nasıl böyle oldu? Merhum Yunus Nadi”

N

12 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

nin, Milliyetçi gazetesini bu hâle sokan oğlu nasıl Senatör oldu? Nasıl bu zat, Türk milletini temsil e- den bu yüksek müesseseye Cumhurbaşkanlığı kad- rosunda âzâ olarak getirilir. Buna şaşıyorum. Mer- hum Yunus Nadi beyle 1925 senesinde Ankara'da i- ken iyi tanışmıştım. Ömer Rıza Doğrul, Muharrir Fevzi, Peyami Safa beyler onun yanında çalışırken ben de arasıra makaleler yazar, bu zatın kendisiyle sohbet etmekden hoşlanırdım. Son defa kendisini Bomonti bahçesinde görmüştüm. Masanın üstüne o- turttuğu küçük fıçı ile beni de ağırladı. Her nasılsa bilmediğim sebeplerden dolayı üzgün bir halde idi. Bana Türkistan'da geçirdiğimiz hayatı omufassalan tasvir ederek hâtıralarımı yazmamı tavsiye etti ve gazetesinde neşredeceğini söyledi. Onu orada bırak- tım, sonra bir daha göremedim.

Bu zatın, bu kadar emek sarfederek yaşattığı milliyetçi gazetede, nasıl olur da bugün Rus Emper- yalist siyâsetinin sinsi propagandası yapılır. Türk milletini tarihte dalma düşman kapısı önünde uyu-

'yan, ve düştükten sonra, binbir fedakârlıkla esâret-

ten kurtulan gafil kahraman olarak tavsif eden Le- on Cahun'ler olmuştur. Bu gazeteyi senelerce oku- dukları halde: «Birşey yok, işte biraz sivri yazıyor» diye geçeni birçok aydın yurttaşlarımı bilirim. Fa- kat bu gazetede Sukarno ve Ho-Şi-Minh'in fikirleri- ne esmpati beslendiği gibi, bu fikirde olmayan in- sanların sözleri, ne için tırnak içine alınarak yazılır diye bunu tetkik eden ve bunları senelerce toplayan adamlar da vardır. Nasıl ki bolşevikler hür dünya- ya karşı savaşlarını kendi memleketlerinden uzak- larda Güneydoğu Asya sahalarında yapmayı tercih ediyorlarsa, bizde de, milletimizin mukadderatı ba- kımından çok tehlikeli propagandaları ancak Wiet-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 13

nam ve Endonezya sahasında cereyan eden hâdise- lere dair mâsum fikirler söyleyen insanlar kılığına girerek yapmayı tercih edenler vardır,

Kızıl Rusya ve Kızıl Çin, iki damla su gibidir. İdealleri bakımından birbirinden farksızdırlar. İn- san iradesinin mukadderatı bakımından her ikisi de aynı şekilde tehlike teşkil ederler. Fakat Kızıl Çin” deki hâdiseler ne şekil alırsa alsın, orada Ruslara karşı gösterilen hayal kırıklığına, bir taraftan Rus- ların Çinli arkadaşlarına atom sırrını vermemeleri, diğer taraftan Çin kültürünün ve dilinin istikbalini kendi Rus cihan emperyalizmi gayesine uygun bir şekle iblâğ etmek ve Rus alfabesi tatbik etmek ve Çini bir kaç millete ayırmak istemeleri sebep olmuş- tur. Birkaç yüz milyon nüfus teşkil eden büyük Çin, aşikâr olan bu tehlikeye karşı ayaklandığı bir sırada, Türkiye, yâni Türk milletinin son mesnedi olan Cumhuriyet "Türkiyesi için bundan ibret alı-

. nacak, bir şey yok mudur?

sg

Dil meselesinde Bolşeviklerin Türk kavimlerine tatbik ettikleri siyaset İlhan Selçuk Beyin anlat- mak istediği kadar hüsnüniyet eseri: midir? Bu me- seleyi incelerken iki noktaya ehemmiyet vermek zaruridir: :

1) 1920 yılında Lenin'in ve onun irşadiyle Pav- loviç'in ortaya attıkları yön gösterici fikirler, 2) Bu fikirlerin o günden bugüne kadar 45 yıl zarfın da görülen ve mahiyeti ve ne olduğunu artık tama- miyle meydanda olan tatbikatı.

1920 yılında Kominternin TL. kongresinde Lenin «Milliyet ve müstemleke meseleleri» ne dair meş-

N

14 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

hur 12 maddelik tezlerini. kabul ettirmişti. Burada Lenin, Komünist cihan inkılâbının tahakkuku gü- nünde tutulacak siyasetin müstemleke ahalisinde sı- nıf farkı hisleri zayıf olduğundan sosyalizm cihan mikyasında yürürlüğe girdikten sonra da sömürgeci memleketler proletaryasının sömürge ülkeler pro- letaryasına rehberlik etmekte devam etmeleri şek- linde' tezahür edeceğini madde be madde anlattı. Bununla Lenin batılı sömürgeci devletlerin prole- taryasına mühim bir tâviz verdiği gibi Rus prole- taryası için de mezkür 1920 sömürge proletaryası ü- zerinde rehberlik hakkını koparmış oldu. Bu sene- nin Mayıs ayında Rus Hariciyesinin Yakın Şark mü- tehassısı ve «Yeni Şark» Mecmuasının Müdürü olan Pavloviç Şark işleriyle meşgul mütehassısları çağı- rıp Kominterne ve Bakü'da toplanacak Şark Millet- leri Kongresine Lenin'in ortaya attığı tezlerin tat- bikatına dair görüşmeler yaptı. Şarklılardan Çar zamanında tanassur edip Sovyet devrinde Orta As- ya meselelerinde başmüşavirlik rütbesine yükselen Kazak Jangeldi'den başka kimseyi bu görüşmelere çağırmadı. Maamafih Lehli komünistlerden bu top-

“lantılara iştirâk eden bir zat vasıtasiyle konuşmala-

rın mahiyeti hemen o günlerde belli oldu.

Konu Rusya mahkümu veya. ona komşu olan şark ülkelerinde edebi dilin, tiyatronun, dini fikir- lerin, milli tarih telâkkisinin istikrar kesbetmemiş olmasından istifade ederek hareket etmek, mahalli şiveler esasında milli, edebi diller vücuda getirmek idi. Lenin ve Pavloviç'in tasavvurları Rus şeriatine göre o kadar olgun bir halde ortaya atılmış imiş ki bunları bugüne kadar değiştirmeğe lüzum görülme- miştir. Mutlaka istikrarlı olması şart olan Rus ede- bi dilinde hiç değişiklik yapılmadı, imlâda da «yet»

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 15

denilen bir füzuli harfi kenara atmaktan başka hiç bir tadilât yapılmadı. Şark milletlerinden de Rus istilâ plânlarında Okendilerinden gelecekte istifade edilecek olan Ermeni ve Gürcü edebi dilleri ve ya- zıları olduğu gibi bırakdıkları ve dini edebiyatları- nın ve kilise arşivlerinin neşrine geniş imkânlar sağlandığı halde Türk kavimleri için bir geçiş devri sıfatiyle Lâtin alfabesi tatbik edilirken eski yazılar- la edebi, tarihi ve dini eserlerin neşri yolu tama- miyle kesildi. Daha 1928 yılında bu alfabelerin Kiril alfabesiyle tâdili için gereken tedbirler alındı, İşte mahküm milletleri Ruslaştırma siyaseti plânlı ola- rak çeşitlendirilen şekillerini değiştirmeden tatbik olunuyor.

Bolşeviklerin 1920 yılından beri tatbik ettikleri 47 yıllık dil siyasetleri tam mânasiyle emperyalist maksatlar yolunda kullanmak mahiyetinde olmuş- tur. Benim öğrendiğime göre, tatbikat bakımından Sovyetlerin Şarktaki dil ve alfabe siyaseti şu dört şekli arzeder: 1) Fransız, İngiliz ve Alman dilleri gi- bi asırlarca evvel istikrar kesbetmiş olan dillerin dil ve alfabeleri ki bunda Sovyetlerin diyecekleri bir şey olacağını zannetmem. 2) İkincisi Çin, Hind ve Arap dilleri ki bunlara ancak Slav dil ve siyase- tine karşı rakip olmamaları bakımından yanaşılır. 3) Rus - Slav muhitinde yok olacakları düşünülen

“diller, Türk ve İran kavimlerinin, Baltık milletleri-

nin, Macar ve Romen gibi kavimlerin dilleri, 4) Slav dil istilâsında Rusların müttefiki olacakları dü- şünülen Ermeni ve Gürcü milletlerinin dil ve alfa- beleri.

Ben burada ancak Rus Bolşeviklerinin Çin ve Türk milletlerine ait çalışmalarına dair öğrendikle- rimi belirteceğim. Çinde hurufat olmayıp işaretler

N

16 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bulunduğundan ve bu işaretleri muasır bir alfabe ile değiştirmek tasavvurları, orasının aydınlarının çok- tan işgal etmekte olduğundan, Ruslar bunda birçok ham hayâllere kapılmışlardır. Bunları Fr. Michael, John de Francis ve Joachim Schickel gibi zevat lâ- yıkıyla öğrenmişler. Rusya'daki Çinli ameleler bil- hassa muallimler arasında başta lâtince, sonra Kiril alfabesi tatbiki hususunda geniş propagandada bu- lundular.

Bu yolda Ruslardan Kolokolov ve Çinlilerden Çu-Çinpai'in ilmi ve ameli çalışmaları oldu. 1950 yı- lnda Ruslar Çin Komünist Partisinin ve idare mü- esseselerinin her türlü şubelerine, hattâ vilâyet mü- esseselerine «Komiser» sıfatıyla Ohulül edince her yerde açıktan açığa Kiril alfabesi için uğraştılar. Bunun aleyhinde olanları ve lâtin taraftarlarını le- kelemeğe kalkıştılar. John de Francis'e göre, Çin en az 13 millete ayrılacaktı. Ancak 1956 da lâtin huru- fatı taraftarları faaliyetlerini ilerletebildiler. Bunda Türkiye'yi nümune ittihaz edenler de oldu. Mao-Tse -Tung kendi eserinde dahi Atatürk'ü idealize etmiş- tir. Müslüman Lüngenlerin diline Türkiye alfabesi bâzı tâdilâtla tatbik edilmeğe başlandı. Ruslar ha- yâle kapılmış değillerdi. Onlar Çin'in Batı camiâ- sndan ayrı ve Slâv camiâsına bağlı olma- sını, ve büyük Çinin yeni alfabelerle o parça- lanmış olmasını istiyorlardı. Rusya'nın kuze- yindeki Fin kavimleri, bilhassa Rus Finlândiyası demek olan Karelya Cumhuriyeti sahasında ise doğ- rudan doğruya Ruslaştırılma siyasetini tatbik etti- ler. 1962 yılı Kasım ayında Alma-Ata'da «Sovyet ka- vimlerinin edebi dilleri kongresi» zabıtnamelerinde Türkiye ve İran hakkında hayret verici malümat vardır. Ezcümle, Rus Profesörü Skorik, Rusya'nın

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 17

kuzeyinde yaşayan onbir milletin artık eski dillerini bir daha ihyâ edemiyecek derecede Ruslaşmış ol- duklarını bütün tafsilâtiyle anlattı, Burada ancak

Sovyetlerin dil siyasetinin neticeleri bahis konusu

olmuştur. Şayet Finlandiya 1917 inkilâbında istik- lâlini kesbetmemiş olsaydı o da bu gürültüye gitmiş olurdu. Türk kavimlerine gelince, bu siyaset bilhas- sa Komünist Partisinin 1934 senesinde toplanan 17. Kongresinden sonra zecri yollara sokuldu.

Bu siyaset tekmil Asya milletleri arasında ilk tahsilin tamimi yolunda görülen olağan üstü rağ- bet ile müvazi olarak ve bunu mahküm milletleri Sovyetleştirme ve Ruslaştırma gayreti şeklinde te- zahür etti. 1940 da Kiril harfleri cebren tatbik edi- lince her «Kabile edebi dili» için Rusça - Özbekçe ve Özbekçe - Rusça demek gibi 25 - 50 bin kelimeyi ihtiva eden lügat kitapları bir seferberlik şeklinde ele alındı, Rusya'nın meselesi olarak ele alman bu işe İran'da Tüdeh Partisinin nâfuz sahibi olması ve bizde alfabe inkilâbı dolayısiyle hız verildi, geç- miş asırlarda Müslümanlık yoluyla girmiş ve yer- leşmiş kelime ve istilâhlara karşı düşmanlık alıp yürüdü ve bu bu şekilde Rusya'nın içinde ve dı- şında ayni istikamette işletildi. Atatürk zamanında bir milli hareket olan dil meselesi o ölünce bir «kül- türce nüfuz» (cultural penetration) vasıtasına çev- rildi. Bizde Arapların. Kur'anı, İranilerin Şehna- mesi, Gülistanı ve Hafızı olmadığından sahayı boş bulan mütecavizler yavaşça, güya mâsum bir yeni- lik yapıyormuş görünerek dilimizin ismetine, sin- taksine saldırdılar.

İ İ i il i : il | ) ! i

18 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE KN ya

Bütün Rusya'nın ve komşularının dil ve kültür siyasetleri Rus Komünist Partisi merkezinin dayan- dığı bir ilim heyeti tarafından tanzim olunuyordu. Bu yolda bilhassa Türk ve Moğol dilleri kısmında çalıştırılan bir bilgin hürriyeti seçmiş olduğundan bunun teferrüatını öğrenmek mümkün olmuştur. «Sintaks siyasetinde ancak tahrip prensibi mutta- rittir, kalan tarafları ise dal budaklıdır. Maamafih sintaks inkılâbı dahi ancak Politbüro'nun bileceği istikametlerde inkişaf ettirilebilir. Bu <istikamet- leri» tâyin edenler dilciler ve bilginler değil siyasi- lerdir. Bizde bu işin önderi olan Nurullah Ataç ile 1943 de Edebiyat Fakültesi Dekanının bekleme oda- sında görüştüm. Devrik cümlelerin ne gibi istika- metlerde ilerletileceğini ve bu hareketin nerelere kadar gideceğini, bunun siyasi cephesinden haberi olup olmadığını sordum. «Bunun ne sırrını ve ne de siyasetini bilirim, bunu İsmet Paşa bilir. Bu şekil cümleler hoşuma gidiyor» dedi.

Ataç'm bu .sözünü işitince bir hikâye hatırıma geldi: Lenin'in yakın arkadaşlarından Balabanova isminde bir İtalyalı kadın vardı. 1919 - 1920 senele- rinde Moskova'da birkaç defa görüşmüştük. ii Lenin'le arası açıldı. İtalya'ya döndü. Ben Viyana- da tahsilde iken «Amele Gazetesi» idaresinde çalı- şan yine Rusya'dan tanıdığım bir İ Alman dostumla görüşmeğe gittiğimde Otto Brown'ı meşhur sosyal - demokrat Kautski ile Balabanova'yı bu adamın oda- sında buldum. Beni görünce kadın çok sevindi. Tür- kiye'yi görmek istiyormuş. Türkiye'ye ait eline ne geçerse okuyormuş. Bir hikâye anlattı: Sovyetlerin Ankara Büyük Elçisi Suriç Paris'e naklolunurken

İN re ağmemeiğa. sem

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 19

yerine Bükreş Sovyet Elçisi (ismi, galiba Raskohi- kov) Ankara Büyük Elçisi olarak tâyin olunacak olmuş. Fakat bu zat Moskova'ya dâvet olunca git- memiş, hürriyeti seçmiş ve İtalya'ya gelip yerleş- miş. Balabanova ile hep beraberlermiş. Raskolnikov Suriç Paris'e tâyin olununca kendisini gördüğümü ve Türkiye'de bir fikri geçirmek istersen onu asla Rus olarak ortaya atmıyacaksm, onu dost ve tanı- dıklarınız vasıtasiyle havaya atacaksın, Sonra o fi- kirleri Türkler kendi fikirleri imiş gibi benimserler denize attığın yemleri yutan balıklar gibi yutarlar ve sizin havaya attığınız fikirleri kendi fikirleri imiş gibi size söylerler» demiş imiş, Şayet Nurullah Ataç da Rusların şimdi neşrettikleri Ohal tercümesinden öğrendiğimiz Sabahattin Ali gibi eski bir komünist olmuşsa tâlimatı bizzat kendisi almış, değilse Suriç'- in denize attığı yemleri yutan balıklar gibi bu fikri yutmuş olabilir. Konuşmalarımızdan kati olarak anladığım şu ki sintaks inkilâbı aslâ Nurullah'ın kendi içtihat mahsulü değildi.

Bu hal diğer Türklerde de böyle idi. Harp esir- lerinden Hüday Bergen isminde bir Kırgız aydım ve Eşref Mahmud isminde bir Başkurt genci bana 1943 yılında Berlin'den devrik cümlelerle mektup- lar yazıyorlardı. Bir gün bu Hüday Bergen İstan- bul'a geldi. Konuştuğu dil düzgün ve mükemmel Ortaasya Türkçesi idi, Kendisine sordum. Mektup- larını pek bozuk bir dilde yazıyordun, ben seni Kır- gızcayı unutmuş, Rusçaya çalışmış birisi zannedi- yordum. Mektuplarını neden öyle yazıyorsun? O da: Bu bize mektepte okutulan edebi dildir. Şimdi 9, New - York Umumi Kütüphanesinde Ortaasya neşriyatına bakan değerli bir memurdur ve artık düzgün Türkçe ile yazar, Eşref Mahmut'u da New-

20 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

York'ta gördüm. Onun GüGMeie Eu dil mükemmel

. Türkçe olduğu halde, mektuplarını «Sintaks İnkilâ-

bı» tesiriyle yazmış imiş. Şimdi İlhan Selçuk Bey bu «Sintaks İnkilâbı»nı çok ilerletenlerden birisi o- larak görülüyor. Bu gibi «Devrim dilcileri» nin sin- taksis bozukluğundan başka cümlelerle «dır» yerine «di» kullanmak ve bâzı ekleri atmak gibi mârifetle- ri de görülüyor. Rus mahkümu Türklerde bilhassa Kazakistan'da bu gibi «Devrim» lerin hâkimiyeti u- zun sürmedi. 1962 de Ruslaşmış Yakutlardan oldu- gunu işittiğim filolog Ubriatova idaresinde Mosko- va'da neşrolunan «Türk dilleri sintaksı üzerinde a- raştırmalar» ünvanlı eserde muhtelif Türk lehçeleri sintaksma ait makaleler mecmuası bunu gösteriyor. Sovyet Türk Cumhuriyetinde en çok gayret lügat (lexica) hususunda, Türk lehçelerini Müslüman milletlerle ve batılılarla müşterek kelimelerden te- mizleyip yerlerine Rusça kelimeler getirmek ve ço- cukların kreşlerde ve mekteplerde ( Ruslaştırılması yoluna -sarfediliyor. Bugün de devrik cümlelerle en çok sarılanlar bizimkilerdir. Dil üzerinde ancak dır şarıdan ilham alanlar hâkim kalıyor intibal verili- yor. Bugün İran'da Tudehcilerin nüfuzu yok, hele dilin bünyesine tecavüz edilmiyorsa dahi dili için- den çürütmek yolundaki gayretler berdevamdır. Bunu geçen sene Trabzon'da gördüğümüz İran'lı â- lim Abbas Zeryabi sinsice işleyen kurtların İran edebi dili vücudunu kemirmeleri şeklinde anlattı, ve Sasani İran'ın inkirazı zamanında husule gelen hali anlatan Firdevsi'nin söylediği şu sözleri nak- letti:

«İran'da öyle bir neslin devri geldi ki böyle giderse ne İran dehgani, ne Türk ne Arap kalacak. Farsi dili ancak oyun alay mevzuu olacak.»

rrimemermmerren

garnier

-TÜRKLÜĞÜN MUKADDFRATI ÜZERİNE 21

Türk dili üzerine çökmekte olan bu büyük teh- likeleri anlatarak 1927 yılında «Türk Yurdu» mec- muasında yazdığım bir makale Pavloviç'e. öyle do- kundu ki kendi mecmuasında «Novy Vostok 1928, No, 21, 249 - 253» Arşaruni isminde bir Ermeninin yardımiyle «Türk kültür ideolojisinin buhranı» ün- vaniyle makale yazıp bir Özbek şâirinin bir sözünü tersite çevirerek «Sizin milli kültürünüz kaynayan deniz dalgaları arasında yüzen bir samandır, ki yok olmağa mahkümdur, boşuna çırpınıyorsunuz» dedi. İlhan Selçuk Bey de Türk dilinin mukadderatı hu- susunda iptidai bir muhite Stanley, Edison'ların medeniyeti girip Üniversitelerin, İlim Akademile- rinin faaliyeti başlayınca yeni yetişen bilginler ilmi eserlerinin mahdut dillerinin sınırlarını zorlamakla uğraşmıyacaklar, bu şekilde Türk dili yerini Rusça- ya bırakacaktır, mütalâasında bulunuyor. Pâvloviç bana cevaplarında Özbek şâiri Çolpan'm bir şiirini tersine çevirmişti ise, İlhan Selçuk Bey de fikirle- rini iyi tanıdığım Azer beyeani bilgin Sunbatzâde'- nin ağziyle «Biz Azeriler zaten Türk değiliz, elbette arada din ve dil değişmeleri oluyor. Zaten Azer- beycan Cumhuriyetini kurmak kararı, Bakü'da de- gil 28 Nisan 1920 yılında Moskova'da alınmıştır» sözleriyle teyid etmeğe çalışmıştır.“ (Cumhuriyet. Ocak 27, 29, 1967). Bugün Sovyetlerin Rus mahkü- mu Türklerde «mahalli dilleri milli kültür kaynağı» yapınak çabası yoktur. Böyle iddialar ancak insan- ların yolunu şaşırtmak için söylenir. Kazak dili için bu şivenin Özbekçeye çok yabancı olan kelime ve tâbirleri aranıyor, halbuki Özbekçe için de «Neva- yi dili» diyerek tam Farsça karışık bir şekli aranı- yor. Yâni Özbekçeyi Kazakça'dan uzaklaştırmak için bu dile alabildiğine farsi kelimeler katılabili-

x

22 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

yor. Bugün Özbekler «Taşkent Akşamı» gazetesinin ismini «Toşkent Okşomi» «eğer»i «agar», «gerek» yerine «karak» şeklinde yazmağa mecbur ediliyor- larsa bu onların İlhan Selçuk Beyin dediği gibi, «kendi dillerine tam serbest bırakılmış» olmadıkla- rını gösterir. Çünkü Özbekistan'da Türkçe kelimele- ri İranlı Taciklerin telâffuzuna uygun olarak konu- “şan pek az insan vardır. İlhan Selçuk Bey Sovyet- lere ancak «İlkel Türk aşiretleri» ni uygarlığa ka- vuşturmak gibi hüsnüniyet ve fedakârlık nisbet e- diyor. Azerbeycan ve Kazak şivelerinin Ruslaşması Çarlık devrinin mahsulü imiş diyerek Sovyetleri böyle suçlardan tenzih ediyor. Yalnız «Entogenez» denilen ve Türklere bütün teferrüatiyle tatbik olu- nan ilmi araştırma prensibi acaba Çarlık zamanında var idi? Bu hususların izahına hiç yanaşılmıyor. O halde Türk dili üzerinde yabancı ameliyatı yapıl- masını bertaraf etmek için tek bir çare kalıyor: Bü- yük Millet Meclisinin ve Cumhuriyet Senatosunun bu meseleyi ciddiye almaları ve Türk dilinin bün- yesini, sintaksmı korumak için bir kanun kabul et- meleri...

lee

Şimdi gelelim şu «Etnojenez»e. Etnojenez ve gayesi nedir? Etnojenez kendi emperyalist siyaset- lerini yürütmek için Sovyetlerin uydurduğu bir il- mi araştırma prensibi, Ruslar Almanlar gibi ırkla, etnik safiyet hülyalarıyle uğraşmazlar. Onlar top- tancı insanlardır. Gayeleri Rusya'yı bir Sovyet ka- zanı yapmaktır. Bu memleket içinde ne gibi ırklar varsa hepsi tek bir Rus dili konuşan bir sosyalist camia olsun bitsin, Bunun için her millete kendisi-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 93

nin eski mâzisini unutturmak, onu menfi taraftan izah edip milletleri kendi mâzilerine karşı düşman, hiç olmazsa indefferent yapmak, din zaten kalkmış, bu milletleri bir tek ekmek meselesi ve bir tek Rus dili etrafında toplamak. Bu maksatla Rusya'nın her tarafında Rusluk namına inkilâbı «kaçınılmaz tari- hi zaruret», milletlerin mâzilerinde geçirdikleri de- virleri «karanlık esaret devirleri» olarak tasvir ede- cek yerli «millir propagandistleri yetiştirmek ve onlarm eliyle Rus plânlarını tatbik etmektir. İşte bu propagandistlerin eline verilecek birkaç veciz döviz vücude getirilmiştir. Onların birisi de «Etno- jenez» dir.

«Büyük Sovyet Ansiklopedisi» e (cild 49, s. 248) Etnojenez'i şöyle târif ediyor: Bir kavmin menşei demek olan bu yabancı etnojenez tâbiri Marksizmin insan kolektivlerinin gelişme ile husule gelmesi- ni öğreten talimatıdır. Buna göre bir kavim bir et- nik mebde esasında değil, muhtelif unsurların lin- guistik, antropolojik bakımlardan karışmaları mah- sulüdür. Bu karışım projesi bilhassa arkeoloji yo- luyla öğrenilebilir, Bu yüzden Sovyet ilim âlemi kavimlerin bir menşe unsurdan türemesi fikrini reddeder. Gerici burjua ilim âleminde hâkim olan ırk biolojisi ve bir kavmin kendi etnik bünyesi için- de bir millet şeklini almasına dair fikirler büyük bir dalâlet ve tamamiyle ayıp şeylerdir. Etnojenez'in esası Engels'in aile ve hususi mülk ve devlet men- şeine dair nazariyelerine dayanır dedikten sonra et- nojenez nazariyesini izah ederek Rus bilginlerinden Tokarey (1949- ve Trofimov (1952) gibilerin neş- rettikleri araştırmalar zikredilmiştir. Ruslar bu et- nojonez nazariyesini İran'da bu memleketin Türk- lerini farslaştırma siyasetini takviye maksadiyle,

N

24 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Lâhuti gibilerin eliyle yaymak isterler, fakat bu memlekette etnojenez'in dağıtıcı kuvvet sıfatiyle ayakta durması için de uğraşırlar. Çünkü etnojenez ancak bir tek yüzlü keskin kılıç olarak görür. Rus mahkümu Türkler için «Türk» (Rus tâbi- riyle «Tiürk» ) tâbiri yerine «tiürkoyazıçnıy», yâni «konuşması Türkçe» tâbiri kullanılır, bundan mak- sat bu kavimlerin menşe itibariyle Türk olmıyabile- cekleri her hangi bir sebepten Türkçe konuşan ka- vimler olduğunu göstermektedir. Bu tâbir Sovyet mahkümu Türk Komünistlerini kızdırıyor. 1962 yı- lında Almaata'da toplanan «Sovyet kavimlerinin €- debi dilleri» kongresinde Kazan mümessili Kurba-

, nov, Başkurt mümessili Garibov ve Kazakistan mü-

messili Ishakov Rus İlim Akademisi mümessillerine hitab ederek «Siz bununla bizleri Türk değil ancak nasılsa Türkçe konuşan insanlar olarak tanıdığınızı ifade etmek istiyorsunuz» dediler. Bu münakaşa dönüp dolaşıp yine sintaksa geliyor. Kazak bilgini İshakov dedi ki bizde (yâni Ortaasya Türklerinde) Muhtar Avezov, Aybek ve Kirbabayev gibi yazarla-

" rımız iki dillidirler (yâni ana dillerinden başka Rus-

ça da yazarlar), fakat bunlar Rusçadan kelime ge- tirmekten ziyade Rus stili ve sintakısmı kendi dil- lerine tatbik etmekle vazifelidirler. Bize akraba o- lan Türk kavimlerine biribirimizle danışarak dili- mizi geliştirmeye imkân verilmeli idi, fakat o im- kânları istisna edilmiştir. (İskliunceny). Sintaksı değiştirmek, devrik cümle, Ruslaştırılmaya mah- küm edilen Fin kavimlerinde cezri bir surette tat- bik edilmekte olduğunu, filoloji kendidatı Teresçen- ko, Samoyedlerden Nenes dili üzerinde yapılan a- meliyatı misal olarak izah etti,

Çuvaş, Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Baş-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 25

kurt, Tatar, Yakut ve Çuvaş Cumhuriyetlerinin ta- rihine dair yine Komünist Merkez Bürosunun vVer- diği plânlar üzerine heşrolunan tarih kitaplarında bu etnojenez nazariyeleri zalimâne bir şekilde tat- bik edilmektedir. Yalnız Ermeni, Gürcü ve Tacik Cumhuriyetleri tarihlerinde bu hususta müsama- halı davranılıyor. Tatar Cumhuriyeti tarihinde bu faslı İmadivev isminde bir profesöre yazdırmışlar, bunda Kazan Türklerinin etnik menşei Fin ve Slâv karışımı olarak göstermek için âzâmi gayret sarfe- dilmiştir. Umumiyetle Doğu Avrupa Türk kavimle-

ipi İranlı, Sarmat, Slâv ve yine İranlı As ve Alanlar

karışımı olarak göstermek gayretleri ile berbat bir hâle getirilmiştir.

Etnojenez'in Türkiye için tatbik olunan şekli de ötekilerinin aynıdır. Anadolu Türkleri Aryani kavimlerinin ahfadıdırlar. Burada Ortaasya'dan ge- len unsur olmuşsa da yerli («massa») içinde ancak

.dilini bırakıp eriyip gitmiştir. Sovyet etnojenezi sol

fikirli aydınlar vasıtasiyle yaymaktadır. Bunlar, müfrit milliyetçi olup her yerde Türk medeniyeti izlerini arayan Atatürk'ü de bir etnalojist gibi gös- termiye çalışmaktadırlar.

Bu istikamette çalışan Türk aydınları arasında bir ideale bağlılık ve tesanüt göze çarpıyor. Bunları hepsi bunu («etnojenez» tâbirini hiç kullanmaksı- zın) bir hakiki ilim, tarih telâkkisinin en modern ve en ilmi şekli olarak göstermekte müttefiktirler. Türk Tarih Kurumunun Başkanı Prof. Şevket Aziz Kansu, Fatih'e «biz de Troyalarm soyundanız» diye- rek Papa Pius Il ye mektup yazarak kendi sülâle- sinin 13, asırda Horasan'dan kalkıp gelen bir Türk kabilesi olması yerine Milâddan önceki devirlerden beri Marmara sahillerinde yaşıyan Aryanilerden

N

26 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

geldiğini inandırmayı istemek gibi, Yahya Kemal merhumun tâbiriyle, Fatih'e bir aşağılık isnadı için uydurulan hikâyeleri nakletmiş (Cumhuriyet, 13/ 8/1965) ve kendisi için bir otorite olduğu anlaşılan fikirdaşı Sabahattin oEyüboğlu'nun ayni gazetede (Cumhuriyet, 4/10/1962) yazdıklarını ohatırlatmış- tür. Eyüboğlu ise Falih Rıfkı Atay'ın reddetmesine rağmen Atatürk'e de Dumlupmar zaferi esnasında kendisini. Truvalıların ahfadı göstermek gibi bir «etnojenezcilik» isnad etmiş; Azra Erhat ile A. Ka- dirin Dedekorkuttun yanma bir de Homeros'u milli destan şeklinde sunmakla Türk milletine büyük hizmet ettiler diye öğmüştü. Ayni Sabahaddin E- yüboğlu'nun Prof. Mazhar Şevket ile birlikte yazıp Unesco serilerinde yayınladıkları «Türk sanatı» ki- tabında da Türkiye Türklüğünün san'at bakımın- dan Anadolu'nun Türkten önceki sekenesinin gele- neklerini yaşattıkları, Ortaasya'dan zikredeğer bir kültür ananesi getirmedikleri ileri sürülmüştür. Prof. Niyazi Berkes «Tarih Tezinin Temel Kavramla- ri» ünvanlı yazısmda (Yön 16/4/1965) Atatürk'ün bütün büyük medeniyetleri Türkten getirme arzusu ile bağlı milli tarih anlayışını tamamen tersine tevil ederek onu da ismiyle anmadığı bir «etnojenezci» yapmak istemiş, akabinde arkadaşı Prof, Pertev Naili Boratav da ayni dergide (Yön, 8/10/1965) Garp ve Şark medeniyet anlayışlarına dair yazısın- da bu konuya ait düşüncelerinin arkadaşları Saba- haddin Eyüboğlu, Azra Erhat ve Halikarnas Balık- çıs'nın bu dergide ve diğer yerlerde bu mevzua ait yazılarında ileri sürülen fikirlerle aynı olduğunu söylemiştir. İlhan Selçuk Bey ise arkadaşlarına. nis- beten daha vazıh bir surette bu dâvâyı savunuyor. O da «etnojenez» kelimesini kullanmıyor, fakat

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 21

kendisi bu Marksist nazariyesinin pişdarlığını yapı- yor; kendisinin söylemesi gereken fikirleri (o Azer- baycan Sovyet memuru Sunbatzâde'ye söyletiyor. Azeriler Türk değilmiş, Türklerden çok evvel, 3.000 senedenberi şimdiki vatanlarında yaşamışlar, sonra din ve dil değiştirmeleri olmuş. Bu milletlerin tari- hinde de böyle imiş. Kazakistan'ın tarihini de o mil: li bakımdan değil, ancak sınıf ayrılıkları bakımın- dan anlatmış. Bu tarih, Rus istilâsından önce ancak «yabancı saldırganlar» (yâni Cengiz ve Timur gibi hükümdarlar), «zâlim sultanlar» (yani Kazak han ve sultanları) ve «derebeyleri»nin «basit Kazakları soymaları» safhalarını arzetmiş, yâni Rus istilâsın- dan önceki tarih, Türkistan'ı Türkistan yapanların devri böyle imiş. Şimdi Sovyet-Ruslar gelmiş, Orta- asya Türklerini bu soygunculuk devrinden kurtar- mış ve «mutluluk» devri gelmiş «tanımadıkları ül- kelerin bir ucundan ötekisine göç eden» bu «ilkel aşiretlere şimdi o«mutluluk devrinde» oKaragandı, Balkaş, Kento, Tekil ve Temirtav gibi şehirler ya- pılıp, medeniyete kavuşturulmuşlar.

Görülüyor ki İlhan Selçuk Bey Sovyet tarih nazariyelerini tam olarak benimsemiş birisidir. Bu yüzden onun yazılarmda Kazaklar için dahi «Türk» kelimesini kullanması, Sovyetlerin bize nümune ola- mıyacağını söylemesi, Kazakların yemeklerini yer- ken kendisine ırkçılık hissi gelerek Anadolu yemek- lerini hatırladığını anlatması ancak göz boyamak için söylenen sözlerdir. O Sovyetlerin Türklere milli sev- gi yerine Rus sevgisi telkin ettiklerinden bahsetmiyor. ancak Ruslaşmanın Çar devrinden geldiğini ve bu gün Azerbaycanlıların fazla Slâv eğilimli oldukla- rını söylüyor. O ismiyle söylemediği etnojenez'in daha ağır basacağına inanıyor. Rusya'daki Türkler

N

28 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

yalnız şimdiki Cumhuriyetlere ayrılmakla kalmıya- caklar, Çünkü «bir milletin ayrı kollarına göre ma- halli kültürlere ayrılmaları daha da makbul, çünkü bu bir integration'a varacaktır». İlkel diller Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski'lerin dili olan Rusçanm ağırlı- ğı altında ezileceklerdir. |

Selçuk Beyden önce Sovyet diyarında gezdiri- len Melih Cevdet Anday (Sovyet Rusya, s. 50) Aze- riler arasında bir «integration'a karşı koymanın dil sahasındaki safhasında temas ederek Azerileri Tür- kiye'deki dil inkilâpçılarına nazaran daha gerici olduklarını söylemişti. Selçuk Bey ise Rusya Türk- leri arasındaki İstiklâl hareketlerini kendilerinden rehber çıkarmayıp Enver Paşa gibi yabancıların rehberliğine başvurdukları yüzünden kendisi için ilginç olmadığını zikretmekle yetinmiştir. Enver elbette bu «integrationrun Türkiye Türklerini de içine almayınca bir integration sayılmıyacağını bi- lerek hareket ettiği için, Sovyet Rusya'yı gezen Sol- cular onun hakkında ve dillerini Türkiye edebi Türkçesi ile müşterek hususiyetlerini muhafaza et- mek istiyen Azeriler hakkında ancak menfi intiba- larmı anlatacaklardır.

a

Bu yazımızda İlhan Selçuk Beyin anlattıkların- da görülen bâzı yanlışlar üzerinde duracağım. Esir Türk ülkelerinde yapılan seyahatlerin intibalarını yazanlar her şeyi tarafsızca, realiteleri tam sada- katle aksettirecek olurlarsa milletimize büyük hiz- met etmiş olurlar. Fakat İlhan Beyin yazıları, önden hazırlanmış sorulara, önden hazırlanmış bir plâna

uygun cevaplar getirmiş gibi bir yanıltıcı, kasden

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 29

uydurulmuş gibi görünüyor. Belki Samed Ağaoğlu” nun Sovyet siyasetini olduğu gibi aksettiren yazıla- rına karşı Türk diyarının en geri kalan hücra köşe- lerini Sovyetlerin nasıl bir cennete çevirmiş olduk- larını yazması önceki devirlerini kasıtlı oldukları şüphe götürmiyen tahriflerle çok karanlık, Sovyet devrini de çok «mutlu» göstermeyi icap ettirmiştir.

© Sovyet tarih neşriyatı komünist Kolhoz hayatı- ve Sovyet rejimini insaniyetin en mütekâmil ha- yat tarzı olarak gösterir, Batılılar beşer hayatının bu mütekâmil son safhasına iptidailikten esir gü- cüyle yaşama, feodalizm ve kapitalizm devirlerini yaratarak ve yaşayarak ulaşmışlardır. Bozkır Türk ülkeleri ise ne feodalizm ve ne de kapitalizm devir- lerini geçirmeden primitiv bir hâyattan doğrudan doğruya en mütekâmil Sovyet sosyalizmine gelmiş- ler. Onları bu mutlu hayata Sovyetler getirmiş. Bu- nu böyle gösterebilmek için «Kazakistan» namına ancak stepte göçebe olarak geçinen Kazakları ele alacaksın, onların köy ve kasabada yaşıyanlarmı de- gil Taşkent ile Sayram arasında köylerde yerleşmiş Kurama denilen Kazaklar var, onları almıyacaksın.

Sovyet âlimlerinin ve siyasilerinin yarım asır- dan beri telkin etmekte oldukları bu fikir hiçbir za- man Türk, Kazak komünistleri için câzip olmamış- tır. Buna ciddi olarak muhalefet edenlerin başında da İlhan Beyin «mutlu Sovyet yazarı» olarak tasvip ettiği ve 1961 yılında vefat eden Muhtar Avezov gelmektedir. Çok yakın dostum olan bu zatın Sov- yet yazarları ile birlikte Hindistan'da ve daha sonra Amerika'ya geldiğinde hemşerilerimize emanet ola- rak söyledikleri sözler onun ne gibi bir azap içinde yaşadığına şahadet .eder. New - York'ta oteline ge- len Kazaklarla konuşurken yanına gelen Rus parti

30 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ajanının «Avezov odana git» diye onu köpek gibi kovması ve onun da tıpış tıpış odasına giderken «İş- te hâlimiz budur» demesi Kazak Türklerinin «Biz ilkel bir vaziyetten sosyalizme geçmiş vahşiler de- ğiliz» diyen aydınların ne derece «mutlu olduklarını göstermek için kâfidir.

Kazak aydınları kültür bakımından bütün ta rihlerini «ilkel»ler olarak geçirmiş olduklarını aslâ kabul etmezler. Çünkü bu hava yalandır. Çünkü Or- taasya Türklerinin muayyen gurupları muhakkak her asır için «göçebe» olmamışlar, göçebe iktisadi hayatı geçirmiş, sonra kasabaya taşınmış, hâdiseler icap ettirdiğinde bir daha bozkıra geçmişler. Göçe- be denilen kabileler de aslâ yaz kış göçmemiş, kışı kışlıkta yazı «yaylak»ta geçirmiş. Ortaasya Türkle- rinin hayatı bugün san'at âbidelerinin keşfi Türkçe- den başka yine Türkler tarafından Sanskrit, Prak- rit, Drahmi ve Sogd yazıları ile yazıp bıraktıkları Buda dini eserleri, alış veriş vesikaları, ve Hint hi- kâyelerinin tercümelerinde olduğu gibi halis göçebe unsurların yaşadığı omıntakalarda da bulunmuştur. Balasagun, Karabalgasm, Yafenç Yasa, Bakırgan, Traz, Maca, İlek ve emsali şehirler bozkır Türkleri- nin yaşadıklaarı bugün Argın, eskiden Argu tesmi- ye olunan kabilesinin şeyhi olan Ahmet Yasevi Tür- kiye'de dahi ciddi araştırmalar konusu oluyor.

İlhan Selçuk Beyin Ortaasya Bozkır Türkleri için «tanımadıkları ülkelerin bir ucundan öbür ucu- na göç'ederdiz demesi de bir hatâdır. Çünkü geniş

sahalara yayılma ancak büyük fütuhatlar devrinde

vâki olmuş, yoksa halk Oğuz destanlarının Milâd- dan önceki zamanlarda vâki olan Önasya seferleri- ni anlattıkları zamanlarda dahi kabilelerin yaylâ ve kışlaları malüm idi. Hudutsuz sahalarda serseriyane

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 31

dolaşan kabileler olmuşsa Çinliler bunları ayrıca kaydetmişler, fakat şimdiki Kazakistan (Kaokuy ve Ting-ling) ülkeleri için böyle bir kabileden bahset- memişlerdir. «Hayvanlar bir yerin otunu yedikten sonra diğer mer'aya geçerler, fakat bu meralar bel- li yerlerdir» demişlerdir. Şimdi Sovyet devrinde bâzı Ruslar Kazak Komünistlerine hitaben «Siz çin- geneler gibi serseriyane dolaşıyorsunuz» (o demeleri dolayısiyle çıkan fakat matbuata aksetmiyen kav- gaları duyuyoruz.

Kazak aydınları Taşkent, Semerkant ve Alma- ata'da tarih ve lisaniyat konuları üzerinde konuş- mak üzere İ9öl yılından beri birkaç defa toplanan

- «aydınlar kongrelerirnde kendi fikirlerini ilmi esas-

lara dayanarak savunmuşlardır. Zabıtları ve stenog- rafik hesapları cildler hâlinde yayınlanan bu müza- kerelerde Kazaklar memleketlerine şimdiki gibi or- ta çağlarda dahi yalnız çöl mıntıkaları dahil olma- yıp ovaların dahil olduğunu, medeniyetin cedleri e- liyle pâyidar olduğunu, bozkırlarda kuyu, göl, or- man ve kamışlıklar gibi arazi mülkiyeti ve «tülen- güt> gibi esir çalıştırma usülleri yaşadığını vesika- larla ispat etmişlerdir ve ediyorlar. Yâni Ortaasyanm şehirlerinde olduğu gibi bozkırlarında dahi şekli ba- zen sönük olmakla beraber aynı içtimâi gelişmeler cereyan etmiş, devir devir parada bastırılmıştır. İlhan Selçuk Bey Türkiye'de bir gündelik gazetede Sovyetleri övmek için söylediği bu sözlerini Taş- kent ve Almaata'da toplanan kongrelerde söyliye- cek olursa ancak hakaretâmiz karşılıklar bulurdu. Kazakların büyük milli şâiri Abay (İbrahim Kunanbay) dahi Kazakları Ruslaşmıya (sevkeden birisi gibi anlatılmıştır. Ben Abay'ın bugün dahi e- limde bulunan Divan'ını ve şâirin hayatını pek iyi

32 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bilirim. Onda böyle birşey yok, Rusça öğrenmek faydalı olduğunu, bunu bilmeden Ruslarla mücade- le edilmiyeceğini Hiva hükümdarı Mehmet Rahim

- Han ve ulemadan Mercani gibiler dahi söylemişler-

dir. Bu dilin Türkiye Üniversitelerinde öğrenilmesi gerektiğini bugün herkes söyler. Abay'ın sözü de ancak bu'kadardır.

Kazakları ilkel insanlar olarak göstermek için uydurulan sözlerden biri de İlhan Selçuk Beyin Sovyet inkilânomdan önce Kazak dilinde ancak 13 tane kitabın basılmış, bunun da «başka yerlerde» basılmış olduğunu kaydetmesidir. Kazaklar, büyük mütefekkirleri Çokan Velihan dahil, yazılarını hep umumi edebi dil olan Çağatayca yazmışlardır. Ge- çen asrın son yarısında başlanan Kazak lehçe edebi- yatının tarihini başkaları ile birlikte ben de (Fun- damenta Il de) yazmıştım, Kazak edebiyatına dair İstanbul Üniversitesinin Türkiyat Enstitüsü kütüp- hanesinde, Hakkı Tarık ve Fuat Köprülü'nün kü- tüphanelerinde bulunanları dahi yüzden fazladır. Çar zamanında Kazaklarda okur yazarın Ye 2,5 oldu- ğu halde bugün yüzde yüz olduğuna dair sözler de Sovyet propaganda uydurmasından ibarettir. Çün- Çar zamanında Arap harfleri ile okuyanları tes- bit eden bir istatistik olmadığı gibi Sovyet zamanı için de «yüzde yüz» yalandır. Çünkü hâlâ okumasız- lukla mücadele «Kızıl Kazakistan» gazetesinin yazı konusu olarak kalmaktadır. Arada bir gerçek var: O da Sovyet Rusya'da ve Kızıl Çin'de maarife ve tiyatroya verilen ehemmiyettir.

Bütün Asya ülkelerinde okuma, tahsil hevesi hâkimdir. Sovyet tebaaları ancak bununla teselli bulmaktadırlar, Diğer tarafta Sovyetlerin kendileri de eski dini ve içtimai terbiyeyi komünizm terbiye-

NN

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 33

si ile değiştirmek, halkı bilhassa yeni nesil kendisi için kazanmak aynı zamanda Ruslaştırmak maksa- diyle eğitime son derece ehemmiyet vermektedir- ler. Cumhuriyet gazetesi yazarını «etnojenez» naza- riyesi tatmin ettiği için Kazakistan'da tahsilin ve «refah»ın teknik bakımdan ne gibi bir şekil arzet- mekte olması meselesi, keza 1917 de Yo 75 olan Ka- zakların bugün yerlerini Ruslara terkederek 94 36 ya inmiş olmaları, ellerinde on milyonlarca hektar <bâkir toprakların» 1954 denberi kâmilen gaspedile- rek Ruslara ırgat yapılmış olmâları gibi meseleler ilgilendirmez. Gerçi ancak 1954 te 26. milyon hektar tutan «bâkir toprakların» cöbren işgali Türk tari- hinde hiçbir zaman misli görülmemiş olağanüstü bir hâdisedir ve bu üzerinde durulmaya değer bir konu sayılmamış, yeter ki bu ülkede ahali çoğalsın, biri kırılırsa arkasına başka illerden ikincileri gel- sin yerleşsin. İlhan Selçuk Beye göre bu büyük: bir refah, mutluluk ve uygarlıktır. Fakat Kazakistan'da seyahat eden ve bir «az gelişmiş» memleketin vatan- daşı olan bir yazarın Sovyet devrinde geçirdikleri imha ve sefalet hayatlarına göz yummuş, onları gör- memiş, bunları bilâkis refah olarak göstermiş olma- kendi başına yine bir büyük tarihi hâdisedir,

Bu memleket neden Rusların eline geçmiş, çün- bunlar korkak ve hayat istidadını kaybetmiş küt- lelermiş. Bunu da kendisinden çok Prof. Akdes Ni- metin ağzından söyletiyor. Bu muharrir Bolşevik- lerin, fikirlerini başkaları ağzı ile Rusça tâbiri ile «başkasının eliyle kor 'kürüme» (cuiov rukoj jar zagrebat) usulünü tam olarak benimsemiş görünü- yor. Bugün Hindistan arşivlerinde Buhara ve Hive

B.F

N

34 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Hanlarının İngilizlere mükerreren müracaat edip yardım alamadıklarını belirten vesikalar çıkmış, İ- ran ve Türkiye'ye başvurmalarından da netice çık- mamış, Çin ise zaten düşman idi. Kuetta demiryolu hattının Türkmenistan sınırlarına kadar uzatılması- teklif eden Buharalıya İngilizler Asya'nın göbeği- ne demiryolu gelebileceğini anlatmışlardı. Sovyet- ler Ortaasya kavimlerinin Rusya'ya kendi istekle- riyle itaat ettiklerini iddia ederek cildlerce kitaplar yazarlar. İşte İlhan Selçuk Bey bunları işitmiş, Bu- hara emirinin 60.000 askerinin mukavemet etmeden Çar ordusuna boyun eğmesini mânidar bulmuştur.

Bu yazar Rus kültürünün azameti önünde Türk- çenin ezilip gideceğini önden haber veriyormuş tar- zında sözleri ile Türklerin mâneviyatını kırmak işi-

ni yaptığının farkında olmasa gerek. Umarız ki.

Rus'un bir sel gibi, deniz dalgaları, bir «tabiat hâ- disesi» gibi geldiğine dair Bolşevik propaganda ede- biyatından ilham alarak bir Türk gazetesinde yazı- lan sözleri okuyucularını yıldırmaz. 1919 Martında Komünist Parti kongresinde İstanbul'un Sovyet ol- duğuna dair haberi müjdeliyen Lenin'in kendisini o günlerde ziyaret eden Ahmet Baytursunov'a, bana ve Dr. Kulavev'e «Bu böyle oldu, bir gün Süveyş Kanalı da bizim olur» demişti. Fakat İstanbul'un Sovyetleştiğine dair «İzvestiva» gazetesinde de ya- zılan haberin yalan olduğu gelen telgraf ibraname- lerinde anlaşıldı. Allaha bin şükür o günden bu gü- ne 48 yıl geçti, hâlâ İstanbul Sovyet olmamıştır. Dünyanın mukadderatının Çin'in komünist olması ile bir dakikada halledileceğine dair kehanetler de

boşa çıktı. Çünkü dünya milletleri milli iradelerini .

Rus - Slâvlara peşkeş çekmek niyetinde değildirler. Maamafih Rusya'nın komşularını içten çürütme Ssi-

A A EE

Kölemen immmimrleire Sira

rem

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 35 yaseti her vakit onun birinci kozu olduğu hi

tulmamaldır. 18. ve 14. asırlarda Kafkasya Ve Tür kistan'ın Rusya ile gören tüccâr sınıfı Rusları mukavemet MÂNÂSIZ» olduğu fikrini yaymakla şa büyük hizmet etmişlerdir. Bugün ise bu siyaset De ; ma ve milletlerarası Komünizm'in Rusya kn ii da görünmesi psikozuna dayanmakla daha da essir bir şekil almıştır. Türk milletinin, milli Sli suna ve dürüst seçimle işbaşına gelen Meclisine sımsıkı Sarılmak mecburiyetinde bulunulduğ bir zamanda yaşıyoruz. ği

(Son Havadis, 6, 14,15, Şubat; 3, 8 Mart 1961)

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ FİKRİNİN ARKTÜALİTESİ

Türk milliyetçileri bugün birleşme ve araların- daki muhtelif cereyanları telif etme ihtiyacını du- yuyorlar. 'Teşkilâtları var, bunlar da partiler üstün- de teşekkül olarak bulunacaklardır. Fakat takip © decekleri gâye yalnız kültürel mi, yahut hem kül- türel hem siyâsi mi olacaktır, bunlar da açıklanmak icap öden meselelerdir. Acaba bu teşekkül vaktiyle Türk Ocağına mensup bâzı arkadaşlarımızın , 1926 senesindeki kongre için yazıp bastırdıkları risâlede- ki uzun müftalâalarda arzolunduğu gibi misyoner teşkilâtına, yakut filantropik cemiyetlere benzer bir şekilde asırlar zarfında tedricen İş görecek, tarikat şeyhleri ve müritleri gibi halk arasında nesiller bo- yunca çalışarak aktüel meselelerden çok, umumi milli terbiye, ahlâk terbiyesi gâyesini görecek teşek- küller mi olmalıdır?

Bence Türk milliyetçiliği bu hususta daha ziya- de milletimizin gelecek nesillerinin terbiyesi gâye- sini'gütmelidir. Fakat o daha çok aktüel meselelerde uğraşacak partiler fevkinde olmakla beraber istek- lerini icabında siyasi dâvalar şeklinde ortaya koya- cak bir canlı hareket olmalıdır. Bir iki misâl alalım: Bu ayın 25 inde, memleket dahilinde Demokrat Par- ti ilk defa olarak serbest konuşan ve zaman icabatı- na uygun milli iradeyi aksettiren kararlar aldı ise bunda milli mefkürenin hâkim olduğunu herkes bi-

A

A

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 37

lir. Yine ayni 25 Ekim'de vâki olan seçim İkinci Ci- han Harbinin zimamadarlarını işbaşına getirmişse bu gibi büyük hâdiselerin doğuracağı imkânlar kar- şısında Türk milliyetçiliği kendisinin tutacağı yol ve sabit programı hakkında muhakkak ki düşünmek- tedir. Diğer bir misâl olarak ta geçen Eylül ayının 15 inde vâki olan iki hâdiseyi Türkiye'de ara seçim- lerinde diktatörlük ve devletçilik cereyanının uma- rım ki ebediyet için uğradığı hezimeti ve ayni gün İstanbul'da Milletlerarası Müsteşrikler Kongresinin açılmasını ve bunun milli kültürümüz ve mukad- deratımızla ilgili kararlar almış olmasını ele alabili- riz. Ben bu son iki hâdisenin ehemmiyetini teba- rüz ettirmek istiyorum. *

Bence araseçimlerinde geçmiş rejim partisinin kazanamaması milletimizin bu rejime şuurlu ve ni- hai olarak yüzünü çevirmiş olduğunu göstermekle onların liberalizm aleyhtarlığı, siyasi fikirlerde sol cenahçılığm inhisarı irtica tehlikesi bahanesiyle ve lâyiklik şiariyle azınlığın çoğunluk üzerine tegallü- bünü yaşatmak gibi meş'um yolları iflâsa mahküm olmaktadır. Onların kuvvetli olması karşısında bir çok nüfuz sahibi zevat ırkçı ve Turancı dâvasına ka- rışmış, lekelenmiş, mimlenmiş diyerek, milliyetçi- lerle meselâ bizzat benimle temastan ve gazetelerde yazılarımızı neşirden çekinirlerdi. Son kongre ha- zırlıkları, onun sevk ve idaresi zamanında ben üze- rimde hâkim fakat kendisini bir türlü teşhis edeme- diğim kötü bir hava içinde sıkılıyordum. Bu sıkıntı tam 11 ay sürdü. Bu hava muhitimize musallat ol- muş fakat dediğim gibi teşhis edilememiş kalmıştır. Bu havanın bugünküsü için demiyorum, daha evvel- ki vaziyeti için bir taraftan Rusların tesirini kabul etmek gerekmektedir.

38 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Vaktiyle Ruslar Ankara'yı böyle an İd A için sıkıntılı, kendileri için müsait bir e” e radılışı için müsait bir yer addetmişlerdir. kei yoldaş Suriç'den dinleyelim. Ankara'da YE ii man Sovyet Elçisi bulunan Suriç Paris'e elçi 2 olunduğunda yerine Sovyetlerin Bükreş Sefiri Ras- kolnikov Ankara Elçiliğine tâyin olunacak olmuş. Fakat Raskolnikov Moskova ile arası açılıp e. ti seçer ve ikâmet için İtalya'ya geldiğinde Yar e Lenin'in yakın dostu olduğu halde onlardan ayrı GE ve hürriyetini daha evvel seçmiş olan İtalyan si sosyalisti Angelina Balabanova'ya e in Gi giderken kendisini görerek Ankara'da neler Li icap ettiğini anlattığını hikâye eder. Suriç demiş | «Ankara'da yapılacak başlıca oradaki hava e rindeki hâkimiyetimizi muhafaza etmektir. vaya bâzı anonim fikirler atarsanız, o fikirler E ğ lara atılan yem gibi yutulur ve zimamdarlara i zi gider ve nihayet Türk zimamdarlarının kendi T mahsulleri .sıfatiyle karşınıza çıkar. İşte mârifet, GE

taya attığınız bu anonim fikirler kendinize gelirken ötekilerin malı imiş gibi hareket edece A onlara hayranlık izhar edeceksiniz». İşte vi Si le demiş. Şimdi Türkiye'de herhangi bir yer yi He yet elçiliğinin efkâr üzerinde hâkimiyetini temi eden şerait ilelebed ortadan kalkmıştır. Zikrettiğim 11 ay içerisinde gördüğüm ii Sovyetlerin uzaktan tesirlerinden maada ME ii millerden doğmaktadır. İşte Türk milliyetçi havaya şimdi kendisi hâkim olmalıdır. Yine li lerin nüfuzundan bir misâl alalım. ği 1927 Mp Moskova Şark Üniversitesi profesörlerinden e vanov Moskova'da Komünist Parti merkezi e : dan neşrolunan «Revalutsionny Vastok» (İnkilâpç

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 39

Şark) mecmuasının ilk sayısında Rusya'daki ekal liyetler, bilhassa Türkler için milli, edebi dilde eti- molojiyi ve ananeyi değil bugünkü telâffuzu esas edinerek onları inkisame uğratmanın ve devamlı imlâ anarşisi içinde yaşatmanın esaslarını tesbit e- derek uzun bir makale neşretmişti. Moskova'da ay- ni Şark Üniversitesinde okuyup gelmiş olan Ahmet Cevat bir sene sonra (1928) Polivanov'un nazariya- tını tebarüz ettirerek o «Türkiye'de Lisan İnkilâbı» ünvaniyle eser neşretti ve mukaddemesinde mer- hum Atatürk'e «Ey Dâhi sen bu fikirleri daha 1919 da Türk inkilâbının plânlarını tertip ederken tesbit etmiştin» diye bu telâffuza göre edebi dil nazariye- sini bize yutturdu. Şimdi bu telâffuza göre dil ve imlâ İran ve Tacik lehçeleri için ve yine telâffuza

. göre 48 kadar müstakil dile ayırmağa çalıştıkları

Çince için de tatbik ediliyorlar. Bunun bütün saf- halarını tasvir eden mühim bir eser yakında bir Sovyet dostu Amerikalı âlim (John de Francis) ta- rafından neşredildi. Halk kütlesine yakınlık | şiarı altında bize sunulan bu telâffuza göre edebi dilin, milletimizin mübrem ihtiyacı olan dili Türkçeleştir- me hareketinin tabii ve normal merhalesi olmadı- ğını bilmeliyiz.,

Türk milliyetçiliği tarihi devirlerde tahavvül- lere mâruz kalan «origine ethnigue» mânasına gelen soy birliğini milleti teşkil eden unsurlardan sayıyor- sa da diğerlerine üstünlük iddiasında bulunan ant- ropolojik race-ırk prensibini hiçbir zaman kendi milli teşekkülünde müessir bir faktör olarak alma- mıştır. Fakat memleketimizde camiâmıza iltihak ef- miş göründükleri halde ırki harslarına bağlılıklarını bırakmıyan unsurlar vardır. Türk milletine candan iltihak eden Çerkes Kölemenlerini Mısır'daki Türk-

N

40 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ler Türk - Çerkesi ül'asıl olarak kabul ettikleri gibi İlhanlılar da kendisini «Bir küçük Yahudi çocuğu olduğum halde bu devletin bu kadar eyiliklerine maZhar oldum» diye samimi Müslüman ve samimi Türk olan Reşideddin'e milli tarihlerini yazmak gi- bi şerefli işi verdiler ve ancak Türk ırkına mensup 'olan «Beğ» ve «Hatun» gibi lâkabları bunun evlâdı tarafndan taşınmasına müsaade ettiler. Bugün dahi İngiliz, Arap, Zenci ve Çerkeslerden Türk harsına tereddütsüz ve nihai olarak iltihak edenleri milleti- miz kendisinden sayar. Kezâ milliyetine açıkça sadık olan Musevi vatandaşları da vatandaş tanır, Ve İs- rail devletini kuranlara ancak hürmetle ve insanca

muamele eder. Fakat ismen Türk yahut Müslüman :

olan hakikatte asırlarca kendi ırki harsına merbut kalan zevatın güya ırkçılıkla mücadele eder görü- nüp Türk milliyetçiliği ile mücadele etmesi, memle- ketin partileri arasında fesat yaşatmak, kültür mü- esseselerimize musallat olmak, basmı inhisarları al- tına almak gibi hareketleri kökü memleket dışında olan büyük siyasi ve ırki teşekküllerin gizli, plânlı ve sistematik hareketleri olarak tanınmalıdır. Bu gibi zevatın her vakit değişmekte olarak görülen «noktai nazarları» rüzgâra göre değişen oportunist bir vatandaşın fikir değiştirmeleri olarak değil, bü- yük ve plânlı bir harekete ve teşkilâta mensup Ze- vatın gereğine göre değiştirerek tatbik ettikleri taktikler olarak ele alınmalıdır.

Memleketimizde ırkçılık aleyhtarı görünen bu

gizli ırkçıların siyasi hayatta olduğu gibi ilim saha- sında da kundakçılık etmelerine karşı müsamaha göstermek yahut gâfil davranmak günah olur. Me- selâ bunlardan birisi bana gelir ve «siz Umumi Türk Tarihine Giriş» kitabınızda ırkçılık yapmışsınız.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 41

Çünkü siz Anadolu'nun sekenesinden Türklere ilti- hak etmiş eski yerli unsurun 9520 den fazla olmadı- ğını iddia ediyorsunuz. Halbuki bu herhalde 480 den hiç te aşağı değildir. Garbi Anadolu'da Manyas civarı Rumları dâvanıza delil olamaz» der ve güya milli hissimi okşamak isteyerek «mensup olduğum Türk milletinin en mümtaz hususiyeti de kendisi Ge 20 teşkil eden bir ekalliyet olduğu halde 95 80 olan ekseriyeti içinde eriterek yeni bir millet vücuda getirebilmesidir, cümlesini ilâve eder. Bakı- nız işi ne kadar derinden kavrıyor. Çünkü onca Tür- kiye Türkü diğer Türklerle hiç alış-verişi olmıyan ve Önasya kavimlerinin bir halitası olarak gösteri- lip milletimize böyle tanıtılabilse onun istedikleri hasıl olmuş olacaktır. Tarihten tamamiyle cahil olan bu zat bu fikirleri sırf siyasi maksatlar yüzünden ileri sürüyor.

Bugün hâkimiyetlerinin devirleri hafriyatlarla anlaşılan muhtelif kavimler beş altı bin senedenbe- ri bu memlekette yaşayıp biri diğerini takip etmiş- ler ve ancak Türkler yeknesak bir etnik unsur sıfa- tiyle gelerek bu memleketi yeknesak bir milletin vatanı yapabilmişler. Asırlarca süren Arap - Bizans mücadeleleri neticesinde Kayseri, Sivas, Konya, A- murya ve Ankara aralarında XI. asrın ortalarında hiçbir yerli köylü sekene kalmamış, Rum ve Erme- nilerden ibaret olan ahali ancak istihkâmlara ve şe- hirlere sığınmıştı. Türk bu ülkeleri boş buldu, yer- leşti ve mâmure hâline soktu, Bugün asri ziraat â- letleri, asri sulama usülleri ile cennete çevrilmekte olan Orta Anadolu köylerinin, hele şu Konya, Ob- ruk, Aksaray, Bor ve Niğde taraflarının köy ve şe- hir ve ziraat hayatının tamamiyle Ortaasya mâmür- relerinin tam kopyası olduğunu gören insan nasıl

N

42 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bu kültürün ve bu insanlarin Rum ve Ermeni hattâ mevhum Komogen halitası , olduğuna hükmeder... Memleketimizde antropolojik tetkikat tarafkir ırkçı- ların elinde tahrif edilmektedir. Bu ilim yeni baş- tan işlenmektedir. İşte mücadele edilecek ırkçılık budur. Gizli ırkçıların yalnız kendileri için değil Sov- yetler için de çalıştıklarının misallerinden birini ya- kında müşahade ettim. Müsteşrikler Kongresi esna- sında Ayşe Nur isminde bir kadın gazeteci İstanbul gazetelerinden birinde burada «Türk folklorusna yer ayrılmamış diyerek kendisine tebliğ yapmak imkânı verilmemiş olan Pertev Naili Boratav'ı ve Türkçe bilmiyor diyerek bir dış Türkü diye tanıt- mak istediği kongre başkanının «Türkiye Türkleri- ni aşağı gördüğünden Türkiye hakkında tebliğlerde yer vermemiş» diyerek Abdülbaki Gölpmarlıyı mü- dafaa etmiştir. Kongrenin hercümerc içinde devam ettiğinden muntazaman o bahsedilip efkârı karıştır- mak ve bilfiil Kongre seksiyonlarına giderek misa- firlerimiz arasında Kongrenin sevk-u idaresi aley- hinde propagandada bulunmuştur. Sonra anlaşıldı ki, bu kadın vaktiyle solcu hocalarla birlikte Anka- ra Dil - Tarih Fakültesini karıştıran ve bir Macarla evli bulunmak bahanesiyle bu Fakülteden koğulan Yahudi kadını Erhat imiş.

Masonluk ta böyledir, yâni başka isim altında havaya hâkim olmak gayesini güden bir ceryandır. Bunu siyasi nüfuzlarını yerleştirmek ve devlet idare makinelerine, kültür müesseselerine nüfuz edebil- mek için büyük devletlerin ajanları ve Yahudiler tutar ve ancak kendilerini milli mefküre tatmin et- miş, aydınlarımız buha kapılmaz. Bu cereyanla mü-

cadele hakkında Demokrat Parti kongresinin aldığı

kararlar yerindedir.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 43

Havaya Türk milliyetçiliğinin hâkim olması bizde efkârı umumiye üzerine çökmüş riyakârlığı kaldırıp samimiyetin yerleşmesini temin eder. Dindar oldukları halde namaz kılmaktan utanan mümin Müslümanlar, içinden koyu milliyetçi olduğu halde milliyetçi görünmekten çekinen münevverlerimiz

. ve profesörlerimiz havaya kendi milli irademizin

hâkim olduğunu görünce tekrar samimileşecekler- dir. 15 Eylül gibi memleketimizde diktatörlüğün as- la geri dönmiyeceğini, yâni azınlığın çoğunluk üze- rinde hâkim olduğu devirden şuurla uzaklaştığımızı gösteren hâdiseleri tesbit ederken kendimi Türk ta- rihçilerinin en -mesudlarmdan sayarım.

15 Eylül'de toplanan Müsteşrikler Kongresi Türk dili ve Kültür tarihi ve İslâm tetkikatı üzerin- deki çalışmaları beynelmilel ölçüde birleştirmek, merkezleştirmek ve milletlerarası ilmi çalışma mev- zuu yapmak kararını vermiştir. Bu zaten bizim di-' leğimizdi. Onu ben geçen sene 17 Mayıs'ta yâni 14 Mayıs inkilâbından üç gün sonra İstanbul Hukuk Fakültesinde «İslâm Şarkı ile Garp arasında ilmi iş- birliği» mevzuu üzerine verdiğim ve Kongre azâla- rma dağıtmak üzere İngilizce olarak ta yayınlanan eserimde izah etmiştim. Gerek bu kararlar gerekse bu Kongrenin Türkün ilmi merkezi olan İstanbul'da inikat ederek Türk ilim adamları beynelmilel ilim çevrelerinde ayni usul ve metodlarla çalışmak için ağuşuna alması o kadar mühimdir ki bunların ehem- miyeti ancak zamanla anlaşılacaktır. Mesele muâsır zihinlerin çoğunun havsalasına sığmayacak derece- de büyüktür. Türk dil ve tarihi, İslâm tetkiklerine ait kararı hükümetimizin itinasiyle. tahakkuk ettiri- lecek olursa Üniversitenin islâhı ve hakiki ilmi in- kişaflara bununla başlanacaktır. Türk aydınları bu

a

44 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE .

geniş ilmi mesâiye kütle hâlinde iştirâk edecekler. Türk tarihini, hattâ Türk milliyetini anlamaktaki tereddütler bu mesai sayesinde zâil olacaktır. Yâni İstanbul Kongresi bu hususta bir tarih başlangıcı bir dönüm noktası olacaktır. Belki İslâmiyetin ilmi esaslara göre islâhına da burada başlanabilir. Henüz Üniversite Senatosundan çıkmamış fakat yakında çıkacak olan İslâm Tetkikleri Enstitüsü yönetme- liği ecnebi profesörlerin de celbini mümkün kılan munzam tahsisatla tatbik mevkiine konulacak olur- sa Hindistanlı Muhammed Hamidullah, Prof. Jo- hannes Fück gibi mümtaz zevatın getirilmesi ve bu mesainin kendi kuvvetlerimizle geniş mikyasta inkişaf ettirilmesi mümkün olacaktır. Türk milli- yetçilik şuurunun inkişafı memleketimiz dahilinde hakiki demokrasi prensiplerinin yerleşmesiyle oldu- ğu kadar dışarıda Kore savaşlarına iştirak etmemiz, Amerika, İngiltere vesairenin maddi yardımlarına, Sovyet tehlikesi karşısında bir askeri millet sıfa- tiyle yapılan yardımlara mazhar olmamızın hayırlı verimleriyle mütenasip olmalıdır. Her halde dünya vaziyeti ve vaziyet bize şunu göstermektedir ki:

1) Türk milliyetçiliği hiçbir emperyalizme ve hiç bir ırk üstünlüğü dâvalarına kapılmadan, fakat : eth- nigue hudutlarımızın siyâsi hudutlarımızla sıkıştı- rılması cihetine de gidilmeden, tıpkı Britanya'da, Avusturalya ve Kanada'da yaşıyan İngiliz milleti yoluyla inkişaf edecektir. Almanlara esir düşen Ha-

san Kaygu isminde bir Kırgız şâirinin Türkçülük

şuurunun vazıh olarak gösteren bir şiirini 1943 te kendi ağzından dinledim. Bunu esarette mi yazdığı- nı, yâni Türkiye'deki Türkçülüğün tesiriyle mi böy- le şiirler tertip ettiğini kendisine sordum. «Hayır» dedi ve «Fransız gibi büyük bir milletin birkaç haf-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 45

ta zarfında yıkıldığını görürken Brockhaus kamu- sunun Rusça neşrinde «Kazak - Kırgız» maddesini okumuştum. Burada Kazakların Türklerden bir u- ruğ olduğu yazıldığından ayni ansiklopedide «Türk» maddesini de gözden geçirdim. Çünkü 5.000.000 Ka- zak - Kırgız'ın Leh gibi Fransız gibi büyük milletleri yutan büyük dâvalarda bir çıkaramıyacağını dü- şünerek daha kime dayanabilir diye kendi kendime sormuştum. İşte bu ansiklopedinin tesirinde daha Rusya'da iken 1940 ta şiiri yazdımdı».

Diğer taraftan memleketteki her üç parti milli- yetçiliğe dayanmak mecburiyetindedir. Söz vermi- şim diye ve hemen fikir değiştirmeyi izzetinefis me- selesi yaparak Halk Partisinde devam eden nice nice temiz milliyetçi ve Türkçülerimiz olduğu gibi ikti- dar partisinde de diktatörlük zamanından kalma unsurlar birçok ateşli milliyetçileri söndürüp onları oportunist yapmağa sevkedebilir. O halde Türk mil-

liyetçiliği bu partiler içinde ve onların üstünde nâ-

zım bir fikir olarak kalacaktır. Türk Ocağı da ister- se bu harekete katılsın.

Daha bâzı diğer ayrı meselelere de temas et- meliyim: Türkçülüğün mânevi rehberi Ziya Gökalp olarak kalmalıdır. O hareketi sonradan benimseyen, onun nazariyatını dal budaklandırıp kuramı vat, meselâ Rıza Nur hizmetleri ne kadar büyük ol- sa dahi kutup olamazlar, yolu şaşırtabilirler. Ziya Gökalp'm yanlışları varsa onları öğrene öğrene, na- zariyatını işleyerek kendisini mânevi rehber ittihaz

yan 7ze-

“edelim. Fakat o peygamber değildi ve Türk milli-

yetçi aydınları ona ihtiram ede ede kendisini geçe- ceklerdir.

Din, Türk milletinde muhakkak bir esastır, Rus- ya'da cebren tenassur ettirilen «Kreşin»lerin aydın-

N

46 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

larını ve münferiden hıristiyanlığı kabul eden mü- nevverleri milli, siyasi hareketlere celbetmek yolun- daki samimi teşebbüsler boş kalmıştır. Kogaybek denilen ve cebren hıristiyan edilen Türklerin köy- lerinden askerle geçerken kendilerini hâlâ batinen Müslüman addettikleri halde hürriyet saatlerinde kiliselerini yıkmakta tereddüt ettiklerini görmüş ve bunları yaktırmıştım. Vaktiyle tenassur etmiş olan Başkurt aydını (sonradan Kazan Üniversitesi profesörü) Dr. Kulayev hıristiyan ise de Türk milli- yetçisidir diye hükümet üyesi yapmıştık; fakat 1919 da Sovyet hükümeti reisi Lenin'le sulh muahadesi imzalarken ismini Başkurtların kullandığı Muham- metcan Kulayoğlu diyecek yerde Mistilav Kulayev diye yazmayı tercih ettiğini görünce attık. Rus ve Slâv meselesine karşı bizim kadar hassas olamıyorlar. Nasıl ki eski Bulgarlar, Avar, Peçenek, Uz ve Ko- manlar da o yüzden Slâv, Ukraynalı, Eflâk ve Ma- car olmuşlardır.

Türkistan ve Azerbaycan'da olduğu gibi Türki- ye de milliyetçiliğin mahalli tezahürü sıfatiyle Ana- doluculuk güdenler olabilir. Fakat Sovyet camiâsı- na karışan Türklerle etnik menşe ve kültür birliği- ne, hele bâzı siyasi fikirler birliğinden bahsetmeyi delilik sayanlar, diğer taraftan böyle bir fikri nef- retle karşılayan Rusya'yı ilhak etmek istedikleri

için Rusya vücudundan bir kıl koparılmak istenme-'

sini büyük bir cürüm sayanlar da bu Anadolucu ce-

reyanın taraftarları görünürler; hattâ Moskova'da

Türkçülük fikirleri aleyhinde neşriyat yapan Erme- ni Arşaruni bile Türk münevverleri arasında Ana- doluculuk fikrini güdenleri ve Rusya Türklerindeki mahallicileri realist düşünceli insanlar olarak tav- sif ederse milli anlayışlarda tamamiyle meşrü olan

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 47

mahallicilik zihniyeti müşkül bir vaziyete düşmüş olur, Umumi Türklük fikirleri ile, Sovyetler ülke- sindeki kavimlerin meseleleriyle uğraşmayı delilik yahut hamakat saymak bir aşağılık zihniyetinin mahsulüdür. Ruslar için bütün Türk kavimleri mem- leketini hattâ bütün Ural-Altay kavimleri memle- ketlerini büyük Rusya'ya ilhak eylemeyi bir realist hareket sayanlar Rusya'da Türk unsuru mevcut ol- duğunu ve onların hayat hakkı olduğunu iddia e- denleri deli yahut ahmak addetmeleri'insanı düşün- dürecek trajedilerden biridir.

İstilâhlardan Turan kelimesi ancak «Ural - Al tay» tâbirinin mukabili olarak kullanılmalıdır, bu cihetten «Turancılık» kelimesi «Türkçülük» omânâ- sında kullanılmaz. «Türk», Türk dilinde konuşan, hattâ bâzan dilini unuttuğu halde milli şuurunu mMu- hafaza eden insandir, ki bunun tam şuurlu kısmı Türkiye Türküdür. Maamafih Türkiye oTürkünün diğer elleri dâvaları ile ancak kendi vatanını tehli- düşürmemek şartları altında ilgileneceği ta-

ildir.

(29.10.1951 de Ankara'da verilen bir konferans)

PLÂNLI DİL ÇALIŞMASI

Üniversitelerimizin İlmi Kontrolü Altında Bir Ulüm Akademisi Ve Bunun Türk Dili Şubesini Kurmalıyız

Sesli harfi olmayan Arap alfabesi İslâm kavim- lerinin yazı dilleri, bu kavimlerin mânevi kültür sa- hasında hazırlıksız oldukları halde tekniğin ve batı fikrinin istilâsına mâruz kalmaları neticesinde bü- yük buhranlara doğru gitmektedir. Bu buhrandan

şimdilik en az müteessir olanı da, dili asrileştirmek

işinde çok geride kalmakta olan Urdu dili olabilir. Arapça ve Farsça ve gazete dili son 15-20 sene zarfında husule gelen tekâmül neticesinde obâzen anlaşması güç bir şekil almaktadır, Biz Türkler ise, diğer İslâm milletlerini ve alfabe hususunda geri bı- rakan cezri tedbirlere baş vurduğumuz ve büyük bir kısmımız milli dil üzerinde tasarruf ve düşün- me haklarını üzerlerinde hâkim olan milletlere bı- Takmak mecburiyetinde kaldığı için, dil meselemiz daha nazik. ve daha karmaşık bir şekil almıştır. .Dil islâhı ve ona kararlı bir şekil vermek husu- sunda muâsır büyük milletlerin çoğundan bir bu- çuk asır geri kalan Müslüman milletler, bugün bu meseleye yalnız kendilerinin tekâmül hareketleri nazariyle değil, aynı zamanda büyük bir dış siyaset

meselesi nazariyle de bakmak mecburiyetindedir-

ler. Muâsır Rusya insan camiâlarmın iktisadiyatı kadar fikriyat ve ruhiyat ile de pek yakından alâka-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 49

dar olmak; beynelmilel siyasi ve iktisadi mücadele- lerinde milletlerin deniz, kara ve hava nakil vasıta- larına ve istihsaline karıştığı gibi, mâneviyat saha- sında da dil, yazı, imlâ ve radyo gibi fikir neşri vasıtalarına ve fikir sahalarındaki gelişmelere ayni şekilde, ayni ihtimamla ve ayni derecede plânlı bir surette karışmaktadır. Muhtelif memleketlerde iş- çilerin grev hakları Rus siyâseti yolunda istismar olunmaktadır. Bunun gibi bilhassa Müslüman mil- letler gibi dil ve fikir sahasında geri kalan milletle- rin, geç kalmış ve eksik vasıtalarla yaşatılmakta o- lan dil ıslahı ve onu asrileştirme hareketleri de is- tismar edilmektedir.

Rusya'ya komşu olan şarklı milletlerin dil ve fikir hareketlerine karşı Komintemnin takip edeceği siyaseti Rus hariciyesinin Şark işleri şubesi müdürü Pavloviç (Veltman) bu komiternin 1920 Temmuzun- da Moskovada yapılan ikinci kongresinde bu gibi meselelerin müzakere edildiği komisyonda izah et- miştir. Ben bunları bundan 25 sene önce, 15 Nisan 1923 tarihiyle İran'da Meşhed'den o zamanki Başve- kil Rauf Beye, Yusuf Akçur'a, Ağaoğlu Ahmet ve İsmail Suphi Beylere yazdığım mufassal bir mek- tupta bildirmiştim. Bu siyaset o zaman «Şarkta mil- liyeiçi burjuvazi ile mücadelede onun alışmış oldu- ğu feodallara has arkaik dilin yerine halk dili ya- ratmak işini komünistler her yerde kendi ellerine almalı» şiâriyle başlamış, sonra yeni bir kudretle ve yeni , hamlelerle büyük bir «Avrosya dili» ol- mak dâvası peşine düşen Rus dili karşısında Rusya'- ya tâbi ve ona komşu şarklı milletlerin dillerine bunları «halklaştırmak» bahanesiyle edebi dillerin

N

7 NE 50 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİ

esasında «tâdili, bu va imlâ kararsızlığı yarat- 1 ve imlâ e

mahalli konuşma dilleri bu kavimler arasında di ri. mak, bu dillerin EM istidat v tmek şeklini almıştır. ; Ni B . son 25 senelik tatbikatı mi a klı milliyetçilerin kendi dillerini N Da halklaştırmak yolundaki ğ ii N a) ei ei bir sakim tarafa alıp anl a i neticesinde Dış Türklerinde Türk e A Se - bedbaht bir dili şeklini almıştır. Son i in nda Çi 'deki Türkler arasında baş e. li al e eketleri müstesna, Ortaasyada ve e gl vi k dili, artık şuurlu bir milletin Çi 5 pi EY çıkmıştır. Özbekistan bi ği e 1946 da Rus hurufatiyle Özbekçe e ii z a yahut Alişir Nevayinin ra vi natları kesilmiş, tüyleri yolunmuş, hamc im münacatları atılmış, San ie yp Türkçesi de «A»ları Tacik şivesine göre a ri rak ve Rus hurufatiyle basılmış yeni ee > ii ların istimaline dair Kazan şivesinde, ii ke Arapça ve Farsça ıstılahların yerine ni lar konularak yine Rus harfleriyle PUS e e saa amel ei ve nihayet bu gibi neşriyat a ei tinin sentaksisi, yâni esas bünyesi m makta olduğu görülen bâzı ameliyat bu am «kültür siyaseti» nin gözönünde ii ridir. Müslüman milletler iz ni e halk dilinde yerleşmiş Arapça ve ii ii Türk dilinin istiklâli yolundaki haklı çiğ yi andırılarak atılıyor, yerlerine her giv lt ii üzere çoğu sakim bir şekle getiri va DE K Türk ıstılahlara terkediyorlar. Bu Oi nl a “1910 senelerinde mükâfat karşılığı olarak X£€

mmm

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 5i

rmzda yapılan temiz Türkçe «dil yarışlar» ancak fikriyat sahasındâ yabancı istilâsı olmuştur.

bugün vasıtaları

Türk dilinden sonra Farsça da yerli ellerle yap- tırılan bu .sinsi siyasete çarpılmaktadır. Muasır İ- rTan'm siyasi ve medeni rehberlerinden Seyyid Ha- san Takizade, Tahran'da intişar etmekte olan «Ya- digâr» dergisinde yakınlarda (sayı 6) koruma lüzümu» mevzuu üzerinde yayınladığı mühim ınakalesinde edebi fars dilinin farsçılık taas- subu ile yapılmakta olan temizleme tecrübeleri yü- zünden İran ülkelerinde anlaşılmaz bir hâle gel- mekte olduğunu bu nevi neşriyatta Şeyh Saadi'nin «Gülüstan»mda şairin gül kokan bir hamam otu ile konuşmasına dair mâruf parçasında (o «hamam», «mahbub», «abir», «lâkin», «müddet», «kemâl» ve <eser» gibi halk dilinde yerleşmiş arapça kelimeler atılarak yerlerine «germâbe», «<bercüste», tu», «pun», «dümman», «resani» ve «nişan» kelime- leri yazılmış olmakla şiirin «Bedü goftem ki mişki ya sepentu» ve «punu dumaii ba gül nişestem» de- mek gibi anlaşılmaz ve çirkin bir şekil aldığını an- latmış ve merhum Rıza Şah'ın Türkiye seyahatın- dan sonra devlet idare ıstılahları Türkiye'deki gibi millileştirmek yolunda aldığı tedbirleri (o gözönüne alarak, bu «yeni farşça »nın Türkiye tesiri ile yapıl- makta olduğunu söylemiştir. Geçenlerde İstanbul'a gelen bir İranlı mütefekkir ise Takizadenin bu son sözünü siyasi mülâhazalarla yazmış olacağını, Rıza Şahın tedbirlerinin daha o zaman Başvekil F'urugi Han tarafından akim bırakılmış olduğunu Takizade- ce de pekâlâ malüm olduğunu, son «yeni Farsça»nın

Ruslardan ilham alan zevatın, yahut onlara âlet o- lan «mecnun»ların işi olduğunu, bunu herkesin bil-

«Fasih farsça-

«sepen-

52 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

diğini, gayelerinin İran milletini büyük mâzisinden ayırmak olduğunu, bu müdahale alıp yürüyecek ©- lursa İran'da sekiz edebi dil vücuda geleceğini, Za- ten Rus alfabesiyle yazılan tacikçenin İranlılarca ka- tiyen anlaşılmaz bir şekil aldığını, Afganistan'da da Sovyetlerin ayni siyaseti takip ettiklerini yana yakıla anlamıştı. Rusların fonetik esasta mahalli şi- velerde edebi diller yaratmak ve yaşıyan kültürü batırmak yolundaki siyasetlerinin Çindeki tatbika- tını, Çinceye asri alfabe tatbiki işlerini komünistle- rin ve yanlarındaki Rus «müşavir»lerinin ellerine almış olduklarını da 1938 de Çiniyatçı E. Eichhom Bonn Üniversitesinde izah etmişti. Her halde Şark milletleri dil tasfiyesi hareketlerinde kendilerinin meşrü milli teşebbüsleri ile Rus zorlamaları arasın- daki hududu kat'i olarak tesbit etmek mecburiye- tindedirler.

Türkiye Türkleri merhum Şinasi ile başlanan ve Atatürk zamanında hızını alan milli edebi Türk dili yaratma hareketinde şuurlu ve bu hususta pek titiz olduklarından milli dilin istiklâline * memleke- tin siyasi ve iktisadi istiklâline olduğu kadar itina gösterecekleri, Türk dilinin kuvvet ve kudretine, milli ordunun kuvvet ve satvetine karşı gösterdik- leri kadar uyanıklıkla ehemmiyet verecekleri şüp- hesizdir. Bugünlerde “devam etmekte olan dil ku- rultayında dinlediğimiz nutuklar aydınlarımızın bu milli derdi ne kadar derinden anladıklarına şüphe bırakmamaktadır. Söylenen nutuklarda ancak duyguların, hayati ihtiyaçlarımızı anlama ruhunun hâkim “olduğunu görmekle bahtiyarız. Türkiye, Türklüğün ve Türkçenin sağlam kalan esas istihkâ- olduğu gibi, bugün Çin Türkistanında ora Türk- çesince yapılmakta olan neşriyat, Nankinde Hacı Ya-

kelimeler (meselâ: Ramazan,

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 53

kub Yusufi tarafından neşrolunmakta olan «Edebi- yat» ve «Yaşlar Bilimi» (Gençler Bilgisi) ve «Tür- kistan Medeniyeti» mecmuaları da Türkiye'deki dil ıslahatının Asyanın uzak köşelerindeki Türklerce derin bir sempati ile karşılanmakta olduğunu gös- termektedir, Ancak bu dil ıslahatında batı Türk halk diline girmiş veyahut diğer Türk dilleriyle müşterek bir tarihi kültür mirası olarak yerleşmiş Arapça ve Farsça kelimelere dokunulmamalıdır,

Malâm olduğu üzere, birçok Arapça ve Farsça me oruç, namaz, akşam, çarh, ibrik, desti, kalem, kâğıt, mektep v.s.) daha O- ğuzlar Türkistanda iken kendilerine, bilhassa Ho- rezmliler vasıtasiyle gelip yerleşmişti. Bunlar bizim medeni temaslarımızı gösteren vesikalardır. Fakat Türkçe üzerinde, tecrübe mahiyetinde yapılan, dili- mizin bünyesince tahammül edilemiyeceği de anla- şılan ameliyatı sona erdirirken bunun Osmanlıcaya * ve terkiplere ric'at şeklini alamıyacağmı bilmek 1â- zımdır. Yeni Türkçe ıstılahlar yapmak yoluyla Os- manlı devrinde tamamiyle ölü bir hâle getirilmiş olan Türkçenin yaşama ve yaratma kudretini ihyâ eylemek bâbında son yirmi yılda yapılan işlerin milli kültürümüz bakımından kıymeti takdir edil- mek icabeder.

Türkçe eserleri Türkiye dışında yalnız Roman- ya'da bastırmayı mümkün kılan '«Ş» harfi altındaki sidili yukarıya” çıkararak tamir edilip, alfabemize Türkçe eserleri dünyanın her tarafında, linotipler- de bastırmayı müsait kılan bir şekle sokmak, keza Kaf «G» ile sağır (Kef (N) in yerlerine iadesiyle Türkiye türkçesi ile diğer Türk şiveleri arasında hu- sule gelen sun'i seddi ortadan kaldırmak ilim zihni- yetinin hâkim olması neticesinde kabul olunacak

Ni

54 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

keyfiyetlerdedir. Türkiye'deki dil islâhı batı Türk- lerinin, Ortaasyadakisi oradaki Türklerin kendileri- ne ait bir iştir. Bu böyle olduğu halde batı Türk ede- bi dilinin diğer Türklerce okunmasını, ora mektep- lerinde (imkân hâsıl olduğu zaman) tedrisini ve bu- ra Türk kültürünün diğer Türk illerinde taammü- “münü imkânsız kılacak yahut müşkülleştirecek mâ- niaları Türk kavimleri arasında en kültürlüsü olan Türkiye Türkleri kendi elleri ile yaratamazlar zan- nederim. Bunun aydınlarımızın ekseriyetince anla- şıldığını görünce ben, Türkiye'de Türk dili üzerin- deki çalışmaların yakm bir zamanda ilim için pek müsait şerait içinde gelişeceğine inanacağım geli- yor.

Dil işlerini «Dil Akademisi» ismi verilmek İs- tenen yeni bir heyete havale etmekle bu işin ilmili- ği temin edilmez. «Dans Akademisi» de denildiği için bizzat «Akademi» kelimesi birşey ifade etmez. Bence bu âzaları üniversitelerimiz tarafından in- tihap olunup B. Millet Meclisinde tasdik olunacak «İlimler Akademisi» ne ve onun <Türk dili şubesi» ne havale edilmelidir. «Dil Akademisi» ile <İlimler Akademisinin Türk dili şubesi» başka başka şeyler- dir. Akademinin dil şubesi, dil, tarih ve felsefe mev- zularını onun riyâzi olarak tetkikini gâye edinen ve bu ilimlerin tâbi olduğu ilmi disiplinlere tâbi kıl- mak imkânını sağlıyan bir müessese olacaktır. Dil, tarih ve felsefe ilimleri, diğer ilimlerle aynı çerçeve içerisine sokulup beynelmilel tanınmış <İlimler A- kademi»leri disiplinlerine tâbi kaldıklarında, daha semereli görürler. .

İlimler Akademisi kurmak zamanı daha gelme- di denilemez. Bu devir gelmiştir. Yalnız kendi kül- tür seviyemizi takdir etmeyi ve o Seviyeyi müdrik,

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 55

iddiasız, mütevazi, bilen pratik ilim adamlarını şimdilik belki hep muhabir âza Sıfatiyle - intihap etmesini bilmeliyiz. Bugün medeniyette ilerilikle ö- vünemiyecek bir çok milletlerin, bâzı Güney Ame- rika milletlerinin, komşularımızdan Bulgarlarla Ru- menlerin, Yügoslavlarm, Eston ve Finlerin Azerbay- canlıların, Ortaasyada Özbek ve Kazak - Kırgızla- rın mükemmel im Akademileri âzaları vardır. Öz- bek İlimler Akademisi bugün 630.000 cilt kitaptan mürekkep kütüphaneye ve 75.000 cildden mürekkep yazma eserler koleksiyonuna mâliktir. Bunların ça- lışma neticeleri kendi seviyeleri ile mütenasip ve tabii ilimler sahasında ise belki de mükemmeldir Bizde de işimizi kendi seviyemize göre idare edebi lirsek bir İlimler Akademisi muvaffakiyetle gö- rebilir. Zaten bir otoriter ilim merkezi, ilmi mesai- yi tenkid ederek onlara kıymet biçen bir müessese

olmadıkça memlekette ilmi çalışmalar netice ver- mez. '

Dil meselelerinde merhum Ragıp Hulüsi'nin ve Banguoğlu'nun 1940-41 de «dilde ancak fonetiğe (te- lâffuza) uydurulmuş ve etimolojik (iştikaki) unsur- lardan temizlenmiş bir şekli vücuda getirmeyi iddia etmenin gayri ilmi olduğu» nu söyledikleri; ayrıca Ragıp Hulüsi'nin «büyük bir mâziye mâlik bir dilin iştikaki prensibe daha çok riayetle iki prensip ara- sında makul bir âhenk tesisi»ni ileri sürdüğü zaman biz artık dil bahsını Akademik bir yola koymuş bu- lunuyorduk. Ragıp Hulüsinin Edebiyat Fakültesi Profesörler Meclisinin 13.12.1940 celsesinde uzun u- zadıya arzettiği malümat gibi, bir sene sonra neş- rettiği eseri havada asılı kaldı, Ragıp bunun böyle olacağını biliyordu ve memleketimize Graf Kayser- ling'in anlattığı «şoför zihniyetinden ayrılmayı ha-

N

56 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

raretle tavsiye etmişti. Şimdiki dil kongresi dolayı- siyle de ancak sekiz sene önce söylenen bu sözleri

tekrarlamaktan ve ilim namına söylenen sözleri ve.

teklifleri daima su üzerine yazılmış gibi izsiz kay- bolup gitmek beliyesinde kurtarmanın zamanı gel- diğini söylemekten başka bir kalmıyor.

Türk dili de bir gün 150.000 kelimeye mâlik bir ilim ve kültür dili olacaksa, onun istikbali bugünü- ne nisbeten 5 defa daha parlak olacak demektir; di- limizin kendisinden yapılacak ve beynelmilel söz hazinelerinden de alınacak on binlerce ıstılah ya- nında onun bugün ihtiva ettiği ve şarklı komşula- rından müstear kelimeler devede kulak kabilinden kalacaktır. Yeter ki, «Türk İlimler Akademisi» dili- mizin bir ilmi gramerini biran evvel yapsın ve birçok batınlar için çalışma plânlarmı tesbit etsin, Bu işler ancak plânlı ve metodlu bir şekilde yürü- yebilir.

(Tasvir, 24. 10. 19487

İmiş

TÜRK DİLİNİN KORUNMASI DE EİN

Sovyet hâkimiyetinin ilk devirlerinde komü- nistlerin Şark kültür siyasetinde sözcüleri ve «Yeni Şark» dergisinin müdürü olan Pavloviç 1920 de Ko- mintern'in İkinci Kongresi sırasında yazıp teksir et- tiği ve bir nüshası Turar Ryskolov'un eline geçen raporunda Şarkta çalışacak komünistlere yol :göste- rerek: «Komünistler, Şarkta burjua kültürünün ya- şamasına yardım edecek hiç bir muvazaada buluna- mazlar» dedikten sonra İslâm milletlerinin dillerin- de istikrar olmamasını ve mezhep farklarını bahis konusu etmiş ve bu milletlerin dillerinde hâkim arkayizmle mücadeleyi ve lisanı halka yaklaştırma hareketlerini ele geçirmek için çalışmayı ve temel- leri çürük saydığı bu dillerde istikrarsızlık yaratma- yı, mezhep ihtilâflarım körükleyip bunu Şarkta mevcut olmıyan sınıf mücadelesi yerine geçirmeyi tavsiye etmişti. Bu yazı komünistlerin Rusya'ya komşu olan milletlere karşı kat'iyen samimi olma- dıklarını pek açık olarak göstermişti. Bu yazıda dil meselesine dair ortaya atılan fikirleri Prof, E. Poli- vanov 1927 de «İnkılâpçı Şark» (o (Revolutsiyonnyy Vostok) dergisinde «Sovyetler Birliğine dahil mil- letlerin yazı dilleri ve inkılâp» unvaniyle neşrettiği yön gösterici makalesinde ve diğer yazılarında ge- nişçe izah etti, O, imlâ, grafik ıslahının siyasi gâye- ler için nasıl istifade edileceğini ve ayrı edebi dil-

58 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

lerin nasıl yaradılacağını, Arapça ve Farsçayı atın- ca yerine hemen Rusça ıstılâhlarm. nasıl getirilece- ğini fakat bu işlerin «Russitsizm» tesmiye ettiği tarzda, yâni göze çarpan bir Ruslaştırıcıhk gayreti şeklinde yapılmayıp, fikrin bu ayrı dillerde konu- şan kavimlerin aydın mümessilleri eliyle işletilme- sini ve komünist üniversitelerinde «ana dilleri sek- siyonları» vücuda getirerek bunlarda bir taraftan bu dillere karşı feragat gösterisinde bulunmayı, fa- kat bunlar vasıtasiyle yapılacak Ruslaştırmanın €- debi dilleri «Garplaştırma» (yâni Ruslaştırma) nın kaçınılmaz bir zaruret olduğuna ve «grafik ıslahat» ta «fonetik imlânın esas edilmesi gerektiğine kan- dırma usülünün tatbikinin şart olduğunu ileri sür- dü. Polivanowun nazariyeleri riyâkâr «hüsnütevec- cüh» le Şarklı talebeye telkin edildi. Moskova'da tahsilde bulunan Türkiye'li talebeden bu fikirleri temelli olarak benimseyen birisi Ahmed Cevad Em- re idi. O, 1928 de İstanbul'da yayınladığı «Muhtaç Olduğumuz Lisan İnkılâbın unvanlı kitabında o se- ne kabul edilecek olan yeni Türk alfabesinin tatbi- katında Polivanov'un edebi dillerin telâffuz «fone- tik imlâ» esasında kurulması gerektiğini, «isanın mütemadi değişmesi» nazariyesini benimsemiş oldu- ğundan bu fikri Şark edebiyatından misaller geti- rerek dilde istikrarsızlığın tabiiliğini gayet mâsum bir fikirmiş gibi anlattı.

Bundan sonraki «tekâmül», Rusya'da Türk dil- lerine Lâtince yerine Rusça Kiril harfleri tatbiki . dolayısiyle bu dillerin «ruhen» Rus diline yakınlaş- tırılması zaruretinden bahseden yazılar da görüldü. Bunda Türk dillerinin bünye, sentax bakımından «yavaşça Garblaştırılmaları», keza «G» ve «ng» gibi Slavçada bulunmıyan sedâlarm, onlara yeni Kiril

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATİ ÜZERİNE 59

alfabesinde yer vermemek suretiyle tedricen berta- raf edilmeleri, «H» harfi bulunmıyan Rusça vasıta- siyle Türk lehçelerine geçen Garblı kelimelerin Rus diline uygun şekilde «G» ile yazılması (meselâ Holanda, Hegel, Hitler, yerine Gollanda, Gagel, Git- ler), Türkçeye geçen Rusça kelimelerinin Rus im- lâsı ile yazılması ileri sürüldü. Devrik cümle «Türk dillerinde, Garba aykırı olmakla yok olmaya mah- küm olan gayritabii hal» olarak telkin olundu.

Kazakistanda ve Azerbaycanda Türkler bu Si- yasetle ciddi ve şuurlu olarak mücadele ettiler, 1963 te Frankfurtta toplanan Milletlerarası Petrol Kon- gresine Rus delegedleriyle bir çok mühendisi de gel- mişti. Bunlardan birine bir Türkiyeli talebe anlıyor- musunuz diyerek «Cumhuriyet» ogazetesini sundu- ğunda Azerbaycanlı mühendis gazeteyi evirmiş çe- virmiş ve nihayet «Pek anlıyamıyorum ama bir şey anladım: bizim sekiz sene savaşarak yendiğimiz dev- rik cümleleri şimdi size satmaya çalışıyorlar, bu manat (yâni para) geçmez, siz dilin bünyesinin dev- rilmesinin nereye kadar gideceğini' bilemezsiniz, biz ise biliyoruz» demiştir.

Rus siyasi dilcilerinin Rusya'nın doğulu kom- şularına hulülleri hiç bir yerde bizzat Rusların mü- dahalesi şeklinde yapılmaz, bunu yerliler eliyle ya- parlar, İran'da Tüde zamanında Lâhut#nin dil ve imlâ siyaseti, Komünist Çin'de Moskova'da terbiye gören Çinliler eliyle Çin dilini Rus alfabesi tatbiki yoluyle bir çok dillere ayırmak siyaseti malftimdur. İran'dakileri Senatör Seyyid Hasan Takizade «Ya- digâr» mecmuasında neşrettiği mükemmel yazıları ile yere serdi. Çin'de yapılan Rusdil siyasetinin 1950 ye kadarki safhalarını John Hopkins Üniversite- sinde Dr. John de Francis «Çin'de milliyetçilik ve dil

N

60 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ıslahatı» ismindeki eserinde, daha sonraki gelişme- leri Prof, R. Michail (Seattle) yazılarında anlatmış- lardır.

Bu Rus siyasetine karşı ve Lâtince lehine gü- reşen Çu - Çiu - Pay muvaffak olmuş ve 1956 da Lâ- tin taraftarları efkârı kendi lehlerine çevirebilmiş- lerdir. Prof. Michailin anlattığına göre şimdiki Rus - Çin ihtilâflarında Rusların Çin'de takibetmek is- tedikleri dil ve kültür siyaseti de mühim rol oyna- mıştır. *

Türkiye'de Rus siyasetini yerlilerin eliyle tat- bik etme tecrübelerinden birisine bizzat kendim de şahid oldum: 1940 ta İslâm Ansiklopedisinin Türk- çesinin neşrine başlarken Maarif Vekili Hasan Âli Beyin idaresinde toplanan idare heyeti Adnan Adı- var Beyle benim, teklif ettiğimiz Müsteşrikler trans- kripsiyonu kabul etmişti. Bu da 1935 te Roma'da toplanmış olan 19 uncu Müsteşrikler Kongresinde Alman bilginleri tarafından teklif olunan matbu bir transkripsiyon sistemi idi. Bunu memnuniyetle kabul eden Hasan Âli Yücel bir kaç gün sonra Ad- nan Beye telefon ederek Müsteşrikler transkripsiyo- nunu kendisi İstanbul'a gelişine kadar tatbik etme-

memiz gerektiğini emretmiş. Geldi, nedense Vekil

bey fikirlerini tam olarak değiştirmiş «G» ve diğer bir iki harf yerine o sene Sovyetlerin Türk dilleri için cebren tatbikatına başladıkları alfabedeki iki şekli gayet âmirane bir şekilde işte bunları tatbik edeceksiniz, dedi. «G» yerine Rusların kabul ettik- leri kuyruklu «K» idi. Vekil bey bunları güya ken- di fikri imiş gibi ortaya koyduğundan ben bunun Rusların alfabelerinden alınmış olduğunu o toplan- tıda söylemedim. Fakat Adnan Bey bunu biliyordu, o da «O halde «K» nın altına bir nokta koyalım, öy-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 61

le yazanlar var» dedi. Burada Hasan Âli Beye bu i- şaretleri birer solcu arkadaşı vasıtasiyle kabul et- tirmiş olabilirler. Kazakistanda «G» harfi aleyhine «K» kabul olunması uğrunda mücadele eden Rus dilcisi Prof, Smirnova ve emsali zevat Garpte ve Arap âleminde, İran'da ve Hindistan'da kabul olu- nan «Gg» nun karşısına dikilmeleri Türk kavimlerini Lâtin harfinde dahi diğer İslâm milletlerinden ayrı bulundurmak olduğunu gizlemiyorlardı. Bir de Rus dilinde .bulunmıyan bu harf Türk lehçelerini Rus- laştırma siyasetine karşı koyan bir düşman telâkki olunuyordu.

Şarklıların kendi elleriyle tatbik olunmak yo- lunu tutan yeni siyaset te Rusların Şarklı komü- nistlere kabul ettirdikleri diğer bir epep te «Dvr yzaiç'ye» (iki dillik) dir.

—3

Sovyet Rusya'da komünizmin kültür siyaseti, bu siyasete kurban gidecek milletlerin komünist mümessilleri vasıtasiyle tatbik edilir. Bununla bu siyasetlerin bu kavimlerin istekleriyle kendileri ta- rafından tâtbik olunduğu ileri sürülür, Bütün bu kavimlerin Gürcü ve Ermenilerden başkasına 1940 yılında Rus alfabesi cebren kabul ettirildi. Fakat Ruslar'dan ve Ukraynalılardan sonra sayıca en bü- yük kütle olan Müslüman kavimlere Rus alfabesini, 1907 yılında da tecrübe edildiği gibi, kabul ettirmek güç olduğundan işin bu safhasına geçiş merhalesi olarak başta Lâtince alfabeler tatbik edildi. Sonra bu alfabelerin aleyhine ve Rus alfabesi yerleştiril- dikten sonra asıl Ruslaştırma safhalarına geçildi. Bütün bunların plânları Ruslar tarafından tertip e-

N

62 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

dildi, tatbikat propagandası ise bu kavimlere men- sup komünistler tarafından yaptırıldı. Kuzey Rus- ya'da 25 kadar küçük kavim vardı. Bunlar için Rus alfabesi ile yeni edebiyatlar vücuda getirildi. Bun- lara da «yazıları genç milletlerin dil ve edebiyat- ları» denildi. Bu yeni edebi diller hızla Rus kelime- İeriyle dolduruldu ve yerli kavimlerin okuma yaz- ma bilenlerin hızla Ruslaşmaları temin edildi. Çün- bu yeni diller kültürün ancak bir kısmına cevap verdiğinden daha ilk mektep tahsili Rusça yapılı- yordu. Bu yolla «Genç yazılı milletler (Rusça: mla- dopismennyye narody) için tatbik olunan kültür si- yaseti «İki dillilik» o (dvuyazye'ye) ismini aldı. Bu kavimlerle muvazi olarak yaşıyan (oUkraynalılara, Müslüman Türk kavimlerine Gürcü, Litva, Latviya ve 'Tacik kavimlerine eskiden edebiyatları olduğu için «Yazıları eski milletler» (Starpoismennyye na- rody) denildi. Az sonra bunları da «İki dillilik» yo- luna sevketmek sırası geldi. Bununla «İki dillilik» Sovyetler Birliğine dahil milletlerin hepsini kapsı- yan bir kültür mefhumu oldu. Rus yazarları arasın- da bir gün Sovyet mahkümu olacakları düşünülen ve bugün Rusya dışında bulunan Kürt, Hezare ve Düngen gibi kavimler için «İki dillilik» in bir hayati mesele en kısa terakki yolu olacağını söyliyenler ol- du. Neticede bu meselenin Sovyetler Birliği mikya- sında düzenlenmesi Rusya Komünist Partisi'nin bü- yük meseleleri sırasına girdi ve «Sovyetler Birliğine dahil sosyalist milletlerin gelişmesini dolayısiyle milli dil ve edebiyatlarının gelişmesinin oluş düzen- leri» (Zakonomernosti) milletlerarası kongre mev- zuu oldu ve bu kongre 1962 yılının 22 - 24 Kasımın- da Kuzey Türkistan'da Alma - Ata şehrinde top- landı. Bunun zabıtları da 1964 yılında aynı Alma -

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 63

Ata'da “Sovyetler Birliğine dahil kavimlerin edebi dillerinin gelişmesi meseleleri» ünvaniyle 382 sahi- felik bir eser hâlinde neşredildi.

Sovyetlerde ilim ve kültür. mevzularma tahsis edilen bu gibi kongreler başlıca ilim akademileri ta- rafından toplanır. Parti tarafından ve onun kontro- altında toplanan, onun tâlimatı dahilinde müza- kereler yapan bu kongrelerde asıl Sovyetler için ge- i rekli noktaları parti ve Rusya menfaatleri bakımın- dan.izah edecek ve savunacak sadık şahsiyetler tâ- yin olunduktan sonra (ki Alma - Ata kongresinde bu rol Özbeklerden Hannazarov ve Kazaklardan Hasanova gibi zevata verilmişti) diğer üyelere ser- best konuşma imkânı da verildiğinden bu nevi kon- grelerin zabıtlarını öğrenmek çok faydalı oluyor.

Alma - Ata Kongresine 98 âzâ gelmiş bunların çoğu Rusya İlimler Akademisi'nin ve ayrı cumhuri- yetler ilim akademilerinin üyeleriyle bu akademi- lere mensup filoloji ve felsefe ilimleri doktora nam- zetleri yâni genç akademisiyenlerden ibarettir. Za- bıtlarda üyelerin ilmi derecelerine ait verilen ka- yıtlardan Azerbaycan, Özbek, Tacik, Kırgız, Kazak Türkmen, Tatar, Çuvaş ve Başkurt İlim Akademile- ri çevrelerinden başka Yakut, Altay, Tuva, Hakas Kumuk, Balkar gibi sayıca küçük Türk kavimlerinin muhtar vilâyetlerinde teşkil olunan ilim müessese- leri çevrelerinde de bir çok ilim adamlarının yetiş- mekte olduklarını öğreniyoruz. Kongre, Rusya İlim- ler Akademisi ile Kazakistan İlim Akademisinin gayretiyle toplandığından sevk ve idaresinde Rus- lardan Vinogradov, Serebrenikov, Kazaklardan Sat- bayev ve Bayişav gibi bu akademilerin reisleri bas- lıca Tol oynamışlardır. Kongre; 1) Meselenin genel konuları, 2) Gayri Rus milletleri arasında Rus dili,

N

64 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bunun yayılışı, 3) Türk dilleri, 4) Yazı dilleri eski olan milletler ve 5) Genç edebi dilli milletler olmak üzere 5 seksiyona ayrılmış, her seksiyonda umumi tebliğlerden sonra münakaşalar ve bu münakaşaların sonunda kongreyi toplu olarak değerlendiren nu- tuklar yer almıştır. IV. ve V. seksiyonlarda Kuzey Rusya'daki, Eskimo, Samoyed V.S. Fin - Uğur ka- vimlerinin mümessilleri yer almışlar.

Bütün bu zabıtlar üniversitelerimizin Türkoloji şubeleri ve Türk kültürünün mümesseseleri tarafın- dan tam ciddiyetle öğrenilerek tercümeleri yapıl- dıktan sonra mufassal hulâsaları kitap şeklinde neş- redip, milletimize tanıtılacak niteliktedir. Ben bu zabıtlardan ancak bâzı özetler veriyorum. Burada «İki dillilik» demekle bütün bu kavimlere ana dille- riyle b&raber Rus dilini mektep, üniversite, kongre- ler, radyo ve bilimsel yayınların dili sıfatiyle ikin- ci ana dili olarak nasıl ve ne gibi programla yayıl- ması gerektiği, bununla paralel olarak aile dili olan ana dillerine ne gibi yer ayrılacağı, onların mukad- deratı bahis konusu edilmiştir. Rus İlimler Akade- misi reislerinden Prof. Serebrenikov ve Skorik Rus- ya'nın kuzeyinde yaşıyan Fin Uğur kavimlerinden ii kavmin artık Ruslaşmakta ve aile içinde dahi Rusça konuşmakta olduğunu, Yakutlarda yerli ga- zetelerin bile Yakutça çıkmayıp Rusça çıktığını ve yerli radyonun da Rusça söylediğini tasrih etmişler. Prof. Serebrenikov, Fin - Uğur kavimlerinden bâzı- larınm doğrudan doğruya Rusçaya geçtiğinden ana dillerinde konuşan Fin - Uğurların adetçe azaldığı- nı, bunların geleceği ne olacağı hakkında bir şey söyleyemiyeceğini anlatmakla bu küçük kavimlerin istikballerini karanlık göstermiştir.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 65 iğ.

Rus bilginlerinin bu nevi beyanatları küçük millet mümessilleri üzerinde ağır ve kötü tesir yap- mıştır. Ezcümle Komi kavmine mensup bir bilgin «Bu kongrede bâzı arkadaşlar, Komi dilini aylik Rusçaya sımsıkı bağlamak ve Rus kelimeleri sok- mayı genişletmek ve hızlandırmak gerektiğinden bahsettiler» diye şikâyet etmiştir. Çuvaş İlimler A- kademisi mümessili Amdreev, «Rusçaya bu kadar bağlanmanın ne lüzumu var, bilâkis Türk dilleri a- raşında birleşmeye yol açmak lâzımdır, iki dilliliğin sonu Rus olmaktır» demiş ve Rusya İlimler Akade- misinden Prof, Baskakov «Bu derecede pesimizmin vakitsiz olduğunu, fakat büyük ansiklopedilerin bu milletlerin dillerinde neşredilemiyeceğini» söyliye- rek bu Çuvaş Türkünü cevaplandırmıştır. Mesele üzerinde vazıh beyanatta bulunanlar Yakut Türkle- rinden Prof. Ubriatova, Başkurt mümessili Garibov Kırgız Sartbayev, Kazaklardan İshakov, e lardan Kurbatov ismindeki bilginler olmuştur.

, Moskova Şark Dilleri Enstitüsünde Türkoloji mütehassısı olduğu anlaşılan hanım Prof, Ubriatova daha 1959 yılında Moskova'da toplahan diğer bir Kongrede gayri Rus milletlerin dillerini yavaşça ö- lüme mahküm etme tedbirlerine karşı tebligatta bulunmuş, matbu olan bu tebligattan Alma - Ata Kongresinin diğer Türk delegeleri de takdirle bah- setmişlerdir. Bu Kongrede bizzat beyanatta bulu- nan Übriatova ikidillilik şartlarında Rus , tesiriyle Yakut dilinde devrik cümleler hâsıl olduğundan şi- kâyet etmiş, fakat buna dair 1959 yılı Kongresinde

5. E.

N

66 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

verdiği beyanatı kimse tarafından tutulmadığından son derecede hayal kırıklığına uğradığını anlatmış ve artık bu dilleri kim himaye eder meâlinde sözler sğylemiştir. Prof, Terescbenko Fin - Uğur dillerin- de Rus dilinin tesiriyle cümle değişikliği hasıl oldu- ğunu (S8. 331) zikretmiştir. Başkurt mümessili Ga- ribov ise Türk kavimleri hakkında bu kongrede ve diğer Rus yayınlarında «Türkçe konuşan kavimler» tâbiri kullanmanın haksız olduğunu, bununla bu ka- vimlerin Türk olmadıklarına işâret edilmekte oldu- gunu, Rus alfabesinin ve imlâların eksiklerini, Türk

kavimleri için alfabe ve dil birliği temin etmenin lüzu-:

munu tebarüz ettirmiş ve herkesin zaruri bildiği bu meseleler üzerindeki çalışmaları ayrı cumhuriyetle- rin sınırlarına münhasır kaldığından, yâni bir ara- ya gelip konuşmaya imkân verilmediğinden, neti- cesiz kaldığından; Kazak İshakov da İkidillilik siya- seti ile Rus diline yanaşmanın Türk kavimlerinin kendi aralarındaki karşılıklı tesirleri (O öğrenmeye mâni olmaması gerektiği halde, bunun yapılmadığı- Türk kavimleri için tek bir alfabe ve imlâ kaide- si kabul etmek gerektiğini; .Kırgızlardan Sartbayev yine Türk yazı ve imlâ birliğine taraftar olduğunu, bu mesele hakkında bir kaç defa konuşulduğunu, hattâ Ruslardan Prof, Borokov ve Baskakov ilim yönünden bu fikri desteklediklerini söylemişlerdir. Sartbayev ayrıca Türk lehçeleri için Rusçadan 18 türlü alfabe vücude getirilmiş fakat sun'i ayrılıklar vücuda getirmek maksadiyle bütün lehçelerde aynı şekilde telâffuz olunan sesler için ayrı alâmetler uy- durulduğunu, meselâ «©» sesi için altı lehçede altı işaretle, «GH» nin beş kavimde beş türlü işaretle gösterildiğini, Azerbaycan alfabesinde de eksikler olduğunu tebarüz ettirmiş; Karakalpaklardan U-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 67

beydullahyev de Rus alfabesinin Türk diline uyma- dığını, bunları ıslah etmek gerektiğini o söylemiş; Kazan Türklerinden Dr. Kurtbatov aynı fikirleri t leri sürerek «İki dillilik» şeraiti altında bir çok yeni meseleler çıkmakta olduğunu, Türkçe fiil ve zarfla- rın cümle içindeki yerlerini Rusçaya bıraktığını, fiil ve failin cümlede yerleri değiştirildiğini misâllerle göstermiş, Türk dillerinin tarihiyle uğraşmanın yer- siz olduğuna dair söylenen sözlere karşı savunmuş; Yakut Prof, Ubriatova Rus İlimler Akademisi İri fındah neşrolunan Dil Bahisleri dergisinin 1962 No. 1 de Türk dillerinin mukadderatını karanlık gösteren yazılar dolayısiyle Altay Türkleriyle Hakas Türk- lerinin çok bedbin olduklarını zikretmiş; Azerbay- can, Kazak, Uygur mümessillerinin çok bedbin ol- duklarını zikretmiştir.

Azerbaycan, Kazak, Uygur mümessillerinden daha birçokları bu mealde beyanatta bulunmalarına rağmen Kongre her kavimde iki dilin beraberce ya- şayışları meselesine dair önceden hazırlanıp gelmi parti kararlarını kabulden başka bir yapmamı i parti tezi müdafilerinden Kazak Hasanova Kazak dilinin morfolojisini dahi Rusçaya uydurmak gerek- tiğini, Özbek Hannazarov da büyük kültür dilleri yanında küçük dillerin kaybolması tabii olduğun- dan bu dillerin netice itibariyle Ruslaşmasına karşı koymanın tabiat kanunlarına aykırı hareket lak olacağına dair malüm demagoji tekerlemelerini u- zun uzadıya anlatmışlardır.

İngiliz hâkimiyeti altında İngilizceye alışmış o- lan Hindistan'da üniversite öğrencilerinin a en sene, bilhassa Madras'ta yerli dilleri yerine İlim ve tedris dili olarak İngilizceyi isteyip çıkardıkları kar-

gaşahklar, umumiyetle bugün fiilen resmi dil olan

N

68 © TURKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

İngilizceyi hukuken dahi tanınıp iki dillilik prensi- bini savunan Hindlilerin çokluğu malâmdur. Rus- lar da kendi memleketlerinde böyle bir durumu zOr- la yaratmak ve iki dilliliği kendilerinin cihan komü- nist inkılâbının gerçekleştirme amaçlarından birisi, «kapitalist o bilingualizmi»nin emperyalist esareti, «sosyalist bilingualizmi nin milletlerin kurtuluş ve yükseliş vasıtası olduklarını isbat ve bunu yerli teş- vikin eliyle Şarklılara telkin eylemek yolunda çok gayret ve para sarfetmektedirler. Onlar bu sinsi . siyasetlerini asıl Rus propagandistleri yerine yerli- lerden yetiştirdikleri partili teşvikçileri eliyle tat- bik etmek hususuna son derecede ehemmiyet ver- mekte oldukları hiç te unutulmamalıdır. Bu du- rumda Türkiye, İran ve Afganistan gibi Sovyetlere

komşu memleketlerde milli dil ve edebiyatla ilgili

toplantı ve kongrelerin bu hususta, gün geçtikçe o- na göre gereken milli dili koruma tedbirleri alacak- ları bedihidir. Ankara'da çalışmalarına başlıyan Türk Dil Kurultayı üyelerinin de bu konuları cid- diyetle ele alacaklarım umarım.

TDünya, 10, 12, 13 Temmuz 1966)

SOVYET İDARESİNDEKİ TÜRKLER'DE EDEBİ DİL MESELESİ

Rusların Müslüman Türklerin ve diğer gayri

Rus milletlerin edebi dilleri meselesine nazarları son 45 sene zarfında tamamen tebellür etmiş vazi- yettedir. ' 1. Rus mahkümu olan milletleri yutarak bü- yümek ve Rus dilini cihanşümul inkilâbı tahakkuk ettirmekte olan milletin dili olmak bakımından bü- tün Asya'da ve Rus Doğu Avrupasmda katiyetle hâ- kim duruma getirmek,

2. Rusya'ya dahil olmayan komşu kavimlerin eski medeniyetlerini devam ettirmekte yardımcı o- lan dillerinden diğer komşu kâvimlerin tesirlerini yok ederek onun yerine Rus unsurlarını ve Kiril al- fabesini sokmak, bu bakımdan bu komşu Asya ka- vimlerin meselâ Rus mahkümu Müslüman Türkler üzerinde din ve müşterek kültür yoluyla girmiş o-

İc Hann? igtilâhları vi 6 lan lisani unsurları, istilâhları tedricen, .fakat kö-

künden yoketmek, 3. Edebi dilleri halka anlayışlı olması gerekti-

-Bine dair fikri kendi Rus siyasetlerine âlet edip, her

yerde fonetik yazı dilleri yaratmak ve dialektoloji ilmini bu maksat uğrunda çalıştırarak bugün edebi dillerine malik olan milletleri yeni yeni edebi dille- re bölerek yutulmalarını kolaylaştırmak, bugün Rusya'da Türk dilinde 18 edebi dil yaratılmıştır. Fa- kat Kazan Türkçesinin Sibirya Müslüman Türkleri

N

70 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

arasında ve Özbek edebi dilinin Harezm ve Kara- kalpaklar arasında köklü olarak yayılmasını önle- meğe çalışmaktadır. Yâni daha da küçük parçalara bölünmesini temin etmek te isteniliyor. Bu edebi dillerin hiç birinde istikrar temin etmeyip, istikrar- Lu hayat ve ilim dili sıfatıyla Rus dilinin hâkimiye- ti fikrini bilhassa gençlik arasında yaymak. Bu son maksat uğrunda yeni Sovyet Türk edebi dillerini daima tezatlarla bunalmış, hayat istidadı olmayan her gün mâzisinden uzaklaşarak her gün yerini Rus- luğa bırakan istikrarsız diller şekline sokmak için azami gayret sarfediyorlar. Yeni edebi dillerin ku- ruluşunda' bunların tarihi tekâmülü ve bir diğerine genetik bir şekilde bağlanmasını önlemek. Mahalli edebi dillerin teşekkülünde sırf coğrafi esasa meka- niki bir birleşme esas tutulmuştur. Bu bakımdan son edebi Özbekçenin yaratıcılarından olan Prof. Polivarov bu edebi dilin tarihi temeli olmadığını, netice itibariyle büyük bir istikbale namzet olmadı- ğını ileri sürmüştür. Bununla beraber bütün Türk kavimleri arasında Türk olmayan gayri Rus millet- leri de ana dili ile muvazi olarak Rusçayı mektebe, daireye sokmak, yâni onların tâbiri ile «çift dillilik» yolunu tutmak uğrunda en cezri tedbirler alınarak çalışılmaktadır. Ve bunları Rus milletinin kendi aralarından yetiştirdikleri opropagandisiler vâsıta- sıyla, bu milletlerin kendi isteklerine uyarak tatbik edilen siyaset diye gösterilmektedir. Bu sinsi ve yı- 'kıcı siyasetin temeli olarak dillerin sintaksini, yâni cümlelerde kelimelerin alacakları oyerleri, asırlar- dan beri alıp geldikleri yerleri değiştirerek ebedi müzmin hastalığa tutulmuş vaziyete sokuyorlar.

Rusların bu siyasetlerini ayrı kavim ve kabile- lerde nasıl tatbik ettiklerini, bu dillerin gramer ve

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 71

sentaksine dair bilhassa 1959 senesinden sonra neşr ettikleri eserlerini Amerika, .İngiltere ve Almanya kütüphanelerinde tetkik ettim, Bunlardan bilhassa Özbek, Türkmen, Kırgız, Kazak, Karakalpak, Uy- gur, Kazan Tatarı, Nogay, Karaçay, Altay, Kafkas, Toba, Çuvaş, Başkurt ve Azeri dil lehçelerine ait tetkikatı ve Türk olmıyanlardan da Tacik ve Mari gibi kavimlerin edebi dillerine ait neşriyatı kendi sahamın dışında olduğu halde bir bir tetkik ettim. Bütün bu neşriyatta Rusların zorla sokmakta olduk- ları devrik cümleleri tesbit eden bir tek eser yok- tur. Memleketimizde ve diğer Ruslara komşu mem- leketlere, edebi dillerin bünyesi üzerinde tesir et- mek tecrübeleri Sovyet cihanşümul dil siyasetinin yankılarından ibarettir. Bu değişmenin neye vara-

© cağı hakkında hiç kimse açık cevap veremiyor. Yal-

nız Sovyet İlimler Akademisinin filoloji enstitüsü . âzaları bu yolda son 25 sene zarfında yapılan mesai neticesinde Kuzey Rusya'daki ekserisi Fin ve Uğur- ların aile içinde dahi milli dilden Rus diline geçtik- lerini, neşredilmekte olan gazeteleri, meselâ Yakut- larda radyoda ancak Rusça yayınlanmaya başladığı- nın, yâni milli dilin bu sahalarda itibarı kalmadığı- 1962 senesinde Kazakistandaki Alma - Ata'da toplanan Büyük Kongrede ilân etmişler, Ve orada hazır bulunan bâzı Türk kabileleri mümessilleri ta- rafından «O halde bizim dillerimizin ne kadar ömrü var» sorusuna kaçamaklı cevaplar vermeğe mecbur olmuşlardır.

Bu gibi toplantılara yerli halkdan Sovyet pren- siplerini açıkça savunan zevatın iştirâki de temin e- dilmiştir. Rus Kiril alfabesi komünist Çin'de tatbik edilmek için propaganda yapıldı. Fakat Çinlilerden Çu-Çin-Pay gibi Lâtince taraftarı filoloğların tezle-

&

72 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ri 1956 senesinde galip geldikten sonra, Rus dili ci- han proletaryasının edebi dili olarak bütün dünya- ya yaymak hülyası ortadan kalkmaya başlamıştır. Rus mahkümu Türkler arasında dil meselesinde Sovyet siyasetini, açık veya kapalı olarak tenkit et mek yayılmaktadır, Türkiye de Türk dili tarihine

dair neşrolunan eserler, meselâ Çuvaş, Tuva, Ha- .

gas gibi gayrimüslim Türkler arasında dahi öğrenil- mekte, Kaşgarlı Mahmut'dan, hattâ Rabguzi'nin ki- tabından nakiller yapılmaktadır. Vaziyet böyle ol- duğu halde Sovyet Rusya'nın Türk dillerine karşı tatbik etmekte olduğu siyasetin değişme ihtimali görülmüyor.

Bilhassa memleketimizde yapılmakta olan sa- pık dil siyasetinin, keza devrik cümleler propagan- dasına güya bir moda imiş gibi uymak, bunlara ce- saret vermektedir. Mesele devletin umumi siyase- tinde ve milletin mukadderatı meselesinde yer tut- malıdır.

(Türkeli, s. 3, 1968)

RUS VE ÇİN İDARESİNDEKİ TÜRKLERDE EDEBİ DİL MESELESİ

Evvelce Rus mahkümu Türkler arasında Türk- * çe, Azeri, Özbek ve Tatar ve Kazak şivelerinde tü- remiş tek alfabe ile yazılan biri diğerince anlaşılan edebi dil vardı. Şimdi Sovyetler devrinde Slâv - Ki- ril alfabesinin biri diğerinden mahsus işaretlerle ayrılarak icat edilen 18 türlü alfabe ile yazılan 18 edebi dil vardır. Bu diller ne vaziyette ve hangi is- tikamette gelişiyorlar? Bunlar Rus ve Çin Sovyet hükümetlerinin mahkümları olan ve komşuları olan milletlerle nasıl yaşıyacaklarma dair kanaatlarına

-dayanan siyasetlere ve tetkikatına bğlıdır. Sovyet

Rusya'nın siyaseti tamamiyle tebellür etmiştir, Ko- * münist Çin de bu siyaseti Ruslardan almış. Bunu Celâleddin Wan-Sing Şan «Kızıl Çin'de İslâmiyet» mevzuuna dair 1960 yılında Edebiyat Fakültesi İs- lâm Araştırmaları Enstitüsü Dergisinde neşrettiği makalesinde güzel surette anlatmıştı. Bu hususta şimdilik teferrüata girmiyeceğim. Rus siyasetinin temeli ise: 5

1) Bütün azınlıkların Rus milletine kültür ve dil bakımından eriterek ilhakı ve Rusya'nın bu

sistemle cihanşümül plânlarım tahakkuk ettirmek

üzere mütemadiyen büyütülmesidir. Bu siyasetin Sovyet devrindeki tatbikatı bir taraftan beş senelik plânlara bağlanıyor diğer taraftan da bu işin mah- küm kavimler arasından mahsus yetiştirilen unsur-

N

74 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ların eliyle yaptırılıyor. Rus hükümeti bütün bu milli dil plânlarını azami suretle ve çok israrlı su- rette tatbik ettiği halde bunu mahküm milletlerin kendi istekleriyle ve kendi elemanlariyle, kendi milli gâyeleri sıfatiyle yürütüyorlar gibi göstererek hareket ediyor. Devletin iktisadi siyaseti hattâ uzay siyaseti kadar temel siyaseti olarak tatbik ettiği hal- de bunun yerli halkların istediği bir siyaset olmayıp sırf Rus siyasi ve kültürel emellerini tahakkuk et- tirmek üzere Rus Komünist Partisi merkezinin uy- durduğu ve tatbik ettiği siyaset olduğunu söyleyen- lere karşı, fevkalâde hassastırlar.

2 Azınlıkların Rusluğa ilhakı için bunların komşu akraba kavimlerle temas yollarını kesmek, Müslümanlara gelince din ve İslâm kültürü yoluyla asırlardanberi dillerine girmiş ve yerleşmiş müşte- rek unsurları ortadan kaldırmak yolu tutulmakta- dır. Bu husus 1924 yılındanberi büyük bir itina ve şiddetle tatbik edilmektedir.

3 Rusya edebi dilin «halka anlayışlı olması umdesini azami surette istismar ediyor. Yutacakla- rını kestirdikleri vücuda getirdikleri edebi dillerin daha da parçalanmaları için gereken tedbirleri alın- mış ve ilmi diyalektoloji tetkikatı tamamiyle siya- sete âlet edilmiştir. Meselâ bir «Tatar edebi dili> vardır. Bunun tamamiyle telâftuza göre fonetik ola- rak tesbit edilmiş Rusça - Tatarca, Tatarca - Rusça lügatları, grameri yapılmış. Tatarca için Kazan şivesinin, Özbek şiveleri için Taşkent şivesinin kat'i hâkimiyeti esas tutulmuştur. Fakat Rus komünist dilcileri pek iyi biliyorlar ki tesis ettikleri bu «hâ- kimiyet» aldatıcıdır. Meselâ Kazan şivesinin foneti- ğine müstenit Kiril yazı edebi Tatar dili ve garbi Si- birya'daki Müslüman Tatar zümreleri için, hattâ bir

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 75

aralık Romanya'daki Dobroca Tatarları için edebi dil olarak mektebe sokulmuştu. . Yâni Altaylardan Tuna'ya kadar Kazan şehri Türklerinin telâffuzuna dayandırılarak tek bir Tatar edebi dili hâkim olaca- ğı söyleniyordu. Belki Romanya komünistlerinin dahli bile olmadan Ruslar buraya Kazan Tatar ede- bi dili sokmak istediler. Tecrübeleri muvaffak ol- madı. Dobroca Tatarlarında tedrisat evvelce de kıs- men tatbik olunan Romen diline geçti. Bugün Dob- roca'da Türk ilk mekteplerinde tedris dili Romence- dir. Kazan Tatar edebi diline bağlanmış olan garbi Sibirya Tatar şivelerine «Doğu Tatar şiveleri» deni- liyordu. Fakat Ruslar mahalli Tatar dilcilerini se- ferber ederek yaptıkları «Tatar diyalektoloji tetkik- leri» neticesinde bu kabilelerin «edebi dilin halka anlayışlı olması bakımından Kazan » Tatarcasına bağlı kalamıyacağını, güya «tesbit» etmiştir. D.G.T. Tomaşeva isminde bir dilci «Çuvaş Sovyet Cumhu- riyeti Bakanlar Kuruluna tâbi Çuvaş İlmi Araştır- ma Enstitüsü» (evvelce bunun ismi İlimler Akade- misi Filiyalı) idi. 1965 te çıkan 28. cildinde, «Garbi Sibirya Tatarlarının dilleri üzerinde araştırmaların bâzı neticeleri» unvaniyle neşrettiği yazısında garbi Sibirya Tatar şiveleriyle Tümen, Baraba, Tobol, I- şim, Irtış, Yalutar, Tevrız, Tom isminde ayrı şive- lerden teşekkül ettiği ve Tom lehçesinin «Çat», Evş- te ve Kalmak isminde üç şiveye ayrılmakta olduğu- nu, bunları tek bir Tatar edebi dili etrafında topla- mak güç olduğunu ve neticede Sibirya Tatar mek-

.teplerinin bir çoğunda tedris dili sıfatiyle Rusçaya . geldiğini bu yolda yapılan tetkikatın 1959 da yapıl-

dığını belirtmiştir. Ayni Çuvaş İlmi Enstitüsü neşri- yatında pe Danyarov isminde bir dilci «Semerkand Üniversitesinde Türk Diyalektolojisi probleileri-

N

76 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

nin işlenmesi» mevzuu üzerinde yazdığı enteresan makalesinde Ortaasya Türk şiveleri (omeselesinin ilmi ve siyasi taraflariyle uğraşmakla şöhret kaza- nan Profesör E. D. Polivanov'un «Özbek edebi dili- nin şiveler arasında tabii temas ve tekâmül neticesi olarak değil, sadece mevcut şivelerin mikaniki su- rette birleştirilmesi suretiyle de vücuda gelmiş ol- duğundan Özbek dilinin tarihte hiçbir vakit bir e- sas ana lehçesi mevcut olmadığını» belirtmiş. Bu za- tın ve Özbeklerden Reşatov'un araştırmaları netice- sinde Özbek dilinde Karlık - Çigil, Kıpçak ve Oğuz olmak üzere üç müstakil lehçeye dayandığı ileri sü- rülmüş. Bugünkü edebi Özbek dili Polivanov'a gö-

“re «bir tarihi temele dayanmadığından» bunun par-

çalanması da tabii bulunacaktır. Zaten Özbekler bi- dayette Karakalpak şivesini Özbekçeye ilhak yolu- nu tutmuşlardı. Olmadı. Müstakil edebi dil oldu. Horezm Özbekçesi de Taşkent Özbekçesine uyma- dığı ayni dil tetkiklerinde belirtilmektedir. Danya- rov bilhassa Özbekçeyi edebi dil olarak kullanmak- ta olan Kıpçak unsurunun kendi varlığını aktiv ola- rak göstermekte olduğunu kaydetmektedir. 1) Fa- kat Kıpçak unsurunun «bu aktivite»si ne şekilde te- zahür etmekte olduğunu izah etmemekle beraber bir gün bunun böyle olacağını önceden de tahmin

etmek mümkündü. Tatar ve Özbek edebi dillerini.

kullanan kabilelerin bir belli şive etrafında temelli surette birleştirmelerinin sebebi açıktır.

Ii Evvelâ bu edebi dil, sun'i olarak siyasi mak- satlarla kurulmuştur. Edebi Özbekçeye esas sayılan Ali Şir - Nevayi'nin dili bugünkü Özbek edebi dilin- den uzaktır. Sovyetler bu şairin dilini aslına yakm bir şekilde muhafaza ederek bu dili Kazak, Kırgız

ve Tatarcadan uzakta tutmak gâyesini takip etmiş-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE m

lerdi. Şimdi bu siyaset asıl «Özbek dili» ile konuş- makta oldukları esas gurupları birbirinden ayıra- caktır, 2) Şiveleri edebi dillerin temelini teşkil eden kabilelerin, kendilerine Polivanov'un tâbiriyle «mi- kaniki bir surette» ilhak olunan kabile ve zümreler üzerinde siyaset veya kültür üstünlüğü bakımından diğerlerinden farklı olmadıklarından nüfuzları yok- tur. Dobroca ve Garbi Sibirya Tatarların Kazan Ta- tar dilinde radyo konuşmaları da yapamıyorlar. Rus- çaya mukabil bir Özbek Üniversite dili yaratılamı- yor. Bu dillerde ansiklopediler vücuda getirilemiyor. Halbuki bütün bu dil siyasetlerini devlet kudretiyle tatbik etmekte olan ve dili devlet dili olan Moskova- daki Rus Komünist Partisi Merkezinin elinde her şey vardır. O bu dilleri dilediği şekilde sevk ve idare ediyor. Bu bakımdan ancak Kazak şivesi biraz daha müsait vaziyettedir. Çünkü bu dil her yerde hemen hemen aynıdır. 6 milyon Kazak bir edebi dil etra- fında toplanabiliyor. Kazak İlimler Akademisinin 1963'e kadar çıkmış beş cildini gördüğüm «Kazak Dili Tarihi ve Diyalektolojisi Meseleleri» serisinde «Diyalekt» hususiyetleri keşfetme oyolunda bâzan fazla gayret gösterilmekte olduğuna şahit oluyoruz. Rus matbuatında Kazakça Keray kabilesinin Altay mıntakasında yaşıyan Uvak kolunun «tamamiyle müstakil dil ile konuşmakta olduğuna» dair haber- ler okuyoruz. Türkmen ve Kırgız Diyalektolojileri- ne dair neşriyat da ayni istikamette yapılıyor. Me- selâ, Ersarı ve Horezm'deki Taşhavuz Türkmenleri- nin ve idare bakımından Tacikistan'a tâbi' Kırgızla- rın ötekilerinkinden tam ayrı hususiyetlere malik imiş.

Dile ait yazılarda gayri Rus milletler için «iki dilli olma» (bilingualizm - dvuyazyçye) insan me-

v5

78 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

deni hayatındaki yeni gelişme olarak tanıtılır, Bu- nu da azınlıkların kendi mensupları vasıtasiyle pro- pagandasını yaptırıp benimsetmek işine ön veril- mektedir. Bozkırlardan çıkan bir Nomad Rusçayı öğrenmek ve kendi dilini Rusçaya yakınlaştırmakla birden iki dile vâkıf oluyor, deniliyor. Üniversitele-

re ve yüksek medeni muhite intisap edebiliyor. Rus- -

lara göre kendi kültürüne aykırı olan İslâmiyet A- rap ve Fars kültürü, bu yoldaki inkişaflara engel ol- duğundan, onlarla bütün gayretle mücadele edilme- lidir. İşte Türklerin 12 asırdanberi mensup olup gel- dikleri İslâmi Türk kültürünü temelinden yok et- mek gayretleri bundan ileri geliyor. Bu «iki dilli- lik» ilmi kongrelerde çatışmalara vesile olmaktadır.

Diğer taraftan Rus dil siyaseti “Türk dillerinin köküne yöneltilmiştir. Vaktiyle Abdullah Cevdet ve benzerleri kosmopolitlik liberallik namına Türk di- li kuruluşunun muâsır medeni dillere uymasını mahzurlarından bahsettikleri gibi, Rus mahkümu

Türkler arasında da buna uygun fikirler telkin edi- .

lerek «milletin kendi içinden çıkan devrik cümle» tecrübelerine başlandı. Bu işte Komünist Partinin davranışları pek sinsidir. Bunun nasıl başlanıp na- sıl devam ettirildiğine dair tafsilât vermeğe lüzum yok. İkinci Cihan Harbi sırasında Almanlar tarafın- dan esir edilen Türk askerlerinden kâfi miktarda malümat toplanmıştı. Sonra mesele matbuatta ge- niş mikyasta aksetti ve Türkiye'ye de sirayet etti ve nasıl Türk dilini kökünden çürütmek ve Ruslaş- mağa karşı koyacak unsurları ortadan kaldırmak fikrine dayanan bu siyaset mektep ve bilhassa Ü- yatro ve çocuk neşriyatı yoluyla derin tesirler yap- maktadır. Türk milletinin dil bakımından o uçuru-

mun tam kenarında olduğunu gören. Türk aydınları

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 79

her yerde bilhassa Türk dilinin yapısı hakkında ge- niş neşriyat yapmaktadırlar. Rusya'da komünist ay- dınlar bu meselede kendi partileri ile acele müna- kaşaya girmekten çekindikleri halde, Türk dilinin yapısına dair gerçekleri büyük büyük eserlerle ve Rusça olarak aydınlatmaktadırlar. Bu neşriyat bil- hassa 1955 den sonra genişlemiştir, Bu sene Ameri- ka, Avrupa kütüphanelerinde bilhassa Göttingen Ü- niversite kütüphanesinde toplanmakta olan -bu nevi neşriyatı, benim ihtisas saham olmamakla beraber tetkik ettim, Azerbaycan neşriyatında, Kazan Üni- versitesi Profesörü Zekiyev'in ve Kazakierdan Prof Jubanov'un eserlerinde bu mevzua tahsis edileni ki. tap, risâle ve makalelerden ikiyüzden fazlasının un- vanları verilmiştir. Bunlar asılları olmazsa fotokopi- leri Türk Üniversitelerinde toplanarak tetkik edil melidir. Çünkü Rusların cümle kuruluşu üzerindeki siyasetleri yalnız Türk dillerine mahsus değildir.

Yayılma seferlerinde karşılarına çıkacak bütün di lerin köklerini kazıyorlar, Türk zümrelerine ait neş- riyattan şunları zikredeyim :

Kazan Türkçesi için Profesör oZekiyev'i de çıkan «Türk dili sintaksı» (s. 281), e «Tatarca dilinde cümle yapısı» (s. 464), 1966 da çı- kan «Tatar edebi dilinin sintaksı» (s. 290). Yine çok mühim olan Safiyuttin «Tatar dilinde kelime sıra- sb, «Tatar dili problemleri» ve Kurbatoy «Tatar dilinin sintaksı ve Stilistik> (1952). «Muâsır Uy- gur (Doğu Türkistan) edebi dili» ikinci cild a taksı (1967). Şarki Altayda Minyosiski La (U- yanhay) Türklerinde sinaksis meselesi için bunların dil âlimi Sat «Tuva edebi dilinin sintaksi» (1966) Bunda Gök - Türk, Tatar, Kazak, Kırgız, Yakut dil leri Türkiye Türkçesinden misâller alrek Türkler-

N

80 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

de sintaksın Çuvaş dili için bu Türklerin büyük dil âlimleri olan Pavlov ve Andreev'in eserleri mühim- dir. Pavlov 1965 de «Çuvaş muâsır edebi dilinin morfolojisi» ismiyle 346 sahifelik bir ilmi eser neş- retmiş, buna Andreev Çuvaş ilmi cemiyeti yazıları (Uçenyye, Zapiski), eild 32 (1966) da yine ilmi ten- kitlere Türk dillerinin bünye meselelerini aydınlat- mıştır. Yine bu Prof, Andreev'in 1961 de Çuvaşça 0- larak «Çuvaş. dilinin » ünvanlariyle neşro- lunan eserinde bu dilin cümle ve grameri bakımın- dan sabit ve istikrarlı olduğu isbat edilmektedir. Özbekçe için Abdurramahov'un «Muâsır Özbek ede- bi dilinde uzun cümleler sintaksı'nm esasları» Taş-

kent 1960. Gulamov ve Askarova «Hazır ki zaman

Özbek dili sintaksi» Taşkent 1951. A. Safiyev «Öz- bekçe sade cümlelerin sıralanması» 1958. Kazak ve Kırgız lehçeleri için: Nur Muhammedova «Türk dil- lerinde âdi cümlelerinde söz sırası tipleri», 1965.

(Bunda bilhassa Özbek, Kazak ve Kırgız ve Kara-

kalpak dilleri esas edinmiştir). Kırgız lehçesi için Sakubov «Kırgız dilinde âdi cümle tipleri» 1965. Ciyanbayev «Sintaksis meseleleri». Kazan dilinin sintaksi için bunların genç âlimleri Prof, X. Suba- yev tarafından yazılan 1936 ve 1966 senelerinde iki defa neşrolunan «Kazan dilinde kelime sırasının ta- rihi» namiyle neşrolunan eser de çok mühimdir. O bu dâvayı bu dâvanın Gök - Türklere Uygur dili ve Muhammed Kaşgar ve sonraki edebiyat nümunele- rinde misâller getirerek aydınlanmıştır. Sonra Ba- lakayev 1958 de «Muâsır Kazak dilinde cümleler teşkili», 1959 da «Muasır Kazak edebi dili» ismiyle kıymetli eserler neşretmiştir,

Başkurt lehçesi için K. Ahmirov'un «Başkurt dili sintaksine dair tetkikat» Ufa 1962, 1958, «Azer-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 81

baycan kelime Türkçesi içün» 1963 de Bakü'da neş- rolunan «Azerbaycan dilinin gramatikası» kitabın ikinci cildi «Azerbaycan sintaksı» Hüseyinzâde ve Sıraliyev'in sintaks'a ait müşterek eserleri. Türk- mence için: Azimov ve Mayliyev'in «Türkmen gra- meri» (1959) tek cümle ve sintaks'a ait ikinci cild,

Ni A. İbrahimov «Muasır Türk dilinde âdi cümlelerin

sıralanması» Ashabad 1959 mühimdir. Yine H. Gad- jiyev'in «Cümle kuruluşu meselesine ait malzeme- ler. Türk dillerinin öğrenmenin metodu» Moskova 1963.

Bugün bu eserlerde Türk dilinin bu lehçelerin- de cümlenin kelime sırasının tarihten bu lehçelerin bugün konuşulan ve yazılan şekillerinin sabit ve müstakim olduğu isbat edilmektedir. Rusların ve onlara hizmet etmekte olan bâzı zevatın Türk dili

.bünyesini değiştirme yolundaki zorlanmaları netice

vermemektedir. 1963 de Frankfurt'ta beynelmilel petrol kongresine gelen Sovyet delegeleri arasında bulunan bir Azerbaycanlı mühendis, orada kendisi- ni ziyaret eden bir hemşehrisinin elinde bir İstan- bul solcu gazetesini ele alarak «Bu dili anlıyamıyo- rum. Fakat bir şey anladım: bizim sekiz sene uğra- şıp iflâs ettirdiğimiz devrik cümleyi Türkiyelliler kendi dillerine sokmak istiyorlar. İşte bunu anla- dım» demiş, Türk olmıyan «gayrirus» ların neşriyatı ile uğraşamadım. Yalnız Moğollardan T. Bırtagayev- in «Muasır Moğol dilinin sintaksı» ünvaniyle 1964 de Moskova'da neşrolunan eseri ve Mari (Çeremis) lerin edebi dilinde cümle teşkili meselesine ait eser- ler gözüme çarptı. i

Rus mahkümu olmıyan Rusya'ya komşu millet-

6. F.

Ni

827 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

lerin dillerinin bünyelerine ait eserler Rusların ken- dileri tarafından yapılan neşriyatın bâzıları sırt si- yasi temayüllerini -beliritmek üzere yazılmıştır. Bun- lardan 1964 - 1965 senelerinde iki cild hâlinde neşro- lunan «Çin ve Cenubi Asya kavimlerinin dil sis- temlerinin islâhı meseleleri» ve 1965de «Asya ka- vimlerinin muasır edebi dilleri» ünvanlariyle neş- rettikleri eserler çok mühimdir. Bu son eser muh- telif Asya dillerinin mütehassısları olan Serdücenks- in (muasır Çin), D'yakov'un (muasır Hind), İ. Klu- yevw'in (Pakistan, Urdu), B. Nikolsky'nin (Kore dil- leri), İ. Aleşin (Vietnam dilleri), L. Morev'in (Tay- lan dili), N. Dvoriankov'un (Afganistan Pustu dili), F, Aliyev'in dillerine, L. Starostov'un Türkiye türkçesine ait makaleleri içine almaktadır. Bütün bu diller hakkında faydalı malümatı ihtiva eden bu eserlerde umumi ton bütün edebi dillerin «halka yakın» olup olmadıklarına yâni ayrı vilâyet- lere ayrılma imkânları olup olmadığına dikkat edil- miştir.

Rus mahkümu milletlerden ancak Ermenice ile Gürcüceye dokunulmamakta, hattâ onların tarihi hayatının devam etmesi hususunda yardım edil- mektedir. Bunu Ruslar İlimler Akademisinin kom- şu Türklerin dilleri meselesiyle bilhassa meşgul o- lan bir âzâsı Prof, B. A, Serebrennikov bu dillere ve Baltık dillerine dokunulmamasının sebebini «ifa- de tarzları Oktober inkılâbından evvel (yâni daha Çarlık zamanında) muayyen şekil almış olan bu dillere Rus dilinden kelime ve kaideler aktarmak intensiv olmamıştır» şeklinde anlatmıştır. Rus mah- kümu Türklerin edebi dili ise güya Oktober inkilâ- bma kadar tam şeklini bulmamış olduğundan Rus

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 83

dili hükmü altına girmiş imiş (1). Umumiyetle Rus- lar Arap kavimleri yüzünden İran'a, Afganistan Hind ve Çin gibi kavimlerin dillerindeki hafif nok- taları tesbit ediyorlar. Fakat dişleri geçmiyecek ve kendi nüfuzları altına gireceğini (okestiremedikleri Sveç gibi kavimler hakkında böyle taharriyatları yoktur. İran, Afganistan ve Türkiye'de dil meselele-

'ri üzerinde açık, gizli mümessilleri eliyle yarattık-

ları faaliyet ayni etüdlere tâbi kalıyor. Kızıl Çin'in Sovyetlere karşı gösteriler esnasında Rusların Çin- liler arasında yetiştirdikleri memleketler eliyle Rus kültür ve Rus Kiril alfabesi tatbik etmelerine sebep olmuştur. Bunu muasır Çin hayatını ellerin. den kaçırmamaları Okaydetmektedirler. o Dillerin bünyelerini değiştirmek yolunda uğraşanların o ço- gunu bizzat gönderdikleri Rusların tâlimatı üzeri- ne yaptıkları işler her yerde birdir. Bizdekiler bu değişik cümlelerin sonu ne olacak, cümleler nereye

kadar değiştirilecek diye sorarsanız hiç müsbet ce- vap vermezler, Dilimizin bünyesi üzerinde temelli

ameliyat yapmak iddiasiyle ortaya atılan Nurullah

Ataç 1949'da dostu olan Fakülte dekanını görmek

için bekliyormuş. Kendisine bu devrik cümle inki- lâbı nereye kadar gidecek sualini sordum. Baştan

savma cevaplar verdi. İnkârdaki fikir kendi malı

değildi, Başkalarının telkini ile hareket ediyordu.

Yalnız cümle kuruluşu bizi tatmin etmiyor,. Yenilik

hareketinin başlangıcı budur, dedi. Ben de sizi cüm-

le kuruluşu ve dilimizin eksik varlığı tatmin etmi-

yor. Fakat morfoloji tatmin ediyor mu? dedim. Ce-

vap alamadım. Görülüyor ki meselenin künhüne

tam vâkıf değildi.

(1) Voprosy Razvitiya literat turnyx yazykov Nurodov SSSR v Sovetskguyu epoxu, Alma-Ata 1964 p. 294.

a

84 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI! ÜZERİNE

Rusyalı (oMüslüman komünistlerden görüştü- güm bâzı zevatın da bu hareketin istikbali ve aslâ hedefi ne olduğunu iyi bilmediklerini gördüm. Yal- nız Rusların yerli kavimlerine mensup komünistler- den milli taassuptan kurtulmuş enternasyonalist ol- muş diye vasıflandırdıkları müstahdemleri obuna cevap vermekten çekinmezler. Ezcümle 1962 Alma - Ata «Sovyet kavimlerinin edebi dilleri» kongre Rus tezini savunan Kazak komünisti kadm Hasenova Azerbaycahlıların ve Kazak dilcilerinin Türk dili, bünyesi Rus dilinin «müsbet» (blagotvorny) (tesi- rinden korkma yolunda fazla mübalâğa ettiklerin- den Rus dilinin Türk dillerini morfoloji sahasında

da kendi nüfuzu altına alacağı muhakkak olduğun-

dan, bilhassa sıfatların Rusçaya uygun bir surette «inkişafı» neticesinde Türk dillerinde «fiil (verba) larm da bu tesir altına gireceğinden bahsetti. Kazak bilginleri Türk dillerinin morfolojisinin zırhlı (nep- ronitsâyemyj) olduğunu iddia etmelerinin oyersiz- liği kendi dillerine «oglu» edatı yerine Rusça «ov» nin girmesiyle sabittir. Ne için biz Rusçadan gelen Krovat. Stol (karyola), (masa) gibi kelimeleri güya kazaklaştırarak «üstel, kerevet diye söylüyor ve yazıyoruz. Bu gibi kelimeleri Rusça telâffuzu ile birlikte almanın zamanı gelmiştir. Sosyalist inkılâp bunu icap ettiriyor» demiştir. (1)

Ayrı cumhuriyetlerde Türklerden yetişmiş Ko- mühnist Parti liderleri bunu pek iyi biliyorlar. Ka- zan Komünist Parti lideri Candildin hakikati gizle- meye lüzum görmeyip «Biz şimdilik iki dilliyiz, fa- kat Rusça tam benimsenince Kazakça Rus neşriyata ancak Rusçayı iyi bilenler için gerekli bir edebiyat

(4) Aynı ese rs, 194-195.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 85

olduğudur» demişti. Yâni, Kazakça muvakkat dil- dir Rusça benimsendikten sonra kalkacaktır.

Rus mahkümu Türkler arasında yapılmakta o- lan dil inkılâbı ve siyaseti zâhiren Rus lehine hızla gelişiyor gibi görüldüğü halde fikrimce bundan an- cak dilin normal gelişmesine mâni olacak anarşiden başka netice çıkmıyacaktır. Çünkü : il

1 Evvelâ bu iş, dediğim gibi, yalnız Türklere has bir siyaset değildir. Çin'in diline lâtin alfabesi tatbikinin fedakâr mücahidi olan Çu-Çin Pay'ın dâ- vası 1956 da galip gelmiş, Kiril - Rus alfabesinin ci- hanşümul yolda lâtinceye rekabet edemiyeceği bel- li olmuştur. Yâni bu hareket ancak Rus mahkümu milletlerin yakın komşularını ilgilendiren bir siya- si hizmet şeklini almıştır. 1956 dan evvel Moskova” nın cihan inkılâbının fiili merkezi olacağı ve Rus dilinin Asya ve Avrupa'da yegâne hâkim dil olaca- ğına inanç Rus propagandasını yaşatıyoçdu. o Bir- manya ve Hindistan'da kırala komünistleri arasın- da bile bu fikir yayılıyordu, şimdi o propaganda or- tadan kalkmağa mahkümdur.

2 Diğer taraftan Sovyet Rusya dahilinde Ko- münist Partisinin bu dil siyasetine karşı uyanıklık devri başlamıştır. Asıl Rusların kendi aralarında dahi ilmi çalışmaları komünistlerin cihanşümul si- yasetine uydurmak yolundaki çabaların pravantor- ye nazariyle bakanlar var. Hasseten Türk dilleri ü- zerinde yapılmakta olan ameliyatı, kabileler arasın- da geliştirilmek istenen ayrılığı 'sun'i surette vü- cuda getirilen 18 alfabe yerine tek alfabe yaratmak hususunda son zamanlarda Türk kavimleri mümes- silleri tarafından israrla ileri sürülen fikirleri des- tekleyen ilim adamları vardır. Prof. Baskakov, Bo- rovkov, Übriatova bu cümledendir. Bu son dilciyi

N

86 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ben, bir Yakut Türkü zannetmiştim. Çünkü nutuk- larında ben «Yakut dilcilerini temsil ediyorum» di- yordu. Sonradan bunun hakikati seven bir Rus âli- mi (ihtimal aslı Yakut'lardandır?) olduğu anlaşıldı. 1965 de Avrupa'daki ilim kongrelerine gelen ve gay- rirusların dil.dâvalarına vâkıf bir Rus âlimi batılı bir dostuna şu sözleri söylemiştir: «Biz Çarlık dev- rinde dahi gayrirus kavimlerinin Ruslaşmasını is- tiyorduk ve bunun onların hakkında mühim bir merhale olacağına inanıyorduk. Fakat komünistle- “rin tatbik etmekte olduğu plânları bir gün kavimle- rin dillerini yok etme işini beş yıllık plânlara almak gibi cezri tedbirlere gidileceği hayâlimizden bile geçmezdi. Sun'i alfabeler Rus aydınının düşündüğü şeyler değildir». Bugün aydın Türk unsuru müs- tahdemler elbette müstesna, bu hareketlere karşı birleşmiş haldedirler ve kongrelerde ve bu konuda- ki münakaşalarda korkusuzdurlar. Bunlardan ben iki kongredeki münakaşaları matbu zabıtlardan öğ- renebildim. Biri 10 - 13 Aralık 1956 ve Bakü'da top- lanan «Türk dillerinin diyalektoloji kongresi», di- geri 20 - 24 Kasım 1962 de Alma - Ata'da toplanan «Sovyet kavimlerinin: edebi dillerinin gelişmesi» mevzuu üzerinde konuşan ve Türk olmıyan ekalli- yetleri de içine alan kongredir. Birinci kongrenin zabıtlarından 5 cild olmuştur ve kütüpha- nemde vardır. İkinci kongrenin estinografi zabıtla- ise bir cild hâlinde 1964 de Alma - Ata'da yayın- lanmıştır. Bu kongrelerden ben «Dünya» gazetesin-

de 1966 da 8, 10, 12, 138 ncü nüshalarında bahis mev-

zuu etmiştim, Burada Rus İlimler Akademisinin mümessilleri olan Serıbrenniko ile Skarik'lerin son

95 sene ameliyat neticesi Rusya'nın şimalindeki Fin .

kavimlerinden Il kavmin artık aile içinde Rusça

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 87 konuşarak Rusluğa tam olarak temessüt ettiği «ha- yatın tabii gidişi» sifatiyle bahsetmelerine isyan et- tiler, Tatar, Başkurt, Kazak mümessilleri hahi bizim nekadar ömrümüz var? Siz hergün sun'i alfabe ya- ratıp bizi yekdiğerimizden ayırarak yok etmek e

, yesini güdüyorsunuz. Siz bizlere «Türkçe konuşan

kavimler» ismi vermekle aslı Türk olmıyan kavim- ler olarak tanıdığımızı belirtiyorsunuz mealinde söz- ler sarfetmişlerdir. İlimler Akademisi filoloji dok- tor namzedi olan Kazanlı Kurbatov bu profesöre Tatar aydınının diğer leksiık ve bünye cümle deği- şikliği ile ne gibi bir şekil almakta olduğunu belir. terek bizimkiler «Ben sizin çıkışınızı bir ay önce radyoda dinlemiştim» cümlesini şimdi bir ay tomu azad radyodan tınladım sizmin çıkışni şeklinde söy- liyorlarmış, demiş, Yâni Rus dilini meşketmenin neticesi olarak cümle kuruluşu ile müvazi olarak Slavca terkibi ibarelerin de cümle içinde birleşmek- te olduğunu anlatmıştır.

Çuvaş İlmi Araştırma Merkezini temsil eden İ Andreev Rus İlimler Akademisi mümessillerine hi- taben hep Ruslarla birleşmekten Rus dilinin Türk dilleri sintaksi üzerindeki tesiri, leksik değişiklikler artık gözle görülen hakikatlerdir. Siz «iki dilli mil let» olmamızı istiyorsunuz. Bunun neticesi ancak Ruslaşmış yâni iki dil yerine bir tek Rus dilini hâ- kim kılmak olacaktır, demiş Başkurdistan «İlmi A- raştırma Enstitüsü» mümessili Garipov yine Sovyet ilimler Akademisi mümessillerine hitaben $iz beni «Türkçe konuşan kavimler» diye adlandırmakla Türk menşeimizi şüphe altına almak ve Türkleşmi fakat aslında Türk olmıyan milletler olarak ii mek istiyorsunuz. Türk kavimleri bile birini diğe- rinden ayıran bu alfabeler birleştirilmeli, orpograf-

N

83 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ya (imlâ kaideleri) diye kararlaştırmalı. Bu yolda çalışacak komisyonlarda Türk kavimleri mümes- " sillerinin bir arada çalışmasına müsaade edilmiyor, cumhuriyetleri bu meseleleri kendi başlarına mün- feriden yapmaları isteniyor, elbette böyle çalışma- dan bir netice çıkmaz. Bir de «istikamet verici mü- esseseler» (direktivmzye organy) arasında hukuk bakımından müsavat yok. Biri üstün hukuka ve im- kânlara mâliktir, bu halde elbette ancak «merkez» in (yâni Moskova'nın) dediği oluyorsa birbirine ak- raba olan dillerin alfabelerinde harflere 1950 den sonra verilen ayırıcı ufak alâmetler yerlerinden kı- mıldâtılıyor, demiş. Kazakistan filoloji ilimler nam- zedi A, Iskakov da «Türk dili üzerindeki ilmi araş- tırmalar ancak bu dâvaları muhtelif Türk kavimle- ri mümessillerinin bir arada müzakere etmeleriyle mümkün olur. Türk lehçelerinde ayni kelimeler (bu yeni Kiril hür alfabeleri tatbiki neticesinde) ayrı İ- şaretlerle fark edilerek ayrı dillere ait sözlermiş gi- bi yazılıyor. Bu ayırıcı sun'i işaretler komşu kabile- lerin yazılarını okumayı güçleştiriyor. Meselâ bir Kırgızca metni Kazaklara, Azerbaycanca metinleri Türkmenler, Özbekçe metinleri Uygurlar ancak Zor- lukla okuyabiliyorlar, demiş. (o Kırgız İlimler Aka- demisi âzâsı Sartbayev her şeyden evvel kardeş Türk kabileleri tecrid etmek için uydurulan ayrı al- fabeleri birleştirmek lâzım. Bizde meselâ «kaf» ile yazılan şimdi altı türlü harflerle ayrılmıştır. «F», «C» de öyle, demek tatbik edilmekte olan 18 alfabenin en kötüsü de Azerbaycan şivesi için kul- lanılan alfabedir, demiş. Böylece Rus mahkümu Türklerin edebi dil meseleleri sadece parti merkez- lerinin sırrı olmaktan çıkıp kongreler açık müna- kaşa mevzuu olmak yoluna girmekte Ruslar ve

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 29

«müstahdemleri» Türk inkârı karşısında cevap ver- -mek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Çin'den baş- layıp şimdi Sovyetlerin batıdaki peyklerinde hürri- yet ve fikir serbestisi hareketlerinin Türk kavimle- rine yakıştırılan ayrı edebi dil ve ayrı alfabe mese- leleri üzerinde müsbet tesirleri olacağı tabiidir,

Böyle müsbet çalışmalar daha şimdiden belir- miştir. Evvelâ alfabelerin birleştirilmesi, diğer dil üzerindeki mesainin Moskova direksiyonu altında değil Türk kavimlerinin kendi aralarında müzake- reler yapılması şeklinde olmasını bilfiil tahakkuk ettirmek istiyorlar, Ruslar «birleşik alfabe» mesele- sini Arap alfabesini yeniden getirmek yolundaki ta- lep gibi göstererek bu hareketi bir çirkin irtica ha- reketi olarak göstermek ve o şekle sokmak istiyor- lar. Taşkent'te «Özbekistan hazırgı günlerde» ün- vaniyle Arap harfleriyle bir mecmua çıkarılmakta bâzı ayrı risâleler ve Diyanet İşleri İdaresi tarafın- dan da yine eski harflerle «Hicri ve Kameri tak- vim» neşredilmektedir. Ayrı risâlelerde Arap harf- leriyle yazılan Türkçe kasdı mahsusla Arapçalaştı- rılan Türkçelerle doludur. Halbuki kongrelerde or- taya atılan talepler Arap hurufatının ihyası değil, bugün kullanılmakta olan muâsır alfabelerin yerleş- tirilmesidir. Bunu lâtin veya «Türkiye alfabesi» di- ye adlandırılıyor. Ancak Türk kabilelerine cebren takılmış olup Slav - Kiril alfabesinin birleş- tirilmesini istiyorlar. Edebi dil meselesinde göze çarpmakta olan tekâmül Çuvaş, «Tuva», Hakus ve Yakut dilleri ve kültürleri hakkında üniversite ve- ya Rusça yapılan son seneler neşriyatında hep Gök- Türk, Uygur ideleri, Mahmud Kâşgari bahis mev- zuu ediliyor. Çuvaş «İlmi Araştırma Merkezi» nin şimdiye kadar 30 dan fazla cild teşkil eden «İlmi

N

90 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Yazılar» (Uçurayya Zapiski) ve başka Türk şivele- rine ait makaleler çıkıyof ve bunlar diğer Türk dil. leriyle mukayeseli araştırmalar şeklindedir. Benim Türkiye kütüphanelerinde mevcut eski Türkçe Kur'an tercümelerine ait yazılarım, merhum. Hüse- yin Namık Beyin eski Türk yazıları, Orhan Şaik'in Dede Korkut diğerlerinin Oğuz Destanlarına ait ya- zıları istifade edilmektedir. Yakında İstanbul Üni- versitesi Rektörüne Başkurt Destanı «İlmi Araştır- ma Merkezi» nin tarih mütehassısı Prof. Kasım Ah- mer'den böyle ilmi işbirliğine, buradaki neşriyatı- nın kendilerine gönderilmesi ricasiyle bir mektup gelmiştir ve ayrı Türk lehce edebiyatları üzerindeki çalışmalar diğer Türk dilleriyle müvazi öğrenmesi lüzumu Türkiye Türk neşriyatında istifade edilmek zarureti anlatılmıştır. Başvekilimizin seyahati es- nasında da böyle temenniler her yerde izhar edil- miştir.

Bu gibi olaylar dolayısiyle fazla optimizme ka- pılmamak gerekir. Bu talepler artacaktır. Rusların Rus dilini bütün dünya edebi dili yapmak hayalleri de ortadan kalkabilir, fakat komünistler tarafından idare edilmekte olan muasır Rus aydını gayri rus mil- letleri Ruslaştırmak ve onların dilleri üzerindeki kont- rol fikirlerinden büyük bir zaruret hâsıl olmaz ise aslâ vazgeçmiyeceklerdir, Onlar muâsır Türkiye'nin Rus mahkümu Türkler, İran'ın Tacikler üzerindeki te- sirini yok etmek için siyasetlerini Türkiye ve İran'- da yürüteceklerdir. Sovyet Rusya'daki gelişmeleri pek yakından öğrenmek ve Türkiye'de edebi dilin istikrarına karşı dışarıdan gelen tesirleri bütün mil- letçe ciddiye almak gereken tedbirleri almakta ge- cikmemek farzdır. Türkiye de Atatürk'ün nutkunu

ve Ömer Seyfettin gibilerin dilini Arapça terkipler

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE gi

hariç esas edinmek ve istikrar temin etmek yoluna karşı gelenler bunu irtica hareketi gibi göstererek çürütmek yolunu tutanlar ayni Sovyet Rusya'da tatbik olunan sindirme tedbirlerinin Türkçe tercü- mesi olduğunu kesin olarak bilmemiz lâzımdır, Rus- ya mahkümu Türkler ortadan kalkmadıkça Türki- ye'nin edebi diline müdahale de hiç kalkmaz. Bunu belirten başlıca delil burada bahis konusu edilen Al- ma - Ata 1962 dil kongresidir. Burada güya müna- kaşalara karşı tolerans gösteriliyor intibaı verilmek isteniyor. Fakat kongrede komünist Rus dil siyase- ti hakkında fikirlerini bu şekilde açık söyleyenlerin bilhassa Türklere münhasır bir azınlık teşkil etme- sini temin hususunda önceden tedbir alınmıştır.

. Gayriruslardan Rus Avrupa ve Asya'sının şimalin-

de bugün dillerini kaybetmiş ve etmekte olanların mümessillerine fazla yer verilmiş. Bunlardan mese- Fin Komi'lerin mümessili «Biz Komi diline Rus kelimelerinin azami kudretle akmasını temin ede- lim ve cümle kuruluşu bakımından Rus dili hâkim olsun» diyor. Mari Kosendi Nangitov «Rus dili tesi- ri ile Mari dili fonetik ve cümle kuruluşu bakımın- dan. değişiktir ve binlerce Rus kelimeleri dilimize akıyor. Evvelce dilimize Tatar dili tesiri oluyordu. Şimdi o kesin olarak kesildi. Diğerleri de heb le tengrad «Diller Bilgisi Enstitüsü» mümessili Sko- rik'i alt etmektedir. Bununla Rus KP sekin diller siyaset merkezinin Rusya İlimler Akademisinin bu enstitü olduğu aşikâr olmuştur, Bunu temsil eden- ler kafalarını koltuklarına alarak hakkında müna- kaşa edilenler için ehemmiyeti yoktur, söylesinler, tarzında konuşmuşlar, En cesur konuşanlar. Rus'lar- la onların «müstahdem> leridir. Bunlardan meselâ, Kazakistan mümessillerinden S. Nurhanov'dur. O,

Ni

92 TÜRKLÜĞÜN MUZADDERATI ÜZERİNE

(s. 230) Rusların Kazak diline zorla sokmakta ol- dukları sintaks formaları için bunlara yapıcı (Kons- truktiv) rol atfetmektedir. Önce bu devrik cümle- ler. Rusçadan Kazakçaya tercüme edilmekte olan e- serler yolu ile giriyor ve Türkçesi genişlettiriliyor. Nurhanov devrik cümlelerin dört nev'ini sayıyor ve bâzısını müsbet , karşılıyor. Rus bilginlerinden Batmanov diyor ki «Eski Türk dili ideleri üzerinde- ki araştırmalar bugüne kadar esas gâye telâkki olu- nuyordu. Şimdi ise bu eserler başka maksatla tet- kik edilmeli. Şimdi Rusça sözlerin çifte dillilik yolu ile içeriye akması neticesinde mahalli Türk şiveleri

zenginleşiyor. Bunu eski idelerle karşılaştıracak es- -

ki idelerdeki. Türkçenin fakirliğini ortaya koymalı. Tuva, Yakut, Altay ve Hamasi Türk edebi dilleri şimdi buşekilde (Rusça kelimeleri bol miktarda içe- riye alarak) gelişiyor». Bu sözleriyle Nurhanov ve Batmanov milli varlık dâvasında bulundukları Rus- çanm istilâsı neticesinde edebi Türk dillerinde Türkçe kelimeler kenara atılınca yerine Rus ıstılah- ları geliyor diye bundan korkmalarına cevâp ver- miş oluyorlar. Bâzı mümessiller ağızlarındaki bakla- pek çıkarmıyorlar, fakat netice itibariyle yine ik- tidar lehinde konuşuyorlar bunlar da Özbekistan “mümessili K, X, Xanzarov (Milli diller» in karşı- sında bulunan Rusça için «Milletlerarası dil» (Mej- nasyonalnyy Yazyk) tâbirini kullanıyor. Ona göre milli dilleri kendi hallerine bırakmalı. Tazyik yap- mamalı, yukarıdan talimat vererek 'onların ge- lişmelerine mâni olmamalı. Çünkü bu (yâni dilin Ruslaştırılması) herhalde olacaktır. Çünkü Rusya

Komünist Partisinin XXII. kongresinde Huruşcuk

bunun böyle olacağına işaret ederek Rus dili Sov- yetlerin gayretiyle Sovyet milletlerinin ikinci ana

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 93

dili olmuştur. Lenin ise «bu gayrirus diller uzun müddet yaşayacaktır» demekle bunların hayatları-

'nın muvakkat ve geçici olduğunu söylemiştir. Ka-

zak halkı da bunun Kaçınılmaz olduğunu bilerek kendi ihtiyarlarıyla Rus dili kucağına atılıyorlar... 1960 - 61 gelen Kazak halkının yüzde 27 si ilk mek- teplerin dili olarak Rusçayı kabul etti. Komünizmin yaradılışı bunu icabettirmektedir. Ve Rus dili müş- terek dil oluyor. Sosyalizm yolu ile terakki bunun- la mümkün olacaktır. Diğer kongreye iştirak eden Kazak Kenesbayev gibiler bu meselede (Ruslarla münakaşa etmiştir.

MUASIR DOĞU TÜRKLERİNDE FİKİR VE İLİM HAREKETLERİ

1929 de Sovyetler hâkimiyeti Doğu Türk ülkele- rinde tam olarak yerleştikten sonra 1929 da Arap harfi, 1940 da Lâtin alfabesi kaldırılıp Rus alfabesi yerleştirilmekle ve aynı zamanda siyasi maksatlarla kültür 'işçileri arasmda yapılan tasfiyelerle, keza kültür hayatının kemdışmda yapılan cezri değişik- liklerle daima fâsılalanan fikir ve ilim hareketi bu ülkelerde ancak büyük sektelerle devam edebildi. Maamafih Arap hurufatiyle 1929 senesine okadar Sovyet hayat ve siyasetine uyulmak esasında çok ilerlemeler elde etmişti; şimdi de 1950 den sonra Rus alfabesi ile tahsil eden gençler yetişmekle ve halkın da buna alışmasiyle yeni bir hamle başlamış- tır, 1929 - 1940 arasında kullanılan Lâtin alfabesi devri 1937 - 38 gibi onbinlerce münevverin asıp ke- silmesi, 1931 açlığı ve harp zamanına tesadüf etti- ginden hiçbir müsbet mahsul bırakmamıştır. Halkın nefretle karşıladığı Rus alfabesi hem harp çağma rastlamış, harpten sonra da onun felâketli âkıbeti, münevver tabakayı silip süpürmesi zamanına tesa- düf etmiş olduğundan 1950 senesine kadar hiçbir ciddi mahsul vermemiştir.

Hazar denizinin garbındakilere karşı bunun şar-

kında ve şimalinde yaşıyanlara umumi isim olarak «Doğu Türk kavimleri» diyoruz. Bunlardan muhte- lif uruglara mensup Sovyet hacıları 1926 ve 1928 se-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 95

nelerinde İstanbul'dan geçerken umumiyetle ve gü- ya kendi aralarında danışmış gibi şu mütalâayı ser- dederler ve dışarıdaki muhacirler tarafından da kendilerini tasvib eden sözler işitirlerdi: «Sovyet şeraitinde milli ihtiyaçlarımızı tatmin edici hiç bir yapmak imkânı yoktur, kıyam hareketleri tenkil edildikten sonra tam esir vaziyetindeyiz; yegâne e- melimiz Sovyetlerin maarif siyaseti ne olursa olsun çocuklarımızı Rus mekteplerine göndererek bir hü- ner öğretmeyi gâye edinmişizdir, bizi bu esaretten ancak ilim ve hünerin kurtaracağına hepimiz inanı- yoruz». İşte toplanıp müzakere etmeden kabul olu- nan bu karar Doğu Türklerinin umumi milli şiarı olmuştu. Bu bilhassa Kazak, Türkmen ve Başkurt gibi evvelce yarı göçebe olan unsurlar arasında ge- niş mikyasta teammüm etti. Kazakistanm yeni ye- tişmiş münevverlerinden felsefe doktoru ve Komü- nist Parti sekreteri N. Djandildin geçen sene «Ga- zagistan Komünisti» dergisinin 'Temmuz sayısında Kazaklar arasmda maarifin sür'atle yayılışı hakkın- da şu malümatı vermektedir; «1932 - 34 senelerinde Kazakistandaki bütün yüksek mekteplerde Kabak- lardan ancak 1130 mütehassıs çıkarılabilmişti; 1935 - 37 üç senesinde 7000 Kazak mütehassıs çıktı; 1938 - 40 üç senesinde orta teknik mekteplerinden 23.000 orta tahsilli Kazak mütehassıs; 1941 - 43 üç senesin- de 52.600 orta tahsilli Kazak mütehassıs çıktı.» Ka- zakça resmi «Sosyalıstıg Gazagıatan» gazetesi 29 O- cak 1957 tarihli nüshasında yine şunlar yazılıdır: Şimdi Kazakistanda orta ihtisas mektepleri 135, yük- sek mektep ve üniversiteler 25 dir. Bunlardan her akademik senede Kazaklardan 20.000 den fazla Ka- zak mütehassısı çıkmaktadır. Şimdi cumhuriyetin 25 üniversitesi ile beraber 115 ilmi enstitüsü var,

Ni

96 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bunlar da Kazaklardan 1172 : âlim vazife görmekte- dir, bunların arasında 22 si ilmin muhtelif sahala- rında imtiyaz kesbetmiş olan ilim doktorları, 281 kadar bu yüksek ilmi rütbeye namzet olarak çalış- makta olan Akademi kandıdaları vardır. Özbekler- den Prof, Karınıyazov Özbekistanda kültür hayatı- ve ilim müesseselerinin faaliyetlerini geniş mik- yasta bahis mevzuu ederek, fakat maalesef ilimden çok propagandayı öne alarak yazdığı «Sovyet Öz- o bekistanının kültür tarihi» nam büyük (560 sayfa- lık) eserinde de 1954 senesine kadar ilk, orta ve yüksek mekteplerde tahsilin pek hızla arttığını gös- teren rakamlar vermişse de bu rakamları milliyet- lere göre ayırıp göstermemiştir. Yalnız 1939 sene- sinde Özbekistanın yüksek -mekteplerinden mezun olanların adedi 10.869 olduğu, bunlardan 1150 sinin iktisat mütehassısı, 1016 sının ziraat mühendisi, 2155 inin tabib, 345 inin baytar, 2478 inin pedagoji mezunu, kalan 2828 inin başka ihtisaslara mensup zevattan ibaret olduğu ve bu adedin her sene arttı- ğı, pedagoji mektep ve enstitülerini ikmal edenlerin adedi 1949 da 40.348 iken 1953 te bu adedin 57.658 e çıktığı kaydedilmekle iktifa edilmiştir. Maamafih Sovyet hâkimiyetinin 40. senei devriyesi dolayısiyle «Pravda Vostoka» da verilen malümat orta ihtisas ve yüksek mekteplerde tahsilin OKazaklarda diğer . uluslara nisbeten daha fazla olduğunu göstermiş- tir. i

Bir taraftan tahsil rağbetinin fazlalaşması nis- betinde ilim ve sanayi müesseselerinde Doğu Türk- lerinin ehemmiyeti artmakta ve hiç bir geniş tasfi- yeyi tahammül edemiyecek omâhiyet kesbetmekte olduğu, diğer taraftan Rus dilinin çok yayılması nis-

betinde milli hayata ait edebiyatın ve ilmi neşriya- *

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 97

tın yerli ve Rusça olmak üzere iki dil üzerinde inki- şaf etmekte olduğu anlaşılmaktadır. -

1929 a kadar Arap harfleriyle neşrolunan edebi-

yat münhasıran Türkçe idi. Arada Tatarcadan uzak- .

laştırılması lüzumsuz olan Başkurtça ile Kazakça- dan ayrılmaları yine füzuli olan Kırgız ve Karakal-

pak şivelerinde müstakil yeni edebiyatlar vücuda

getirilmesi yolunda bir çok ihtiyar ve genç muhar- rirler çalıştırıldı. Fakat bu yolda edebi hareketlerin milli şekilden ve ruhtan ayrılmaması Başkurtlardan Kerim Edilgoca, Afzal Tahir, Kırgızlardan Elcinoğ- lu, Toyciyev, Gasım Tinistanoğlu, Sıddıg Karaç gibi hakiki milli şair ve değerli muharrirlerin yok edil- mesini intaç etti. Bu arada Kazakistanda Kızıl Or- da, Semi Palat Alma-Ata, Kırgızistanda Frunze, Öz- bekistanda Nemengan gibi yerlerde yeni matbaala- rın açılması, Taşkent, Kazan, Ufa ve Semerkant gi- bi yerlerde yapılan neşriyatın hızla genişlemesine

“sebep oldu. Kazakların bir çok destanları, Abay,

Magcan, Sabit Mugan gibi milli şairlerin külliyatı, Özbeklerde şair Fıtrat'ın, Ebulfayiz Han, Abdul- lah Kadiri'nin «Geçmiş günler (Ötken künler), Mihraptan çayan, «Ömer Han ve Nadire» gibi Tür- kistanın müstakil hanlıkları hayatından alarak yaz- dıkları tarihi romanları, Mümincanoğlu Muhammed- canm 'asrımızın ilk rubunu içine alan iki cildlik kıy- metli hâtıraları, tarihe ait eserlerden Abdurrah- man Fahreddin, Said Miras, Kemengeroğlu, Pulat Seli, Sadreddin Ayni, Fatih Kerimi vesaire zevatın Buhara, Hokand, Kazakistan, Başkurdistan ülkeleri tarihine ait eserleri, «Bilim», Bilim Ocağı, «Yeni E- debiyat», «Maarif ve Okutgucu», «Başkurdun Ay-

7. F.

98 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

mağı» gibi mâceraları içtihad ve yaradış mahsulü olan makalelerle dolu kıymetli mecmualar çıkarıl- mıştı. Milliyetçilik cereyanlarına karşı alınan cezri tedbirlerle bunlar yokedildi. Arap alfabesi ile yapı- lan neşriyat diğer taraftan Rus ve Garb muharrir- lerinden tercümeler, Kazakistan ve Özbekistan gibi bir aralık Türkçe resmi dil olan ülkelerde idare hu- kuku, ceza, cinayet hukuku, mahkemeler, onların teşkilâtı, nafia ve sıhhiye işleri, ziraat, kooperatif, spor, parti teşkilâtı, parti tarihi, Avrupa ve Rusya- daki inkılâpların tarihi, muhtelif fenlere ait ders ki- tapları, siyasi bilgiler: ve iktisadiyata ait eserler Türk şivelerindeki neşriyatın bizzat hayatla ilgili kısımlarını teşkil ediyorlardı ve bunlar Ortaasya hayatında filhakika yeni bir hareketti, Müsteşriklerden Vambery, Barthold gibi bâzıla- rının eserleri de tercüme edilerek neşredilmişti. Radlof'un Türk lehçeleri lügatı, Türk halk edebiyatı nümuneleri, Orhun yazıtlarına dair neşriyatı, Bar- holdun Türkistan (Mogollara kadarki tarihine ve medeniyete ve iskân işleri tarihlerine dair büyük ilim eserleri tercüme edilerek neşre hazırlanmıştı. Fakat onların neşrine kadar siyasetler başka mecra- ya girdi. i i Arap hurufatlı neşriyatın 1929 da durdurul- ması ile Rus alfabesinin 1948 - 50 lerde yayılması a- rasında geçen 20 senelik bir fitret devrinden sonra yine büyük bir hamle başlamıştır. Fakat bunun ka- rakteri bambaşkadır. Evvelâ bu neşriyat Rus harf- leriyle Türkçe olduğundan fazla Türkçeden Rusçaya tercüme şeklindedir. İlmi eserler ise Doğu Türk â- limleri tarafından doğrudan “doğruya Rusça - yazıl- maktadır, Bunda merkezi Rusya'nın irâde ve kuv- veti hemen göze çarpıyor. Evvelâ bu eserler kalm

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 99

cildler teşkil ediyorlar, Moskovadaki Sovyet mer- kez neşriyatı tipinde, meselâ Lenin'in 25 cildlik, Sta-

“lin'in 13 cildlik külliyatı, Marks'ın eserleri tercüme

edilerek yüzbinlerce nüsha bastırılıp o neşrediliyor- lar. Muhtelif lehçelerde Rus alfabesi ile neşrolunan Toman, şiir mecmuaları, 300 - 600 sayfalık kalın cild- ler hâlindedir ve onlar da 10.000, hattâ Rusçaları 100.000 lerce nüsha bastırılıyor. Genç Tatar yazarla-

. rından Abdüsselâmov'un «Altın Yıldız» nam büyük

romanı 1953 te 10.000, Rusçası 30.000 nüsha; «Gazi Nur» nam romanı 1953 te 10.000, 1954 te Babes 40.000, 1956 da 75.000 nüsha bastırılmıştır. Ömer Be- $irov'un «Şiirler ve Hikâyeler Müntehebatı» 1954 te

.15.000 nüsha, 500 sayfalık «Namus» nam romanı

1948 de 10.000, 1951 de tekrar 10.000, 1952 de “15.000 bunun Rusçası 1949 da 20.000, 1951 de 30.000 1952 de 75.000, 1953 te 90.000 nüsha basılmıştır Kazak- lardan Sabit Mukan'n «Sirderya» nam kal rTomanı 1953 te Türkçesi 15.000, Rusçası 30.000 nüsha, Abidin Mustayev'in iki cildlik şiirler mecmuası 1955 te be- her cildi 20.000 nüshadan, muharrir Mukhtar Eve- zov'un «Abay» nam romanı Türkçesi 15.000, Rusça- 1953 te 175.000 basılmıştır. Özbeklerden Şair a - bek'in, şair Navayi'nin: hayatım tasvir ederek ld ğı romanı gerek Özbekçe, gerekse Rusça mütead- dit defalar basılmış, 1946 da Rusçası 35.000 idi, sonra Fransızcası da çıktı, Kırgızlardan 1912 de İsiggöl ci- varında doğmuş genç ve çok istidatlı şair Tugelba

Sıddıkbekoğlunun Lermontov'un bir eserinden mülk hem olarak yazdığı «Günümüzün Adamlar» nam romanının Rusçası 1948 de 15.000 nüsha basılmıstı

1955 teki basımı ise 150.000 nüsha olmuştur. Türki menlerden muharrir Berdi Kerbabaoğlu'nun a

Sultan» ve «Kati Adımlar» nam romanları hem

N

100 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Türkmence ve hem Rusça olarak müteaddit defa basılmıştır, bu son eserinin 1952 de basılan Rusça neşri 152.000 nüsha basılmıştır.

Bu eserlerin hemen hepsi Sovyet propaganda maksadına uygun olarak yazılmış, mühim bir kısmı son harpte komünistlerin kahramanlık ve Müslü- man Doğu Türklerden askerliğe alman gençlerin fedakârhğı ve Rus gençleri ile silâh arkadaşlığı ve dostlukları, Sovyet vatanseverliğine sadakatleri mevzularına, yahut köylülerin Kolhoz hayatını çok mes'ud. bir hayat gösteren mevzulara tahsis edilmiş- tir. Bunlardan biz ancak Sovyetlerin yeni bir harp için pek ciddi olarak hazırlanmakta olduklarını ve bu harbin aslâ Garpte düşünüldüğü gibi kudretli ka- pitalist âlemine karşı bir zaruri müdafaa değil, mü- taarrız kızıl ihkılâpçıların gâyelerini tahakkuk et- tirmek yolunda yapacakları kendi teşebbüsleri sıfa- tiyle izah edilmekte olduğunu öğrenebiliyoruz, fa- kat yaşanılan bir hayatın hakiki tasvirlerini değil...

Fakat Doğu Türklerinin yaşadıkları hayat bu- rada yoktur. Bu eserlerin neşrinde takip olunan hu- susi bir gâye de Rus milletini Doğu Türklerine sev- dirmek, Ruslukla karışmayı tabii, normal ve zaruri

bir olarak telkin etmek ve bu eserleri halka

çok bol dağıtarak Rus alfabesini onlara yutturmak- tır. Kazakistanda bu tip edebi eserler yazmak Tağ- beti yoktur. «Kazakistanskaya Pravda» nın 4 ve 8 Ekim 1957 sayılarında parti sekreteri Candildin Ka- zak yazıcıları konferânsı tertip ederek bu vaziyet- ten çok şikâyet etti, hattâ Sabit Mukan gibi muhar- rirlerin bu işlere yanaşmamalarını isim tasrih ede- rek kötüledi. Maamafih bu usul devlet otoritesi ile ve ihmale yol vermeksizin tatbik olunmaktadır. A- rada Abdulla Tokay (2 cild), Ali Asgar Kemal (2

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 101

cild), Mecid Gafuri (5 cild), Abay (2 cild), Alişir Nevayi (müteaddit eserleri ayrı ayrı cildler hâlin- de) Rus harfleri ile basılmıştır. Yine Özbeki mu- harriri İlbek'in «Navayı» yı, Muhtar Avezof'un «A- bay»ı, Tatarlardan muharrir Ahmet Fayzının «Ab- dullah Tokay»ı birer roman mevzuu ederek milli e-

-serler yazmışlardır. Fakat bunlarda da ya kitabın

metninde, ya mukaddemede Rus sevgisini belirten parçalar mutlak olarak vardır. Meselâ Özbekler Ali- şir Nevayı'yı ancak «büyük biraderleri» Rus milleti sayesinde tanımakta imişler. Bütün bunlarla bera- ber bu yeni edebi hareketlerle yine içten gelen ya- radıcılık (creative) izleri ara sıra görülmektedir. Meselâ Kırgızların genç muharriri Tügelbay Sıd- dıkbekov'un «Günümüzün Adamları» oOLermontov”- un bu isimdeki eserinden mülhem, yine propaganda gâyesine matuf bir eser görülmekle beraber mu- hakkak bir icadi kudret mahsulüdür. Horezm Öz- bek Türkmen ve Karakalpaklılar arasında ortaya çıkan yazarlar inkılâp hareketlerinin köylere kadar gitmesinin mahsulüdür. Horezm Beki Seytekof ve Faik nam muharrirler bu cümledendir. Fakat Sov- yetler onlara icadi yapmak imkânını vermemekte- dir. Çok istidatlı bir genç olan Faik matbuatta fena şekilde takip olunurken işin sehpaya doğru ilerle- mekte olduğunu görünce İran'a kaçmıştır, fakat işit- tiğimize göre yine yakayı kurtaramamıştır.

Sovyetler merkezinin ciddi düşünerek aldıkla- bir tedbir de yerli milli edebiyatların şiirlerinden Rus dilinde neşrettikleri antolojilerdir. Onlar bu şiir antolojilerini çok güzel kâğıtta, mükemmel re- simlerle ve Rusçası da manzum olmak üzere güzel cililenmiş büyük ciltler hâlinde neşrediyorlar. Bun- ların 1949 da Türkmen, 1950 de Özbek, 1957 de Ka-

102 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

zak ve Tatar antolojileri intişar etti. Bunların neş- rinde bir çok mülâhazaları vardır: Bu kavimler ken-

di edebiyatlarını Rus dilinde öğrenerek milli edebi-

yatları Rus dilinin neşri ve tamimi için çalışuırsın- lar; Rus milleti mahkümu olan milletlerin içlerini, düşüncelerini geniş mikyasta öğrensin; milli şairler şiire yalnız kendi kavimlerine söyliyecekleri milli mal nazarı ile bakmayı bırakarak, onun umum Rus- ya efkârına arzedilecek şeyler telâkki etmeye, ve bu şiirleri daha basılmaya verilmeden evvel şair kendisi kontrol etmeye alışsın. Bu antolojiler Rus şairleri tarafından işleniyor ve çok vakit şiirlerin Rusçaları Türkçe asıllarından daha iyi işlenmiştir. Bu antolojiler aynı zamanda Rus bolşeviklerinin emperyalist milliyetçiliğe Çar zamanlarına nisbeten çok ve çok defa ilerlemiş olduklarını göstermek ba- kımından da ileride bahsedeceğimiz «milli tarih» ler kadar mühimdir. Bunlarda Rus milletini bir iki kelime ile de olsa medheden «şair» hiç kenara bıra-

kılmıyor, bilâkis hak etmediği takdirlere mazhar o-

luyor; Rusları, eski Çarları tenkid eden, yahut milli istiklâl dâvâsı yolunda yazılar yazan şairler kâmilen çıkarılıyorlar, isimleri antolojinin tahsis edildiği kavmin dil ve edebiyat hâdimleri listesinde hiç zik- redilmez. Yâni bu antolojiler Doğu Türklerinin mil- Hi ihtiyaçlarını tatmin için değil, halis Sovyet em- peryalizmi ve russıfıcation maksatları ile neşredil- mektedirler. Tacik Şiir Antolojisi de 1949 da çıkmış, fakat orada İran'ın Firdevsisinden başhyan başlıca şairleri İran'dan ayrı bir millet olarak tanıtılan Ta- ciklerin şairleri, Farsça şiir de yazdığı için Alişir Nevayi de Tacik şiir antolojisine ithal edilmiştir.

- Sovyetlerde propaganda vasıtası olmak itiba- riyle yerli dillerde tiyatro, musiki sanata ve sinema-

O TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 103

ya çok ehemmiyet verilir. Bugün Özbekistan, Ka- zakistan, Türkmenistan, Tataristan, Kırgız ve Baş- kurdistan dramatorguna tahsis edilen müstakil e- serler neşredilmiştir. Bunlarda dram ve opera ola- . rak ne gibi eserler yazıldığı, hangileri daha sahne- ce makbul olduğu, müelliflerin, hal tercümeleri ve eserlerinin karakteristiği verilir, Musiki epey Rus-

> laştırılmakla beraber onun milli çehresini muhafaza -

yolunda çok mücadele ediliyor, bilhassa Kazakis- tanda bu yoldaki mücadele alenidir ve bu mücade-

>leyi yapanlar Sovyetlerin yetiştirdiği genç komü-

nistlerdir. Yeni kompozitörler arasında şimdi çok intişar eden gramofon plâklarından da öğrenileceği gibi, Kırgızlardan yetişen Abdülâziz Maldibayev'i ve evvelce ancak minyatürlere sığınıp kalmış olan Ortaasya Türk mimarisi muazzam devlet ve sanat binalarına, sinema ve tiyatro binalarına muvaffaki- yetle tatbik eden yaşlı Özbek mimarı Taşbulat İs- lâmoğlu'nu zikretmeden geçemeyiz. Çünü bunda hakikaten milli icad unsuru göze çarpıyor. Yüksek sanat enstitüsünü ikmal eden İssikkol Kırgızı Ab- dülâziz milli operaların bestekârı ve aynı zamanda birinci derecede milli mugannidir. i

Burada ilmi hareketler hakkında birkaç söz söylemeliyim: Bu mevzua birkaç noktadan bakıla- bilir: Evvelâ Ulum Akademilerinde çalışan Doğu-. türk âlimlerinin faaliyetleri, Üniversite ve enstitü- lerindeki faaliyet. Yeni yetişen âlimlerin muhtelif ilmi kongrelere iştirâkleri. Nihayet ülke tarihlerine ait resmi Sovyet neşriyatında iştirakleri.

1943 te Leningrad Ulum Akademisinin şubeleri sıfatiyle tesis olunduktan sonra Kırgızistan, Kaza-

“kistan ve Özbekistan'da 1946 dan, Türkmenistan ve

Tacikistan'da 1951 den başlayıp müstakil ulum aka-

N

104 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

demileri şeklini alan, Tataristan ve Başkurdistan'da Leningrad Akademisinin şubeleri vasfını muhafaza eden bu akademiler çok çabuk inkişaf etmektedir- ler. Çünkü onlara Sovyetleri tamamiyle hayati me- seleleri yükletilmiştir. Bunların reisleri gibi hakiki âzâlarından birçoğu da yerlilerdir ve yerlilerin ade- di gün geçtikçe artmaktadır. Özbekistan Akademisi- nin reisi geçen sene felsefe doktoru Prof. Zahidovtu, bu sene niyabeten Prof. Nabiyev idare ediyor. Ka- zakistan Akademisininki jeoloji sahasında büyük başarılar gösteren ve Lenin nişanını alan Kaniş İ- mantay oğlu Satbayev'dir. Kırgızistan Akademisi- nin reisi cerrahide büyük muvaffakiyet göstererek imtiyaz eden Dr. İsa Akhunbayev, Türkmenistanın- ki tarih profesörü Cariyev'dir. Kazakistan Akade- misinin âzâlarından Muhtar Avezoğlu, Sabit Mu- kan edebiyatta; Prof. Savranbayev, Prof. Abdullah Tacibay, Prof. Kasım Amancol lisaniyatta; Nusub- bekov tarihte değerli âlimler sıfatiyle imtiyaz et-

mektedirler. Ancak 1940 da kurulmuş olan Kazakis-'

tan ve Özbekistan akademileri harp esnasmda bu- ralara taşınmış olan Leningrad Akademisinin bir çok eşya, alât, matbaa vesairesini benimsemiş ol- duklarından çabuk inkişaf ettiler. Bugün Kazakis- tan Akademisi 40 kadar enstitüye ayrılmakta ve bunlarda 2500 kadar insan çalışmaktadır. Bunların ekseriyeti Rus olmakla beraber, bunların sayıla- rıher sene artmak üzere Kazaklar gelmektedir. Özbekistan'da da vaziyet böyledir. Burada Prof. Kariniyazov ve Abdullayev, Prof. Zahidov, Nabi- yev, Horezmli Yoldaşev ve Müminavlar ve .muhar- rir şair İlbek tarih ve edebiyatta, Y. Gulamov arkeo- lojide, kadın akademik H. Süleymanova iktisadiyat- ta, Prof. Askarov tıpta imtiyaz kesbetmiş âlimler-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 105

dir. Bunların yegâne kusurları Garp dillerinde ya- zılmış edebiyattan istifade edemeyişleridir.

Kırgızistan Akademisinde tarih ve lisaniyatta Cmgirciyev ve Rahmetullin, Tacikistan Akademi- sinde Gafurov, Niyazımuhamedov ve Bahaeddinov imtiyaz etmektedirler, (*)

(9) Bu yazının devamı notlar arasında olsa gerek.

KİM KİME SATILMIŞ VE KİMMİŞ YOBAZ!.

Bir zamandanberi Türkiye'de Parlâmenter çoğun- luğun umdesini millet nazarında küçük düşürmek çabaları alıp yürümekte, her türlü çarelere başvura- rak bu işe Üniversite muhitini, öğretmenleri, hattâ orta mektep öğrencilerini sürüklemek yolunda azâ- mi gayretler sarfedilmektedir. XVTIL asır sonların- da Lehistan'da ve zamanımızda 1917 Rusya Kurucu- lar Meclisinde ve Fransa Parlâmentosunda, 1933 de Reichstag'da reylerin fazla dağılmasının ne kadar feci neticeler doğurduğunu herkes bilir. Buna rağ- men Endonezya'nın kendisine de hiç hayırı dokun- mıyan «oy kalıntıları» sistemi yerine, Seçim Kanu- nunun Kurucu Meclis tarafından kabul olunan şek- lini muhafaza etmek fikri en acı sözlerle tel'in edil- mektedir. Deniliyor ki, her hangi hususi mülâhaza- larla ortaya atılıp geçen seçimler için kabul ettiri- len bu «bakiye sistemi» kaldırılacak olursa kıyamet

kopacak, memleket en büyük tehlikelere maruz ka-

lacak, Bu gibi sözler sadece fikir olarak kalsa idi,

sükütla geçilebilirdi; fakat azınlık diktatoryasmı bi-.

çakla, ihtilâl tehditleriyle fiilen gerçekleştirmek is- tendiğini görünce insan hayrette kalıyor. Çünkü böyle şeyler tarihimizde hiç olmamıştır. Cengiz bi- le bir şamanın öldürülmesi meselesinde azınlıkta kalacağını görünce ağlıyarak ihtiyar annesinin ete- gine kapanmıştı.

Ben şimdi 43 yıldır Türkiye teb'asıyım. Siyasete

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 107

karışmadım; milliyetçi partilerde çok dostlarım ol masına ve beni siyasi hayata çağırmalarına rağmen, hiçbir partiye girmedim. Fakat Sayın İnönü'nün 20 Martta tam Komünist aleyhtarı nümayişler yapıldı- ğı gün çıkan gazetelerde beyanatını görünce, bir ta- rihçi sıfatiyle bu işte bana bir vazife düştüğünü gördüm. Çünkü milletimiz, tarihinin kurultaylı de- virlerinde, vatanı için ifa ettiği büyük hizmetleri ve başarıları dolayısiyle bâzı hükümdarlarımıza son- suz salâhiyet bahşetmişse de azınlığa dayanarak dik- tatörlük rejimini kurma selâhiyetini hiçbir zaman kahramanına vermemiştir.

Kafamda daha pek taze olan bâzı hâtıralar var: Şubat tatilimi Uludağ'da geçirmek âdetimdir. Daha oraya geldiğim gün, Yalova vapurunda başlayıp da- ğa çıktığımıza kadar arabada da devam eden bir mü- nakaşaya şahit oldum. Meclisteki çoğunluk istihza ediliyor, aldatılmış belki de Amerikan parası yemiş birkaç câhilin teşkil ettiği çoğunluğun ne kiymeti var deniliyordu. Daha dün tam demokrasi fikrinde

, oldukları, diğer arkadaşları tarafından yüzlerine

söylenen bu aydın ve milliyetçi vatandaşların ko- nuşmalarında, bu Meclis çoğunluğunun zor kullan- madan iktidarı elden bırakmıyacakları, bir inkılâ- bın kaçınılmaz olduğu söyleniyordu. Fakat son de- Tece taassupla söylenen bu sözlere karşı münakaşa etmek faydasızdı. Dağda oteldeki odamdan belki kontplâkla ayrılmış diğer bir odada, kendi araların- da ispanyolca olduğunu zannettiğim bir yabancı dil- de konuşan ve el radyosunda Rus yayınlarını dinle- yen bir karı - koca vardı. İkinci günü bu çiftin Fransızca kadar Türkçe de iyi konuştuğunu ve be- raberce çay içtiğimiz bir arkadaşa yanaşarak <İnö- gibi tecrübeli bir siyaset kurdu karşılarına çıkın-

N

108 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ca dayanamazlar» mealinde sözler söylediğini işit- tim ve kafamda bir istifham belirdi. Başka bir gün spor dostu sıfatiyle eskiden tanıdığım bir arkadaşı- mın ve karısının bana bu defa yanaşmadıklarını gö- rünce, masamızdaki Halk Partili arkadaşlarımızdan

birisi, «Siz bizim aramızda bulunurken onlar bura-

ya gelemezler» dedi, Ben de «Bu kadar zaman Tür- kiye'deyim. Türk vatandaşları arasmda böyle bir düşmanlığı hiç görmemiştim» dedim. Orada hazır bulunanlardan bir ikisi, gezinti esnasında bu düş- manlığın haklı ve yerinde olduğunu .isbat yolunda neler söylemediler. Çok acınarak söylenen bu gibi sözler karşısında hissettiklerimi, bunları söylemekte fayda yoktu, bu fikirlerimi alenen milletime arzet- mek istiyorum :

Evvelâ böyle bir diktatörlük, İnönü tarafından kurulur ve «Parlâmento çoğunluğu rejimi» yıkılırsa mağlüp edilen ekseriyet, kanlı mukabeleye geçme- se dahi galip ekalliyet, o ekseriyeti kendisinin can düşmanı telâkki edecek ve onu ezmek için meşrü vasıtalar kâfi gelmiyeceğinden hertürlü menfi, mil- let ve memleketin istikbali bakımından muhakkak tehlike teşkil eden zümrelerle anlaşarak hareket et- mek mecburiyetinde kalacaktır. Sayın İnönü solcu- lar fazla ifrata giderlerse onları durduracak kuvve- tin de kendisinde olduğunu ilân etmesi karşısında, bir tarihçi sıfatiyle, milletimize dizginleri kendi el- lerinde olmıyan kuvvetlerle mücadele . hususunda vaadlerde bulunan insanların sözlerini ihtiyat kay- diyle karşılamasını tavsiye ederim, Bugün Halk Partisinde bir azınlık hâlinde olsa dahi iktidarı de-

vir almak isteyen zümrenin içinde, kendilerini bu.

memleketin hakiki sahibi sayan ve devlet idare iş- lerini ancak kendilerinin bildiği düşüncesiyle eski

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 109

Çin'deki mandarinler tavrını takman insanlar seçim neticesinde kim iktidara gelirse onu âsi sayacaklar- dır. Bu cihetten tekrar işbaşına gelmelerini temin maksadiyle köprü başlarında bıraktıkları şahsiyet- lerin değişmesine karşı tek başlarına hareket etmi- yorlar. Köprü başlarındaki bu vazifelileri ötekilerle beraber savunan solcu unsur, bu hareketleriyle bu gün fiilen vazife başında olduklarını göstermekte- dirler, Fakat beraberce işbaşına gelirlerse koalisyo- nun ilk şartı, Genel Kurmay, Milli Emniyet, Harici- ye v.s. idare mekanizmasına kendi adamlarını, mü- şavir, muavin ve saire sıfatiyle sokmak olacaktır.

Kızılların memleketimizde Meclis otoritesini yok etmek yolunda milli muhalefetle Koalisyon ya- pabilirlerse nasıl hareket edeceklerine dair sözleri- miz sadece bir kehânet değildir. 1917 senesinden ta- rihi hakikatlere dayanan sözlerdir. Bugün Doğu Av- rupayı ellerinde tutan Malaka yarımadasını ele ge- çirmeyi, Himalaya üzerinden Hind Denizine, daha batıda Basra Körfezine ve Kızıldenize inmeyi ta- sarlıyan Kızılların çeşitli vasıta ve yollarla öteberi- ye tâyin ettirdikleri adamları eliyle. Türkiye'nin idaresini fiilen ele geçirdikleri ve «Büyük söz söy- leyen kimselerin» buna mâni oolamıyacakları gün gibi aşikârdır. Birçok düşünen vatandaş .bugün ne yaptıklarının farkında olmıyarak, NATO, Vietnam, CENTO, RCD ve İslâm milletleri arasında anlaşma gibi hususlarda hür dünya tarafını değil, Kızılların yolunu senelerden beri ve ısrarla savunurlar, Tür- kiye'nin istikbalini bir milli istiklâl şeklinde düşü- nenler ise,-kendi gayelerine uygun olan ve adı ge- çen teşekküllere bu vaziyette sımsıkı sarılmak mec- buriyetinde kalacaklardır. Milletimiz asırlardanberi Rus plânlarının kendi mukadderatı bakımından ne

N

110 O TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

demek olduğunu pek iyi bildiğinden ve yapılan sa- vaşlarda şehit vermemiş aileleri nâdir bulunan Türk köylüsü, Ortaasya'da da gördüğümüz gibi çok siyasi bir ursur olduğundan vatanının hürriyeti için ölüm - dirim mücadelesinde asla tereddüt etmiye- cektir. Zaten fakir olmasına rağmen milletimizin boğazından kesip bu kadar ordu beslemesinin mâ- nâsı budur. Bütün ordu erkânımız asırlardanberi bu yolda terbiye görmüştür.

Bugün Türkiye, diğer Asya milletlerine ve 1917 - 1922 yıllarındaki Rusya islâmlarma nisbeten çok müsait bir vaziyettedir. O yıllarda bize kimse ne bir kuruş para, ve ne de bir fişek vermek suretiyle yar- dım etmedi. Hattâ 1918 yılında Türkmenistan'da yerleşerek bir müddet oralarını idare eden İngiliz- ler, yerli kıyamcılara silâh yardımında bulunmak şöyle dursun, bunların posta yoluyla ellerine geçen mektuplarını bile, aralarında o bağlantı ve tesanüd olmasın diye, verdirtmiyor ve şahsen temaslarına dahi mâni olmaya çalışıyorlardı. Onlarca ve Sibir- ya'ya gelen Amerika ve Fransız askeri heyetlerinin başında bulunan generallerce, Ortaasya'da müsta- kil bir İslâm, Türk devleti değil, en küçük otonom teşekkülleri bile Sovyetlere nisbeten daha büyük düşman telâkki olunuyordu. Bunu Fransız Generali Janen'in hâtıralarında bile görmek kabildir. Şimdi yalnız Asya'da değil Afrika'da bile müstemlekeler istiklâllerini kazanmış, Kızıl Rus ve Çin'in cihanşü- mül istilâ siyasetlerine karşı bu yeni müstakil mil- letlerin hür iradelerine dayanarak karşı koymanın yegâne savunma yolu olduğu anlaşılmıştır. e Keşki 1917 - 1918 Ortaasya'sına bugün Türkiye'ye gösteril- mekte olan yardımların milyonlarından biri yapıl- mış olsaydı, dünya bambaşka olurdu. Kızıl Emper-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE Ni

yalistler ne Afganistan'da nüfüz kazanır, ne Tibet'i ele geçirir ve ne de Güney Asya'da söz sahibi olur- lardı. Bugün Türkiye kendisinin ve komşu Müslü- man devletlerin bizzat istemeleri veya istememele- rine rağmen tekmil Önasya'nın istiklâlinin bekçisi- dir. Bonn Üniversitesinde Takiyeddin Hilâli ismin-

“de çok değerli bir Arap profesörü vardı. Hilâfet me-

selesi yüzünden Atatürk'ü kendisinin can düşmanı telâkki eder, nutuklar söylerdi, fakat Atatürk ölün- ce orada tahsilde bulunan Türklerden hiçbirisinin onun kadar hıçkırıklar içinde ağladığını görmedim. «Ne oldu, hani siz Atatürk'ü sevmiyordunuz» dedim. <İslâm milletlerinin istikbalini düşünüyordum; O benim nazarımda İslâm âlemini ayakta tutan, ona genişlemek imkânlarını veren bir muasır Haccâc” dı» diye ağlardı. Bugün biz, o zamana nisbeten kı- yas kabul etmez derecede kuvvetliyiz, yeter ki bu- nu takdir edelim ve yönümüzü ona göre tâyin ede- lim.

Kars'ın fethinin 900 üncü yıldönümü münasebe- tiyle ordumuzun Rus hududunda güzel bir günde tam modern teçhizatla yaptığı resmi geçitleri gö- rürken göğsümüz kabarmıştı.

Bugün «Parlâmento çoğunluğu» prensibine kar- şı düşmanlıklarını hiç gizlemeyen Solcular, 1917 yı- lında Rusya'da olduğu gibi iktidara yaklaşırlarsa ilk işleri, «ordunun millet için ağır bir yük olduğu- na, milli gelirin milletin refahına sarfedilmesi ge- rektiğine» dair propagandalarda bulunmak, milli orduyu, Macaristan'da ve Romanya'da olduğu gibi, birkaç alaya indirerek, yerine çoğu ekalliyetlerden toplanmış ve kendi ideolojileriyle aşılanmış karma askeri kıtalar kurmak olacaktır. Fakat binlerce se- nedenberi yüksek vasıflara sahip bir asker sıfatiyle

N

112 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Cihan tarihinde büyük yer tutan Türk milleti, ordu- sunu bile bile feda eder mi? O halde bu ordunun modern bir şekilde kurularak bugünkü NATO teş- kilâtında dahi mümtaz bir yer tutmasına karşı pro- pagandalarda bulunmanın mânası ne? Bu propa- gandalara katılmıyan insanları, gerici, satılmış, yo- baz göstermek istiyorlar. Kim kime satılmış? Bunu kim tesbit edecek? Kim kimi sorguya çekecek? Bu işi yapacak Türk milletidir ve onun serbestçe seçti- ği parlâmentosunda, gerçi bir tek adamla da olsa vücüde gelen çoğunluktur. Ve bu, «milli iradenin» tecellisidir. Nasıl ki Abraham Lincoln'un başına gelmesi de yarının ötesindeki bir iki rey ile olmuş- tur,

(Tercüman, 28. 3. 1966)

TÜRKİSTANLILARIN BİRLEŞME DÂVÂLARI

Bugün Rusya dışındaki Türkistanlılar arasında kendilerini Türkden başka bir millet telâkki eden bir kalem sahibi kalmamıştır. Yalnız herhangi bir muhtemel hâdise karşısında bir merkez etrafında toplanma lüzumu hakkında Pakistan'da, Keşmir'de, Amerika'da, Türkiye, Mekke, İran ve Avrupa'da ya- şıyan Türkistanlılar arasında devamlı mektuplaş- malar olduğu halde böyle bir merkez etratmda bir türlü birleşememektedirler,

1917 - 1918 senelerinde Taşkentte «Uluğ Tür- kistan» ismiyle çıkan gündelik gazete bu ismi Rusya mahkümu olan Türkistan'ın umumi ismi ve Çin idaresindeki «Doğu (yahut Kiçi) Türkis- tan»'m karşılığı olarak kullanmıştı. Ben de o gün-

den beri eserlerimde Rus idaresindeki o Türkistan

için bu ismi kullandım, çünkü Rus devrinde «Tür- kistan» kelimesinin ifade ettiği mâna «vali-i umu- miliğin» hudutları ile bağlı kalıyordu ve o da daima değişiyordu. Doğu Türkistanda iki sene önce Ruslar tarafından dağıtılan milli hükümetin âzaları bir bir- lik yaşatmaktadırlar. Ulu Türkistanda ise böyle bir umumi hükümet son Rus inkılâbı devrinde teşekkül etmemiş olduğundan müşterek bir hükümetin baki- yesi de yoktur. Ulu Türkistan Türklerinden vaktiy- le Enver Paşanın da iştirâk ettiği milli basmaçı kı-

“8.E.

N

114 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

yamlarmı yaşatanlardan Afganistan, Türkiye ve Pa- kistan'da bulunanlar, yâni Türkistan'ın istiklâli yo- lunda silâhla mücadele etmiş olanlar, hep eski hâtı- ra etrafında birleştikleri, kimse kimseyi kabilesine göre adlandırmadığı halde, bu mücadelelere katıl- mıyan ve Sovyet Rusya'dan kalkıp gelmiş, yahut Almanya'da Hitler hükümetinin milli meselelerde- ki yanlış siyaseti yüzünden araları açılmış olan zümreler arasmda kabile farkları kendisini fazla hissettirmekte ve birliğe, beraberliğe mâni olmak- tadır.

Almanya'daki Türkistanlılar bugün birisi «Mil- H Türkistan» ismiyle özbekçe, diğeri «Türkeli> is-

“miyle kazakça, özbekçe, tacikçe ve türkmence dü-

lerle dergiler neşrederek her ikisi «Türkistanı Kur- tarıcılar Komitesi» ismiyle komiteler kurarak ayrı ayrı çalışmaktadırlar. Aralarında didişmeler de o- luyor, Bu tatsız didişmeler, ingilizce ve rusça yayın- lariyle Türkistan - dâvası ile ilgilenen memleketle- rin mensupları tarafından da okunduğundan bu mâ- nasız çekişmeler Türkistanlılar hakkında birleşemi- yen iptidai insanlar intibamı vermektedir. Zamanla bu işler yola girecekse de bu zamanın mütemadiyen geçmesi herkesi ümitsizliğe düşürmektedir.

Bu anlaşmazlıkların temelini teşkil eden ihti- lâflar, daha 1917 de beliren kabileler arası rehberlik rolü meselesine ait çekişmelere çıkmaktadır ki, be- nim «Türkistan (Türkeli) tarihi» kitabımda (sa. 66, 377, 610 - 11) mufassalan anlatılmıştır. Bugün tek bir «Büyük Türkistan» olarak birleşmek istiyen Doğu Türkleri arasında bir taraftan Özbekler, diğer taraftan Kazan Türkleri (Tatarlar) arasında Tür- kistanın Kazak - Kırgızlar kısmını kendi «nüfuz mıntakaları şeklinde ikiye ayırmak isteği vardır.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 115

“Kazak - Kırgız, Türkmen ve Başkurtlar daha 1917 deki kongrelerde Türkistanda hiç bir uruğun diğeri üzerinde üstünlüğü esasını kabul etmeyip her hu- susta eşit kavimlerin, yahut yaşadıkları ülkelerin federasyonu fikri kabul edilmişti. i

Başkurtlar Kazakların büyükleri ile anlaşarak

mezkür 1917 yılı Temmuzunda Orenburg'da taşbas-

ma olarak «Müslüman - Türk Cumhuriyetleri Birli- gi» nin haritasını neşretmişlerdi, ki hâlâ kütüpha-

. nemde mevcuttur, ve bunun 1918 senesinde neşredi-

lenin sureti benim «Türkili Tarihi» kitabımın 371 s. sinde basılmıştır. Doğu Türkleri arasında <«Tür- kistan» ve «Türkistanlı» ismini inhisar altına almak istiyen bir kısım Özbeklerin, Kazakistanm ancak yarısını Türkistan olarak gösteren o haritalarından biri Abdullah Recep Baysun'un «Türkistan Mili Hareketleri» kitabının sonuna; Kazanlıların Baş- kurdistan'dan başka Kazakistan'ın batı kısımlarını dahi «idil - Ural» tesmiye ettikleri ülke plânlarına idhal ederek tertip ettikleri haritaları da Ayaz İs- haki'nin Rusça ve Fransızca olarak Berlin'de neş- rettiği «İdil - Ural» kitabına eklenmiştir. Her iki plân, ahalisi 8 milyon olan Kazak - Kırgızların ük kesini ikiye taksim etmek tasavvurunu belirttiğin- den ve bu husus açıkça yazıldığından Kazaklar ara- sında büyük infialle karşılanmıştır. Başkurtların ve Kazakların 1917 de muhtar ülkeler şeklinde teşki- lâtlanmalarını ve ordu kurmalarını Kazanhlardan Ayaz İshaki zümresi Tatarların komşu akraba ka- vimler üzerinde rehberlik rolünü inkâr etmek, het- onların haklarına tecavüz gibi telâkki etikleri. den Kazak ve Başkurt önderlerine karşı kinleri de- rin olmuştur. Bu zümrenin mutaassıplarından bâzı- ları bana 30 senedir el vermiyor. Bu mutaassıpla-

N

116 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

rın bu nevi mânâsız boykotları muhtelif devletlerin siyasetlerine dahi karıştırıldığım «17 Kumaltı şeh- ri» adlı eserimde yazmışımdır. Bu kin türlü kisve- ye bürünerek ilim sahasında da kendisini maalesef gösteriyor.. Sovyet Rusya'dan gelmiş Özbekler ara- osmda bu yolda taassup Mustafa Çokayoğlu'nun ve- fatından sonra yayılmıştır. Kendisi Kazaklardan o- lan Mustafa Çokay yaşamış olsaydı Rus - Alman harbi sırasında Türkistanlılar pek güzel bir birlik arzedeceklerdi. Fakat Rusya mahkümu Müslüman- ların vaziyetlerini lâyıkiyle anlıyamıyan Alman- lar esir düşen Türk urugları mensupları arasından Özbeklerle Kazanlıları rehberlik mevkiine çıkar- mak, yâni kabileler arasından bu ikisini bilhassa tercih etmek gibi hatalı bir siyaset takib ettiler. A- raya rekabet girdi. Özbek rehberliğine razı olmıyan Kazaklar; yahut Tatarların rehberliğini istemiyen Başkurtlar ötekiler tarafından Bolşevik gösterilerek Hitler hükümetinin takibatına maruz bırakıldılar. Bu ise bilhassa Kazaklarla Özbekler arasında de- rin münaferet başlamasına sebep oldu. Almanların Stalingrad savaşları sırasında Özbeklerin rehberi o-

lan Veli Kayyum'a kızarak Ruslara dönen bir Ka-

zak subayından Ruslar geniş mikyasta istifade etti- ler; onun söyledikleri, şairlerin elinde propaganda âleti hâline getirildi. Büyük Kazak halk şairi Cam- bulun Ruslar lehine ve Almanlar aleyhine söyledi- &i şiirler işte bu şekilde Almanya'dan dönüp gelen zevattan alınmıştır.

Bugün Münih'te Kazak - Kırgız, Özbek ve Türk- men şivelerinde «Türkeli» mecmuasını çıkaran Ka- zak mühendis Haris Kanatbay'a karşı «Milli Tür- kistan». mecmuasını çıkaran Veli Kayyum'un öteki- sini beyaz Rus göstererek neşriyatta : bulunmakta-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 117

dır ki, hep eski hesapların devamıdır. «Türkeli», <Türk milleti», «Türkili» de «Türkistan» mânasında kullanılmaktadır. «Türkili» isminde gazeteler daha 1917 de Taşkent ve Hokandde çıktı. Ben de daha o zaman «Türkili> kelimesini «Türkistan» karşılığı o- larak kullanmak taraftarı idim. İngiliz memleketi için lâtince «İngiltere» ve ingilizce olarak «End- land» denildiği gibi «Türkistan için de biri farsça «Türkistan», diğeri türkçe «Türkili» tâbirleri kulla- nılabilir. Münih'te mecmua çıkaranlar «Türkeli» ke- limesini kendilerine mecmua ve teşkilât ismi olarak almışlardır. Onlar «Türkili» tâbirini «Türkistan» tâbirine nisbeten «Büyük . Türkistan» mânasını ifa- de etmek için daha elverişli saymaktadırlar.

Muhacerette bulunan Türkistanlı zümreler, ken- dilerine, varlıklarım göstermek için kim yardım ederse ona koşarlar. Veli Kayyum ile bir kısmı A- zerbaycanlı ve Dağıstanlılar daha önce Almanya” dahi İngiliz işgal kuvvetlerine yanaşarak onlardan yardım aldılar. Haris Kanatbay ve arkadaşları ise Amerikalılar ile temasta bulundular. Amerika'da bir kısım siyasiler Rusya meselesini yalnız Rus mahkümu milletlerin işi olarak almanın hatalı ola- cağı, beyaz Rusların makul olanlarını ele alarak Rus mahkümu milletlerin haklarını -onlara tanıttır- dığı takdirde Sovyetlere karşı Beyaz Rus ve gayri- rus milletler arasında bir cephe birliği husule geti- rilebileceği fikrini ötedenberi iler sürerler, Alman- ların bu hususu ihmal etmek yüzünden bütün Rus- ları Bolşeviklerin kucağına atmış olduklarını söyli- yerek gayrirus milletlerin mümessilleri arasında da

.propagandada bulundular ve bu için bir komite

kurmuşlardır. Bu komitenin başında bugün Ameri- ka'nın sâbık Moskova elçisi Kirkpatrik bulunmak-

hu çi ii İl: ii

a

118 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

tadır, Maamafih bu komitenin yardımiyle neşriyat- ta bulunan mühendis Kanatbay, Kerenski ve Mel- gunov gibi «yekpare Rusya» fikrini güdenlerle cep- he birliği olamıyacağmı Amerikalılara bildirmiştir. Kanatbay'm mecmuası halis türkçü, Rus düşmanı- dır. «Türkeli» dergisinin geçen Eylül ayında çıkan ilk sayısının başmakalesi Rus Milleti ile anlaşmanın imkânsızlığını ifade ederek «ya o, ya biz» başlığmı taşımaktadır. Bu makalede şöyle deniliyor :

«Biz bütün tarihimiz boyunca, ikbalimiz deği- şik olmakla beraber kendi mevcudiyetimizi diğer milletler gibi muhafaza edebildik; yalnız bir düş- man bize belâ ve âfet kadehini dibine kadar içire- bildi. Bu düşman askerlik, şövalyelik, haysiyet ve şerefinden mahrumdu. O yalnız topraklarımızın altınlarını, servetimizi gasbetmekle iktifa etmedi, kanımızı da istedi. O elinde votkası olan sarhoş mu- jige has tavırla bu kanı alabildiğine döktü. O cihan- da hâkim olmak emelini taşıdığından bunda engel olacağımızı düşünerek bizi sistematik bir Surette imha etti. O bizim tarihte elde ettiğimiz muvaffaki- yetlerimizi kirletti, mukaddesatımızı tahkir etti. Mâzimizin mesnedi ve istikbalimizin rehini olan ül- kelerimizi, yerlerimizi elimizden aldı, O şimdi kendi hâkimiyetini kolaylaştırmak için bizi altı cumhuri- yete taksim etti. O, aramıza yabancı unsurları soka- rak bizi birbirimizden ayırmak ve uzaklaştırmak hususunu temin etmek istemektedir. Bu düşman alelâde bir düşman değildir. O yalancı ve vicdansız- dır. O belki bir fevkalbeşerdir, fakat insan değil ve bizden her halde değildir. O kendi mâceraperestli- ğinde o kadar ileri gitmiştir ki, artık bize çekilecek yer kalmamıştır, Bu dünyada ya o yahut biz olaca- gız. © yalnız milletler için bir tehlike değil, bilâkis

mi

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 119

İelâketin ta kendisidir ve istediğinden dönmiyen bir belâdır. O nereye elini uzattıysa her şeyden ev- vel milletlerin kalbine saldırdı ve onların hayat da- marlarından kanlarını çekti.»

Ayni mecmuanın 2 - 3 sayılarında Burma İis- minde birisinin özbekçe olarak yazdığı makalesinde şu cümleler okunmaktadır :

«Biz Bolşevizme karşı mücadelede tek bir mer- kez etrafında toplanmak istiyoruz, fakat o merkez artık Rusya değildir, yarın bütün emperyalistlere karşı harpte birleşecek olan Milletler Cemiyeti et- rafında birleşeceğiz. Biz Kerenski ve Melgunov'la- rın Rus mahkümu milletlere istiklâl yolunu «kuru- cu meclisleri» ile kapatmak istemeleri karşısında bu dâvanın ancak o milletlerin kendilerine ait bir olduğunu ilân ettik, Rusya çerçevesi içine sıkış- tırılmış milletler arasmda bir hastalık varsa o da

" Rusyacı Rusların manyaklık ve hayalperestlikleri- 'dir. «Rusya» ismi artık ancak bir sıra milletlerin

mahpus bulundukları milletler hapishanesinin ismi- dir, o isim etrafında artık kimse toplanamaz.»

Bununla Burma, Bolşevizme (karşı birbirinin haklarını müsavat esasında kabul eden milletler a- rasında cephe birliği olabileceği halde «Rusya mil- letlerinin kurtuluşu» şiarı altında toplanmanın im- kânsızlığını anlatarak beyaz Ruslara şiddetle cevap vermiştir.

Rusya mahkümu Türklerden kendi istiklâlleri- ni kabul eden bâzı liberal düşünceli Rus muhacirle- ri ile —Amerika Komitesine uyarak— Kızıllara kar- şı işbirliği yapmayı kabul edenler olsa dahi Beyaz Rusya Birliğine girmeğe taraftar olan hiçbir na-

N

120 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

muslu muhacir bulunmaz ve'bu mesele milliyetçiler arasında bir ihtilâf âmili olamaz.

Bir takım didişmeler «Amerikanın Sesi» radyo- su etrafında da olmaktadır, Özbeklerden bir zümre «Türkistan» ismini alarak «Türkistanca» diyerek özbekçe konuşulmasını; Tatarlar da ancak «tatar- ca» ve «türkistanca» (yâni özbekçe) söylenmesini istiyerek bu işi tamamiyle kendi inhisârları altında bulundurmak istemektedirler. «Türkeli» zümresi ise hiç bir kavmin diğerine kendi şivesini zorla ka- bul ettirmek ve bir kavim diğerinin rızasından baş- ka, başka kavimler namına söz söylemek hakkına mâlik olmadığını, şivelerin müsavatı esas tutulma- sını ve bu şivelerin hepsi toptan «Türkistan dili» te- lâkki olunması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Sov- yetler Türkistan şivelerini sun'i farklarla «Cermen» kavimlerinden Alman ve İsveç, yahut «Lâtin» ka- vimlerinden Fransız ve İtalyan dilleri şekline sok- mak isteyip özbekçeyi de, bilhassa Rus hurufatı kullanmak mecburiyetinden sonra sun'i surette ayır-

mış ve onu Tacik diline yakm bir şekle sokmuş ol-

duklarından bugün her kavime kendi şivesinde hi- tab etmekten başk çare kalmamıştır. Amerikalıların şark ahvalini bilenleri Türkistanlılar arasmda bir birlik husule gelmesini candan arzu ederler; fakat radyonun halka anlayışlı olmasını da temin etmek

isterler. Ve bu yüzden özbekçe ve tatarcanm yanın-

da kazakça ve türkmence söyletmektedirler. Kazak - Kırgızlar Türk kavimleri arasında tek bir rehbe- rin arkasında gitmekten ( hoşlandıklarından Türki- ye Türklerine çok benzerler, bu cihetten kendi mü- messillerine karşı yapılan isnadlar bütün muhace- retteki Kazak - Kırgızları tek bir adam gibi rencide eder. 8 milyon Kazak - Kırgızm dışarıdaki evlâdı

vel

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 121

tertemiz Türk olup, Türklüğe inançları diğer Türk- lerinkinden asla eksik değildir.

Türkistanlılar bugün başlıca dört teşkilât etra- fında toplanmaktadırlar :

1 Doğu Türkistanlıların kendine has teşkilât- ları vardır, memleketlerinin kurtuluşu yolunda Formoza - Milli Çin hükümeti ile işbirliği yaparlar. Ulu - Türkistanda ise 2 biri Özbeklerin birliğini teşkil eden Veli Kayyum gurupu; 3 diğeri Kazak- ların ve Türkmenlerin birleşmesini temsil etmekle beraber Özbeklerden de bir kısmı kendileri ile be- raber bulunan Türkeli, Kanatbay grupu; 4 niha- yet Pakistan'da ve Afganistan'da ve bâzı diğer İs- lâm memleketlerinde yaşıyan eski Basmaçı - Müca- hidleri gurupu. Bunlardan birincisi ve bu dördün- cüsü bu ayrılıklara son vermek için çalışırlar, Fakat Özbekler zümresi Kanatbay zümresi içinde çalışan Özbekleri kendilerine çekmek, Türkeli'yi halis Ka- zak - Kırgız teşkilâtı şekline sokmak istediklerin- den bu ihtilâf eninde sonunda tam bir kabile farkı- na dayanabilir. Kazaklar ise bir taraftan Türkmen- lerle, diğer taraftan Başkurtlarla birleşseler 10 mil- yon kadar nüfus teşkil edecekleri gibi, satıh mesa- hası itibariyle de Özbekistan'la Tacikistan'ın 550 bin

okm. sine karşı 3.435.000 (hattâ Başkurtlarla 3 mil-

yon 600.300) km. teşkil edet; Altay'lardan Pamir

“hududuna, Volga'dan Batı Moğolistan sınırlarına ka-

dar yayılır. İş kabileciliğe kalınca Doğu Türkistan”-

.da Uygurlarla birlikte olan Sinkiyang Kazakları da

kendi etnik çerçevelerine çekilebilirler, Zaten Sov- yetlerin istediği de Ortaasya Türklerinin nihai ola- rak uruglara bölünüp birbirine düşman olmaları- dır. - Rusya'nın bu istikametteki amansız siyasetini

; ; İl i

N

122 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

pek iyi bilen Türkistan Türkleri daha 10 - 22 Eylül 1922 de Taşkent'te Kazaklardan Tınışbayoğlu, Dost- muhammed: oğulları, Özbeklerden Münevver Karı ve Talib Can gibilerin iştirâkiyle toplanan yedinci gizli Umumi Türkistan Kongresinde Türkistanm bundan böyle «Türkistan», «Alaşorda», * «Buhara», «Hiyve» ve «Zakopsi» ye ayrılmayıp tek bir «Ulu Türkistan» olacağı ve müstakbelen idari taksimatta kabilelere değil, kavmiyeti de itibar nazarına alan ve iktisadi esaslara dayanan coğrafi mmtakalara bö- lünen bir federasyon olacağı tarihi milli bir karar olarak kabul olunmuştu. Bundan, Ulu - Türkistan'- ın Sırderya nehrinin cenubi kısımlarına «Cenubi Türkistan; bu nehrin ve Horezmin şimalinde vaki Alaşorda (Kazakistan) memleketinin «Ulutav» (U- ludağ) ın şarkındaki «Doğu Alaşorda» denilen ya- rısına «Orta Türkistan»; bu dağın garbinde Volga'- ya kadar uzanan «Batı Alaşorda» kısmına «Batı Türkistan» denileceği, yâni Ulu Türkistan'ın üç bü- yük vilâyetler birliğine bölüneceği: Orta Türkista- nın merkezi Almatı yahut Semipalat, Batı Türkista- nm merkezi de Orenburg olacağı; Altay vilâyetine «Şimali Türkistan» denileceği, cenubi Ural (Küçük Başkurdistan) ın Batı Türkistanın bir parçası ola- cağı kararlaştırılmıştı. Kazak - Kırgızlar Doğu Tür- kistan'da da kalabalık bir kütle hâlinde bulunduk- larından bunlar Büyük Türkistan'ın her dört kıta- sında birleştirici bir unsur olarak en mühim yer tu- tacaklardır. «Türkeli» grupu mensuplarının 1950 Eylülünde Münich*te yapılan toplantılarda da kati- yen etnik çerçeveye çekilmeye yol vermemek, Tür- kistan dışındaki tekmil neşriyatta ayni mecmuada Kazak - Kırgız, Özbek, Türkmen ve Tacik dillerin- de makaleler dercederek bu kavimleri müşterek di-

TÜÖRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 128

le alıştırmak esasları kabul edilmişti. Kanatbay ve arkadaşları bu prensibe tam olarak sadık kalarak bugün mecmualarını o esasta bütün bu zikri geçen şivelerde ve Tacikçe olarak neşretmektedirler, (1942 - 45 te Veli Kayyum'un neşriyatı da böyle idi). Di- ğer taraftan «Türkeli» mecmuası, Türkiye (Türk) alfabesini, bir iki işaret ilâvesiyle, almıştır.

Bir taraftan federasyon esası, diğer taraftan coğrafi mmtaka esası kabul olunduğu takdirde Tür- kistanlılar arasmda birlik husule gelecektir. Doğu Türkistanlılar da bugün Rus mahkümudurlar, Fakat onların arasında iki asırdan beri Çinlilerle beraber bulunmakla siyasi dâvalarına o çerçevede bakmaya alışmışlar vardır. Diğer taraftan onlarla Çin'in ara- sında bir Müslüman Çin, «Döngen» mıntıkası var- dır. Fikrimce Kızıl Çin çökerse Hindistan'da Müslü- man Hindlilerden bir Pakistan memleketi vücuda geldiği gibi Müslüman Çin vilâyetlerinden de bir «Döngenistan» çıkabilir. Herhalde Doğu Türkistan Türkleri için Döngen meselesinin ehemmiyeti var- dır. Batıda Kazan Türkleri, Çuvaş Türkleri ile bir birlik teşkil etmek, yâni onları da kendi ocamiaları içinde bulundurmak isterler. Döngenler Doğu Tür- kistanlılara ancak dinle bağlı oldukları halde, Çu- vaşlar da Tatarlara ancak ırkla bağlıdırlar. Her halde Kazan Türkleri doğularında Başkurtların da Ural dağları garbindeki kısımlarını alarak bir «İdil - U- ral Cumhuriyeti» teşkil edecekleri vakit Ulu Tür- kistan yanında ayrı hususiyetlere malik bir memle- ket şeklini alabilitler. Herhalde Doğu Türkistan, İ- dil - Ural ve Ulu Türkistan, istikbalde bir «Büyük Türkistan Konfederasyonu» şeklinde birleşebilirler. Asıl Ulu Türkistana gelince bu herhalde (1922 sene- sinde Taşkent Kongresinde alınan kararlarda belir-

N

124 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERAT!I ÜZERİNE

tildiği gibi, Kazakların yaşadıkları Alaşorda memle- ketinin «Orta Türkistan» ve «Batı Türkistah», Sır- derya ırmağının cenubundaki ülkelerin «Cenubi Türkistan» olmak üzere üç kıtadan mürekkep bir «Ulu Türkistan Federasyonu» şeklini alır. Bununla beraber bu 'son hattın cenubundaki bütün Kazak ve Kırgızlar Özbeklerle birlikte Cenubi Türkistana girerler.

Başkurdistan'ın «Küçük Başkurdistan» denilen doğu kısımları «Batı Türkistan» a; Müslüman olmı- yan Altay Türklerinin teşkil ettiği «Oyrat otonom vilâyeti» de isterlerse Orta Türkistan'a girerler. İş- te Türkistan meselesinin federasyon şeklinde birleş- meleri bu gibi esaslara göre mutasavverdir. 1922 senelerinde işlenen plâna «Orta Türkistan» kısmın- da epey miktarda Tatarlar olacaktır. İşte Türkistan- Uların 1918 ve 1922 senelerinde işlenen plânlarına göre müstakbel Türkistan'ın kaynaşması bu esasta husule gelecektir. Türkmenistanlı bir âlim kendile- rinin Kazaklarla birlikte Batı Türkistan kısmına girmeleri icabedeceğini, eski Horezmin de bu Batı Türkistan'ın medeni merkezi olması gerektiğini söy- lemişti. Ben bu meseleyi «Yeni Türkistan» mecmua- sında (1927, N. 4) ve <Türkili Tarihi'nden (sa. 580 - 583) bahis mevzuu etmiş ve Horezm merkez olmak

üzere böyle bir Kazak - Özbek ve Türkmen kaynaş-'

masının umumi Türk birliği bakımından ehemmiye- tini tebarüz ettirmiştim. Her halde Türkmenlerin idari. bakımdan. Cenubi Türkistan mmtakasına gir- meleri, keza bütün bu arazi teminatının fiili bir şe- kil alması ancak istiklâl kesbettikten sonra olacak- tır. Maamafih istikbalin bu şekilde olacağını. şim- diden kestirmek, kabileler arasında kaynaşma ve karşılıklı anlaşma bakımından ve memleketin hiç

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATİ ÜZERİNE 125

bir zaman yalnız etnik esas üzerinde bir teşekkül olmıyacağını kafalara koymak bakımından ehem- miyeti büyüktür. «Türkeli» teşkilâtının dört - beş şivede karışık bir dilde neşriyat yapması çok güzel- dir. Yalnız bu yazılarda kullanılan alfabeye ve her şivenin imlâsına yeknesaklık vermek elzemdir. Şim- dilik malesef bu yoktur.

Türkistanı kabilelere ayırmadan, kabile bölüm- erini de az çok itibar nazarına alan coğrafi mınta- kalarm federasyonu yapmak bu ülke Türklerinin milli ideali olacaktır, Çünkü ancak bu yolla bir mil- i kültüre doğru yol alabilirler. Fakat bu «coğrafi taksimat» m buğün faaliyette bulunan Türkistanlı- ar için tatbiki güçtür. Bugün dışarıdaki «federas- yon» yine 35 seneden beri mevcut olan kabile cum- huriyetlerini teşkil eden Türklerin federasyonu o- acaktır. Yâni Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Karakalpakistan, Başkur- distan, Doğu Türkistan, Tataristan Cumhuriyetlerini teşkil eden uruğlara mensup Türkistan muhacirle- rinin bir birlik ve bir bayrak (1921 Semerkandde kabul olunan bayrak (etrafında toplanmalarıdır. «Türkeli» teşkilâtına Doğu Türkistan ve Tataristan dahil olmadığı halde «Ulu Türkistan»ı teşkil eden diğer cumhuriyetlerin mensupları dahildirler. Mec- mualarının başmuharriri bir Taşkentli hukuk do-

“çentidir. Diğer tahrir üyeleri Kırgız, Türkmen ve

Karakalpaktır. Şöylece o<Türkili» de o federasyon prensibi kabile cumhuriyetleri mensuplarının bir âhenk üzerinde birleşmelerini bilfiil temin etmiş bulunmaktadır. «Türkeli» yi kabul etmiyen zümre- ler olmasına rağmen bunlar müsavi haklar ve bunu karşılıklı olarak tanımak demek olan federasyon e- sasmda anlaşacaklardır. Bunu 1948 de merhum Ma-

N

126 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

reşal Fevzi Çakmak çok tasvib ve takdir etmiş ve «Bu federasyon fikri tarihimizde de yürütülmüş ol- saydı Temürlenk'le Yıldırım Bayezid arasında da kavga çıkmamış olurdu. Bütün Türkler için merke- ziyet fikri tatbik edilemiyeceği gibi Türkistan'da dahi birlik ancak ayrı câmialârın hak ve hukukları- tanıyarak karşılıklı hürmet hissi beslemek esa- sında husule gelebilir» demişti. Bugün münakaşa e- den zümreler arasmda irtibat kesilmiş değildir. Ve- li Kayyum'un yakın arkadaşlarından Dr, Mirza Ho- yit 11/2/1952 tarihiyle yazdığı mektubunda aradaki tefrikalardan şikâyet etmektedir. Mirza Hoyit be-

,nim yardımımı da temin ederek «Hokand ve Ala-

şorda Hükümetleri» namiyle 111 sayfalık bir eser neşretmiştir, Bu eserin son kısımlarında (S. 105 - 110) 1918 senesinde Kazakistan (Alaşorda ve Baş- kurdistan milli hükümetlerinin müsbet çalışmaları- güzel tebarüz ettirmiştir.

«Dördüncü gurup» sıfatiyle zikrettiğim «Bas- maçılar Gurupu» da 15/2/1952 tarihiyle yazdıkları mektupta kendilerine bu «federasyon», kimse kim- seyi zorlamamak, etnik ayırmalardan kaçınmak e- sasında olacağına dair yazılan yazıları toplantılarda kabul ettiklerini memnuniyetle kaydettikten sonra diyorlar: «Ötedenberi sürüp gelen kararsızlık ve te- reddüt ve ayrılık hallerine birlikte nihayet verelim. Bütün Türk kabilelerini fikir ve işbirliği esasında toplayabilmek için zaman ve zemin müsaiddir. Bü- tün Afganistan ve Pakistan'da yaşıyan Türkistanlı mücahitlerin bu yolda çalışanlara itimatları tamdır. Tefrika çıkaranlar kendilerine milliyetçi süsü veren dar kafalı kabileci ve şehircilerdir. Biz Kanatbay kardaşımıza da mektup yazdık».

Haris Kanatbay ise 13/1/1952 de İstanbul Bele-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 127

diye Gazinosunda Doğu Türkistanlı mücahitlere ve- rilen ziyafette vâki olan birlik teklifi dolayısiyle «Biz karşılıklı hürmet ve itimad esasında federas- yon olarak kardaşça o birleşmeğe her vakit hazırız» diye yazmaktadır. Zannederim bu yolu kim samimi olarak takip ederse o üstünlük kazanacaktır.

(Serdengeçti, Ne. 15 - 16, 1952)

DOĞU TÜRKLERİ İÇİN KÜLTÜR BİRLİĞİ FİKRİNİN EHEMMİYETİ

«Büyük Balıkların» Mili Emelleri

Hitlerle birlikte gömülmüş sanılan müfrit milli- -

yetçiliğin, bugün en kaba bir emperyalizm şeklinde dev adımları atmakta olduğu bir zamanda yaşıyo- ruz, Son seneler, bilhassa son günler, bize açık gös- teriyor ki, zamanımız, zayıfları yutarak dünyaya hâ- kim olmak peşinden koşulan çağların beşeri ihtiras- ları seferber etmekte tarihte misli görülmeyen bir devresini teşkil etmektedir. Bu'yolun kılavuzluğunu yapan Ruslar, egoist milli gayelerine ulaşmak için .cihanşümül şiarları ellerine almışlar, bunları geniş mikyasta istismar ediyorlar. Bugün Garp - Şark mücadelesi, Rus - Slâvlarm beynelbeşer içtimai dâ- vaların hâmili ve önderi görünerek muhtelif mil- letleri, zümreleri ve tabakaları, bilhassa . Asya'nın geri kalan milletlerini aldatabildikleri halde; bugü- ne kâdar müstemleke siyasetinin hâmili olagelen garpli milletlerin böyle, geniş kütleler için anlayışlı şiarlardan faydalanamamaları, kısa görüşleri, tered- dütleri hep savunmacı vaziyetinde kalmalariyle devam edip gitmektedir. Dünya komünistlerini de para ile besliye besliye Rus emperyalizmi- nin tahakuku cihan komünizminin tahakkuku demek olduğunu söylemeğe alıştırdılar. 37 yıl- danberi okunması yasak Dostoyevski'nin eserleri şimdi, mükemmel külliyat şeklinde, Sovyet hükü- meti tarafından neşrediliyor. Rus - Slâv nazizminin

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 129

peygamberi, Ortodoks oyobazlığının mutaassıp bir ideoloğu, müthiş bir reaksiyoner sayılan bu muhar- ririn 75. ölüm yılını Leningrad'da şu Şubat ayının 18 unda tes'it edilecek olan yortusuna dünya komü- nist şair ve muharrirleri de iştirak edecek ve med- hiyelerini okuyacaklardır.

Ruslarm müstemlekeciliği tel'in etmek yoluyla

, İcra etmekte oldukları sömürgecilikleri, kendi Obo-

yundurukları altına giren milletleri bu müstemleke- lerde yerlilerin elinde mevcut araziyi «devleştirip akabinde oraya milyonlarca Rus köylüsü göndere- rek iskân etmek ve yerlileri azınlığa çevirerek zecri iktisadi ve kültürel vasıtalar ile onları tedrici ölü- me yahut erimeğe mahküm eylemesi» şeklinde te- celli etmektedir. Bu yolun meselâ şimdiki Kızıl Çin-

.liler için de çok câzip göründüğünü yakında Kansu

Moğol ve Türkleri diyarından dönen Amerikalı â- lim Louis M. Schram'dan öğreniyoruz. Fakat zayıf- ları yutarak büyüme modası Hintliler için de câzip görünüyor. Türkistan'ın yakın zaman tarihine ve bu günkü hâline dair 1929 da Mısır'da basılan eserim- de (s. 609) Rusların Asya'da ancak üç milletin istik- baline, diğerlerinin onlara katılacağına inandıkları- yazmıştım. Ruslar bizzat kendi mahkümları olan milletler arasında dahi bunları biribirine düşürmek maksadı ile bu prensipe revaç veriyor görünüyor-

lar: küçük ve zayıflar hesabına büyüme hayâli ile

meşgul olan unsurların ruhlarını Ukrayna, Kafkas- ya Ve Ortaasya'da okşar görünerek, bunu bu millet- lerin aralarını zehirlemek maksadı ile istismar eder- ler. Geçen sene Haziran'da Türkistan'ı ziyaret et- miş olanlardan biri, Kırgız ve Kazakların inhilâl et-

Ş.F.

N

130 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

mekte olduklarını söyliyen Rusların, Özbeklere «Bunların bir kısmı size, diğer bir kısmıda bize (yâni Ruslara) katılıp gidecektir» diyorlar; ayni za- manda Şimali Afganistan'da yaşıyan Özbeklerin de bir gün Özbekistan Cumhuriyetine ilhak edecekle- rini söylüyorlarmış. Walter Kolarz da «ba Russie et ses Colonies» nam eserinde (s. 391) Sovyetlerin Türkmenistan Türkmenlerini Horasan'a saldırmak için Horasan Türkmen ülkelerinin Sovyet Türkme- nistanına ilhak eylemek fikrini telkin ettiklerini ve

bu fikri türkmence mektep kitaplarına dahi yaz-

dıklarını anlatmıştır. Zikri geçen Walter Kolarz (s. 65) Sovyetlerin «Grand Tartarie» ve «Grand Buch- kirie» nasıl karşı karşıya koyduklarını kaydet- miştir.

Geçen Temmuz ayında Münich'te Amerikalıla- rın «Sovyetleri öğrenme metodolojisi» mevzuunu tetkik için toplanmış oldukları bir konferansa işti- râk maksadiyle, Amerika'dan gelmiş olan bir Beyaz Rus âlimi, bana, Kazan Türklerinden obâzılarının Volga ve Ural havzasındaki Fin kavimlerini ve Çu- vaşları kendilerine ilhak etmek tasavvurlarına ha- riçte Sovyet dostluğu yapan beyaz Rusların bir ta- raftan «milli absurd» diye alay ettikleri halde tut- tuklarını, diğer taraftan öteki Fin unsurunu Tatar- lara karşı kışkırttıklarını, bu yüzden oOAmerika'da bulunan Mari Finleri o mümessillerinin Tatarlara karşı şiddetle vaziyet aldıklarını anlatmıştı. Azer- baycan'da İran Azerbaycanını ilhakla «Büyük A- zerbaycan» vücuda getirmek fikrini İran Azerbay- canını da İran'dan ayırmak ve Rusya ile birleşmek fikrini teşvik, ayni zamanda İranlılarla Azerbaycan- lıların aralarını açmak maksadiyle ileri sürmüşler- di. (bk. W. Kolarz, 332 - 333). Ukrayna'da da Lehis-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 1831

tan Ukraynasını ilhak fikriyle, bilhassa 1944 te «Bü- yük Ukrayna» fikrini teşvik ettiler. Geçen Mayıs ayında Ukrayna'nın Rusya'ya Boğdan Khmelnetski idaresinde iltihakının 300, yıldönümü dolayısiyle Sovyet matbuatında Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yaptığı en büyük müsbet işlerin birisi olarak İkinci Cihan Harbinden sonra «Kırımın Ukraynaya ilha- kı» olduğunu ve Kırım Türklerini oradan atarak, tam bir Rus malı edilmesi keyfiyetini Ukrayna'nın Kırım Türkleri hesabına büyütülmesi olarak O gös- terdiler, yâni bir «küçük balık» ikramiyle büyük Ukraynacılarm milli hülyalarını okşadılar.

Rusya dahilinde, el ve ayakları Sovyetlerin har- si ve iktisadi siyasetleri ile bağlanmış, çeşitli Rus alfabeleriyle biri diğerinden ayırd edilmiş olan bu milletlerin ve bilhassa Türk ve müslüman kavimle- rin yekdiğeri üzerinde edebi dil ve manevi kültür sahasında herhangi bir surette müessir olabilmeleri ihtimali, bugünkü şeraitte, katiyyen kalmamıştır. Din ve eski müşterek Çağatay edebiyatı cezri ted- birlerle bertaraf edilmiş olduğundan şehirli Türk- lerin, Özbek ve Tatarların bozkır Türkleri arasında imamlık ve ve muallimlik eylemelerinin yolları ka- panmıştır. Bu nevi kavimler arasında «büyük balık» şiarının Rus lehinden başka bir tesiri olamaz. Orta- asya'ya nisbetle nazariyatı Ruslardan Grum Griji- maylo tarafından işlenen «büyükler küçükleri yiye- rek yaşar» şiarı ancak Rusların kendileri ve bugün Kızıl Çinliler ve Rus dostu olmaları şartiyle Hintli- ler için tecviz edilir ve ancak onlara nisbetle sami- midirler. Hintliler gayelerine kalabalığın silâhsız mücadelesi yoluyla erişeceklerine inanmakta çok ileri gidiyorlarsa da, Rus kanlı emperyalizminin kendilerini rahat bırakmıyacağını öğrenmekte ge-

N

132 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

cikmezler. «Büyük millet» dâvaları asıl Rusluk dı- şında ancak kendi mahkümları olan milletler arası- DI zehirlemek, hakiki milli hareketleri soysuzlaştır- mak için kullanılıyor. Sovyet ajanları hiç, göze çarp- mıyarak, sinsice araya sızmakla Rus mahkümu mil- letlerin Rusya haricine çıkan mümessilleri arasında, milliyetçilik kanaliyle, Rusya dahilindekisine nis- betle daha büyük muvaffakiyetle propaganda edi- yorlar, Bu şiar bu mahküm milletlerin muhacirleri

.arasını bozmak için en müessir vasıtalardan biridir.

Kabile Cumhuriyetlerinin Hariçte Tesiri

Halbuki Rus mahkümu milletler, mahalli «Sov- yet cumhuriyetleri» çemberleri içine alınmış ve bu çemberler 35 senedenberi içinde (bulundukları bu milletler arasında gittikçe artan tesirini icra etmek- tedir. Meselâ biz Sovyet mekteplerinde yetişenler arasında; Çerkes, Kalmuk, Kazak ve Tatarların «Gayrirus» olduklarını bildikleri halde Kazak ve Kırgızlarla Tatarların ayni milletten olduklarını hiç bilmiyen birçok zevatı gördük. Vaktiyle bizim, En- ver ve Cemal Paşaların, Türkistana gelen Türkiyeli harp esirlerinin, Azerbaycanlı muallimlerin telkin ettiğimiz tek bir Doğu 'Türk (yâni Hazar Denizi öte-

si Türkleri) kültürü dâvası, Sovyet devrinde yetiş- *

tikten sonra harice çıkmış olan Doğutürk münev- verlerince tamamiyle meçhul kalıyor. Zamanımızın birçok muhacir münevverlerince, menşe itibariyle Sovyet cumhuriyetlerinden birinin mensubu olan bir Doğutürkünün diğer cumhuriyetlere ait yahut cumhuriyetler arasında müşterek meseleleri ele al- ması onların işlerine müdahale sayılıyor. Meselâ ge- çen 1954 Temmuz ayında Münich yanındaki Tut-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 133

zing'de Amerikalıların tertip ettiği bir konferansta «Sovyetlerin Türkistan'da tatbik ettikleri siyasetin son safhaları» mevzuu üzerine bir tebliğ yapılmış- tı. Muhtelif dillerde neşredilmesi dolayısiyle, muh- telif memleketlerde ve bilhassa memleketimizde çok müsbet akisler yaptığı, hattâ Bandung konfe- ransında işe yaradığı halde, ayrı Sovyet cumhuri- yetlerinden gelen bâzı muhacirler arasında son de- rece kötü karşılanmış ve tebliğ tahrif edilerek Maa- rif Vekâletine jurnal edilmiştir. Özbeklerden Veli Kayyum Bey dahi Almanya'da neşretmekte olduğu «Milli 'Türkistan» dergisinde (1954, sayı 16) bu teb- liğ dolayısiyle senelerden beri Doğutürklerinin müş- terek dâvalarını güden bu zat hakkında, «bizim için bir yabancı olup vatanımız ile hiç alâkası olmayan bu zat memleketi bizimki ile sınırdaş olmasından fay- dalanarak bizim işlerimize karışmakta» diyerek bir makale neşretmiştir. Hazar ötesi Türk Cumhu- riyetleri hakkında bir İngiliz, bir Alman istediği ka- dar yazı yazarlar, onlara bir şey denilmez, fakat o- ralı kabilelerden birisine mensup olan bir kimseyi temsil eylemek dâvasında bulunmıyarak, sırf bir dâvete icabet ederek bu cumhuriyetlerin hepsinden bahseder, dertlerini anlatırsa bu bir müdahale, bir cürüm sayılır, geniş entrikalara yol açar.

Hani bir «Uluğ Türkistan» dâvası vardı, ona Hazar ötesindeki Türk ülkeleri dahildi, bunun müş- terek milli teşkilâtını kurmuştuk, bunun uğrunda senelerce beraberce mücadele ederek çok kanlar a- kıtmıştık, hani bu işe Hazar Denizinin batısından da bir hayli idealist 'Türk gelip katılmış, hattâ reh- berlik etmişti. Hani 1921 de Gazi Mustafa Kemal Paşa Birinci Millet Meclisi âzasından İsmail Suphi Soysallıoğlunu Türkistan'a göndermişti, o da milli

Ni

134 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

mücadelenin bize tatbikan 72 maddelik ilmi-halini yazmış ve milli teşkilât merkezini kurmuştu. İşte o devirler artık geçti, dedirtmek istiyorlar; fakat bu devrin daha muazam bir çapta yeniden açılmakta olduğundan haberleri yok.

Sırf, şu cumhuriyetler oruhiyatının taşıyıcıları eliyle, yayılan zehrin neticesidir ki, hariçte hiç bir Doğutürk milli müttehit alfabesi vücude gelemedi ve lehçeler için birleştirici imlâ kaidelerinin tesbiti hakkındaki teklifler kimse tarafından kabul edilme- di. Türkiye Türk alfabesi esasında iki harfın ilâve- siyle vücude getirilmesi teklif olunan alfabe yerine ekseriyet, Sovyet lâtin alfabelerini ve onların kas- den bozuk olarak tesbit ettikleri imlâ kaidelerini kullanıyorlar, yahut Arap alfabesine kaçıyorlar, bu- nu da ancak ihtiyar nesil okuyor. Muhtelif memle- ketlerde yetişmekte olan yeni nesil muhacirler için bir düzgün alfabe ve imlâ kaideleri, münevver mu- hacirlerin kendileri tarafından işlenmezse, bunu başka milletlerden beklemek olmaz. Bu dil dâvası- Türkiye türkçesini harfiyen kabul etmekle hal- letmek mümkün olacağını zannedenler şimdi bu fikrin iflâsım görmüşlerdir. Çünkü 1940 ta tatbikine başlanan Rus alfabeleri, Rus mahkümu Türklerin Garp Türk dilinden cezri olarak ayırmak hedefini takip etmiş, bu yüzden Rus mahkümu Türkler ara- sına sokulmak istenen fikir ve irşatları oralarda kullanan şivelerde yapmak, alfabesi Türk (Lâtin) olsa dahi dilini yaşıyan şivelere uydurmak zarureti hasıl olmuştur. Bu yazı meselâ Pakistan'daki bir Öz- bek, Uygur ve Kazaklar için de anlaşılır olmalıdır.

,Sovyetler kabile cumhuriyetleri çemberleri içine alınan Türklerin ve diğer müslümanlarm gözlerini, kendi milli tarihlerine karşı, sımsıkı kapatmışlardır.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 135

Eski Türk milli kahramanları elbette hiç bilinmiyor. Çünkü gençlik üzerinde'bu körlük. terbiyesinin te- siri fecidir. Almanya'ya gelen münevverler arasın- da Türkistan şehirlerinde, yahut Kazan'da üniver- site bitirdikleri halde 1917 . 23 senelerinin kıyam

hareketleri hakkında, Enver Paşa hakkında, bu Za-

tın Türkiye ve Türkistandaki faaliyetleri hakkında hiçbir kelime işitmeyen münevverler vardır. Bu va- ziyet karşısında Rusya içinde kalan Türkler üzerin- de milli terbiye bâbında yayın ve radyo yoluyla te- sir yapabilmek meselesini yeni baştan ciddi olarak ele almak ister. Doğu Türklerinin hakiki milli ta- rihlerini popüler dilde neşri ile harice çıkan yeni nesle yeni baştan tanıtmak ve tarihimize dair ha- riçte bugüne kadar neşrolunan eserlerde yeni nes- lin zaten zehirlenmiş olanları tarafından kötüye kullanılabilecek yanlışlardan, mahallicilik, şehirci- lik, kabilecilik hissi mahsulü yanlışları yeni neşri- yatta tekrarlamamak lâzımdır, Meselâ Emin Buğra Beyin «Şarki Türkistan Tarihi» namiyle Keşmir'de neşrettiği büyükçe eserinde (s. 239, 255, 260) menşe itibariyle Garbi Türkistanlı olan Emir Temür (Te- mürlenk) ile geçen asırda Ruslardan kaçıp Doğu Türkistan'a gidip müstakil bir devlet kurmuş ve Türkiye'nin. yüksek himayesine mazhar olmuş olan Yakup Bek (Bâdevlet) in Şarki Türkistanı idarele- altına almış olmalarını, yabancıların Şarki Tür- kistanı istilâları, şeklinde tavsif etmiş ve ancak «Te- mür ölmekle Şarki Türkistanlılar rahat nefes alabil- diler» demiş; Yakup Bek hakkında da aslı Ferganeli olan bu zatın «milli hükümdar sayılamıyacağı» (392), «Garbi Türkistanlılara hudutsuz salâhiyet verdi, asıl Şarki Türkistanlı milli inkılâpçılarını yok etti» diyerek güya bu memleketin başına gelen fe-

N

136 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

lâketlerin başlıca müsebbibi olarak göstermiştir (414 - 416). Rus - Alman harbi sırasında hürriyetini bulanlar arasında tarihimizi yine Sovyet neşriyatı- esas edinerek öğrenen bâzıları milli tarihimize yanlışlar katmaktadırlar.

Meselâ Amerikan Bolşevizmden Kurtarma Ko- mitesi yardımiyle Münih'te çıkarılan «Azad Vatan» mecmuasında, çok yakın tarihimize dair neşrolunan makalelerde (meselâ bu derginin Türkçe neşri 1952, 5. 16 ve rusça neşri ayni sene sayı 8, s. 10) Türk u- ruğları ara münasebetlerini zehirleyici yazılar çık-

tı. Yine ayni Amerikan Komitesi yardımiyle Mü-.

nihte neşredilmekte olan «Dergi» mecmuasında (1955, sayı 3, s. 113 - 116), İstanbul'da neşredilen bir muhacir mecmuasında ve bir risâlede çeşni değişik- liği ile tekrarlanan bu yalanlara göre 1917 de Ufada bir müstakil milli cumhuriyet kurulmuş, bunu yal- nız başka bir komşu Türk kabilesi mensupları bal- talamış imişler.

Halbuki 1917 de Ufada böyle bir cumhuriyet ne ilân edilmiş ve ne de kurulmuştur. «Bu cumhuriye- tin ilk reisi cumhuru» olarak milli kongrelerde inti- hap olunduğu ayni mecmualarda mükerreren yazıl- mış olan zât, o zamanlar «istiklâl» şöyle dursun, sa- dece territoryal «ülke muhtariyeti» fikrine bile düş- man kesilmiş, muhtelif kongrelerde bu fikrini açık- ça söylemiş, Rus «Kadet» partisinin âzâsı olmakla Rusya'nın tek bir merkezden idare olunan unitar demokrat cumhuriyet olması gerektiği fikrini osa- vunmuş ve bu yüzden: «Rusya unitaristleri» meya- nmda ismi tarihe geçmiş birisi idi, ki hâlâ berhayat- tır. Bu zatın bu batıl dâvalarını isbat zımnında söy- lediği nutuklar, neşrettiği makaleler, Rusya İslâm- lığı için Rusyalı Yahudi cemaatlerinin . «exterritor-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 137

yal dini muhtariyet» nizamnamelerini nümune ola- rak almak icabettiği hakkındaki yazıları ve bu esas- ta tarafından tertib olunan 113 mddelik «milli me- deni muhtriyet nizmnmesi» Rusya dışındaki kütüp- hanelerde ve bâzı hususi ellerde mevcut olduğu gi- bi, nutuklarının rusçaları da Helsinki ve Münih kü- tüpbanelerinde mahfuz inkılâp devri Rus gazetele- rinde bulunmaktadır.

Bütün bu gibi yalan yanlış tarihler, fena bir ni- yetle olmasa dahi, yazarlarının milli tarihimizden habersizlikleri neticesinde tekrarlanır ve Türk u- ruğları arasını zehirler durur.

Milli terbiye ve millli tarih anlayışı hususunda içtekilere yardım edilemiyorsa dahi, hiç olmazsa harice çıkan Türklerin ve muhacerette doğan yeni neslin milli terbiyesi hususuna, onları dalâletten korumak hususuna ehemmiyet vermemiz zaruridir. Sovyetlerin kurdukları mahalli cumhuriyetleri ve bunların neşriyatları vasıtasiyle yaşattıkları dağıtı- ve bozucu siyasetlerinin halkımızın cahil tabaka- ile birlikte harice de çıkmış olan uruğculuk, şe- hircilik ruhları ile pekâlâ bağdaşmakta olduğu asla unutulmamalıdır. Sovyet ajanları yobazlığı ve aşırı şoven milliyetçiliği nasıl kendi gâyeleri uğrunda istismar ediyorlarsa, muhacerette de yaşayıp giden uruğculuk ve mahallicilik ruhlarını kendi gayeleri yolunda istismar ediyorlar.

Eğer bugün Doğu Türklerini milli kültür gaye- leri bakımından bir taraftan Ortaasya İranlığma (Taciklere) çeken bir kısım şehir Özbeklerinin, di- ger taraftan Şarki Avrupa Fin kavimlerine çeken bazı Tatarların, Kazak, Kırgız, Başkurt, Türkmen ve Karakalpak gibi kavimleri paylaşmak dâvaları ile uğraşmayıp bu kardeş kavimleri de kendilerine

Ni

138 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

müsavi sayarak federasyon esasında birleşse idiler, Münihte Amerikalıların kurduğu (o «Sovyetleri Öğ- renme Enstitüsü» nün daha 1954 Martında Rusya” daki milletleri 1) Velikorus, 2) Ukrayna, 3) Belo- rus, 4) Kafkasya ve 5) Türkistan - Doğutürk illeri şeklinde beş camia olarak ele alıp üzerlerinde ilmi esasta tetkikatta bulunmak, mahalli dillerde ve İn- gilizce bu beş ülkenin mecmualarını neşretmek hak- kındaki kararın bugün tam tahakkuk yoluna girmiş olmasından istifade etmiş olurlardı. Bugün Rus, Uk- rayna, Belorus ve Kafkasya dillerindeki mecmuala-

rın yanında İngilizce olarak (Fransızca ve Alman-

ca hülâsaları ile birlikte) neşrine başlanılan «Ük- rainian Review», «Belorussian Review», Caucasian Reiw» lerin yanında bir de «Turkistanian - East- turkish Review» çıkarılmış ve Asya omukadderatı işlerinin kaynaştığı Doğutürk illeri meseleleri me- deniyet dünyasına tanıtılmış olurdu. Amerikalıların Rus mahkümu milletlerin dâvalarını hür dünyaya bildirmek maksadiyle neşrine başladıkları bu ger- çekten hayırlı teşebbüslerine Doğutürkleri maalesef iştirak edemiyorlar. Halbuki Azerbaycan Türkleri- nin ve Şimali Kafkasyalıların dâvaları «Caucasian Review» de pekâlâ müdafaa edilmektedir. Doğu- türkleri tek bir milli kültür etrafında < birleşemez- lerse onların beheri için ayrı bir İngilizce mecmua çıkarmak için kimse yardım etmez, zaten bunun i- çin ayrı uruğlarm yetişmiş elemanları da yoktur. Bunun için hiç olmazsa bir Avrupa dilinden ve rus- çadan maada Doğutürk şivelerini, Türkiye türkçe- sini ve farsça (Tacikçe) yi iyi bilen yüksek tahsilli zevat ister. Böylesinden milli dâvalarla ilgili ve tek milli kültür fikriyle uruğları tatmin edebilecek kaç kişi var?...

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 139 Kültür Birliği

Rusya mahkümu Türklerin başına bölgecilik temayülleri yüzünden ne gibi felâketler gelebilece- gi, yâni Ruslan bundan istifade edecekleri, daha 1920 de Buhara'da ve 1922 de Taşkentte toplanan milli kongrelerde tebarüz ettirilmiş ve bu hususlar Türkistanm yeni tarihine ait neşriyatta da yazılımış- tır. Rusların daha o zaman tebellür etmeğe başlıyan bu «milliyetçilik siyaseti» o karşısında başlıca çare olarak :

a) Doğutürkleri arasında karşılıklı hürmet esa- sında bir federasyon kurmak fikrini yaymak ve

b) Tek milli kültür fikri uğrunda çalışmak prensipleri ileri sürülmüştü.

Ben şahsen bu mevzuları «Türkili Tarihi» ve «Türkkili Haritasına İzahlar» nam eserlerimden başka 1942 de «Türk Yurdu» (c. XXV, s. 245 - 251) ve 1952 de «Serdengeçti» (N. 6) mecmualarında i- zah etmeye çalışmıştım (1). Rus mahkümu Türkler arasında herhangi bir milli arzuyu zorla infaz edebi- lecek -hiçbir. otorite ve bir milli iktidar mevcut ol- madığından, milli kültür hayatı hususunda kimse- nin kimse üzerinde üstünlük iddialarına yol vermi- yen karşılıklı hürmete dayanan bir federasyon fik- rinden başka bir yol tasavvur olunamaz.

Pürüzlü cihetleri pek çok olan siyasi mevzular- da Türk illerini temsil işlerini Avrupa, Amerika ve saire yerlerde yaşıyan hemşehrilere salâhiyet vere- rek, Türkiye'de daha ziyade kültür meseleleri ile meşgul olmak yerinde olur. Bu maksatla Türkistan, Azerbaycan, Şimali Kafkasya ve Kırım kültür der- nekleri kurulmuştur. Siyasi çalışmalar için o «Tür- kistan», «Edil - Ural» ve «Doğu Türkistan» şeklinde

N

140 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ayrı teşekküller olsa dahi kültür derneği Doğutürk illeri için bir olmalıdır. Belki Kafkasya Türkleri için dahi bu böyledir. Bu nevi kültür dernekleri ile mu- hacirlerin hayati işlerde yardımlaşmalarını hedef edinen göçmen ve yardım dernekleri biri diğerini ikmal eder. İstanbul'daki Göçmenler Federasyonu da, bunları toplıyan bir teşekkül olmak itibariyle, çok yerinde bir teşebbüstür.

Doğu Türkleri için müşterek kültür dâvası dü- şünülünce hangi kabilenin, mutasavver siyasi grup- laşmalardan hangisine mensupp olduğunun ehem- miyeti kalmaz, Meselâ Başkurtların 1917 - 19 da Ka- zaklarla birlikte görmüş olmalarını onları Tatar- lık camiasına çekmek maksasiyle takbih etmek; ya- hut Horezm Karakalpaklarının da Kazaklarla tema- sını Özbeklik dâvası bakımından bir cinayet Say- mak; Şarki 'Türkistandaki Kazakların dahi diğer Kazak camiası ile birliğine karşı olanların Uygur camiası rehberliği altında bulunmaları gerektiğini iddia ederek engel olmaya, onların meselesini de bir Çin meselesi olarak görmeye çalışmak; keza Ka- zaklarla hep bir olan Kırgızların en çok Özbek ca- miası ile kaynaşmaları gerektiğini iddia etmek, an- cak Doğutürklerinin kültür dâvalarının bir olduğu- nu anlamamaktan ileri gelen ve düşmanın işine ya- rıyan beyhude çekişmelerdir. Kültür birliği fikri ve tatbikatı bu nevi tefevvuk ve ilhak iddialarını ber- taraf edecektir.

Doğutürk uruğları arasmda temasların sıklaş- ması, dolayısiyle konuşma dilleri arasında farkların azalması, yâni müstakbel milli birlik ve milli hayat tarzlarının birleşmesi için bugünkü süratli iktisadi gelişmeler, Sovyetlerin bölme siyasetlerinin zorla- masına rağmen, pek uygundur. Başkurdistandaki

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE idi

sanayi merkezlerine, fabrikalara kömür, orta Kaza- kistan, Karagandı mıntakasmdan gelmektedir, bu- nu temin için şimdi demiryolları şebekesi kuruldu (Karagandı - Magnitogorsk - Berdevş ve Kandagaç - Orsk - Kartalı - Çilebi hatları). Bütün Orta ve Şi- mali Kazakistan'ın petrol ihtiyacı bugün Başkurdis- tandan temin ediliyor. Başkurdistanın ortasındaki Taymazı'dan Şimali Kazakistana, Tobol, İşim ve Ir- tış havzalarına akıtılan petrollarm Omsk'ya kadar uzanan 1332 kilometrelik borularının döşenmesi (ki Rusya'da en uzun petrol boru hattıdır) geçen Ara- lık ayının 12 sinde tamam olmuş ve işletilmeye baş- lamıştır.

1955 senesi Mart 2 de on milyonlarca hektar a- razinin gaşbı için çıkarılan «Bâkir topraklar» kanu- nu da Kazakistan ve Başkurdistan için müşterek milli felâket kanunu olmuştur. Bir de Kazakistan” da Balkaş sahasını bir taraftan Ural'larla, diğer ta- raftan Çimkent ile, Horezmi Çarcuy ile bağlıyan de- miryollarının 1954 - 55 tamamlanması bölüntü ü- zerinde mubakkak tesir icra edecektir, Horezme ce- nuptan gelen demiryolu şimdi Hazar - Aral arasın- da ve Makat üzerinden Kızıl - Kut, Ural'a doğru; doğuda Alma-Ata hattı da Urumçi'ye gelmektedir. Cizkazgan, Aral gölü ile, Kandagaç, Ural ile bağlan- . maktadır. Şose ve oto yollarının çoğalması da bağlılıklar üzerinde kat'i olarak etkilidir. Sovyet gazetelerindeki dağınık haberlerden Horezmli Ka- rakalpak işçilerinin Kazakistanda Karagandı fabri- kalarında çalıştıklarını, Pişpekli Kırgız şoförlerinin Şarki Türkistana her vakit gidip geldiklerini öğre- niyoruz. Köy ve şehir hayatının gelişmesi eski uruğ farklarını da, Sovyetlerin siyasi maksatlarla bu his- leri israrla körüklemelerine rağmen, azaltacaktır.

N

142 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Kazak, Başkurt ve Türkmenlerde Rus unsuru çoğal- makla beraber Rus kadınları ile evlenmek bir felâ- ket şeklini almamış, muhtelif Türk camiaları ara- sında evlenmelerin inkişaf hâlinde olduğunu da memnuniyetle öğreniyoruz. Doğutürk illerinde iktisadi rabıtaların kuvvetlenmesi, Rus nüfusunun artması ile bağlı olmakla beraber, Türk camiaları arasında bilhassa edebi dil sahasında sun'i farklar yaratmak hususundaki Sovyet siyasetini de netice itibariyle bir gün hükümsüz bırakacaktır.

Rus mahkümu Türklerin, harice çıkanları ara- sında, kültür sahasında çalışmalara engel olan baş- ca etken maddi imkânsızlıklardır. Bugün Pakistan, Afganistan, İran, Hicaz, Mısır, Uzakdoğu, Avrupa ve Amerika'da dağınık yaşamakta olan muhacirle- rin müşterek kültür işleri için her hangi bir yerden yardım tedariki kabil değildir. Anglo . Saksonlar a- rasında Rus tasavvurlarını son zamanlarda daha ya- kından öğrenebilmesi dolayısiyle Rus mahkümu milletlerin kültürlerini takviye ederek onları bil- hassa Asyada, yarının Rusu olmaktan kurtarmak gerektiğini söyliyenler çoğalmaktadır. 1923 te Tür- kistandan Hindistana geldiğimizde o zamanki Kral naibi Lord Reading bize, Peşaver valisi vasıtasiyle, Hindistanda seyahatimizin şartlarını , muhtevi 14 maddelik bir talimatname göndermişti. Ona göre İngiltere (Makdonald hükümeti) hemen o aylarda Sovyetleri resmen tanımış olduğundan bu devlete karşı herhangi bir propagandada bulunmak, bu me- seleler hakkında Hindistan Müslümanları ile konuş- mak bize yasak edilmişti, Şimdi o Lord ölmüş, yeri- ne Lordlar Kamarasında âzâ olan oğlu, Hruşçev ve Bulganinin Hindistanda, Burmada, Buda tapmakla- rında ve parlâmentolarda söyledikleri nutuklar kar-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 143

şıhğı olarak, daha önce İngiltere hükümeti tarafın- dan bu Sovyet kodamanlarını Londra'ya misafir et- mek yolunda yapılan dâveti feshetmek gerektiği söylenirken bu Sovyet rehberleri nutuklarında «Rus- ya'da müstemlekecilik yoktur ve olmamıştır», diyor ve bunun ancak Garplilere has bir esaret sistemi ol- duğunu söylüyorlar; şayet bu zevat İngiltere'ye ge- lecek olurlarsa bu ziyareti biz de onların esaret sis- temini Sovyet mahkümu milletlere anlatmak yo- lunda, istifade edelim, demiştir (22/12/1955).

Fakat bu sözler, yine şimdiki durumda, ancak âf olarak kalmaktadır. Amerikalıların işi, Rus mah- kümu milletleri radyoda konuşturmaya, eski Çar Rusyasına dokunmayıp 1917 den sonraki, yani Sov- yet devrindeki ızdıraplardan bahsederek makale ve kitaplar neşrettirmeğe münhasır kalmaktadır. Rus mahkümu Asyalıların kültür bakımından takviyesi işine bir kuruş yardım edilmiyor. Bunu geçen Eylül ayında İtalyanların Venedik'te tertip ettikleri «İs- âm milletleri ve Garp» kongresinde İran Senatosu reisi meşhur Seyyid Hasan Takizade de büyük bir esefle kaydetti, Halbuki Amerikalı hayır sahipleri Doğu Türkleri ve Kafkasya Türkleri için milli kül- türlerini yükseltme gâyesini güden bir ziraat mek- tebi, bir kolej açmasına, talebe bursları tahsisine, il- mi neşriyata yardım edebilirlerdi. Meselâ Rusya İs- lâmlığının en şevketli devirlerinin Ruslukla temas eden son Hanlıkların tarihine ve Çarlığa karşı mil- letini savunan milli kahramanların tarihine, eski kültür ve şevketli mâzilerini, güzel sanatlarını Ça- gatay ve Azeri edebiyatlarını tanıtacak ilmi ve pü- püler ilmi neşriyata bu milyarderler arasında az çok yardım gösterecek birisi çıkarsa, bu işler ucuz pro- pagandalara nisbeten daha çok müessir olurdu. Bu

N

144 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATİ ÜZERİNE

işlerle ilgilenen bir yabancı hayırseven çıkmayınca bu işler yine kımıldamak istediği yerinde kalıyor. Bu işlerle hiç olmazsa «kültür dernekleri» küçük miktasya olsa dahi meşgul olmalıdırlar.

Geleceğe ait düşünceler

65. doğum yılım münasebetiyle ırkdaşlarım ve dostlarım tarafından yazılan yazılar ve gönderilen başarı ve sağlık temennileri dolayısiyle burada de- rin teşekkürlerimi arzederim. Bu münasebetle Rus mahkümu Türk ve diğer İslâmların mukadderatına dair düşüncelerimi yazmamı istiyen Zihni Hızaloğ- luna da cevap olarak daha şunları ilâve edeyim:

Rus ne kadar büyüse dahi bu İslâmlık tâbiriyle bir «istidrâc» dan ibaret olacaktır. Bir çok insanlara gittikçe büyüyen bir çığ manzarası arzeden bu kar yığını hızla aşağıya kaydığı için hızla büyüyor ve elbette bir mânia ve engele çarpacaktır. Hruşçev ve Bulganin geçen 1954 senesinde Pekin'i ziyaret ettik- lerinde komünizm şiarına dayandırılan Rus yayılma hareketi motorunu artık Stalin devrinde olduğu gi- bi kapalı Möskova kutusu içerisinde tutamıyacak- larını, komünizm şiarına daha geniş bir intibak im- kânı vermek gerektiğini gördüler. 1955 te Belgrad'ı, sonra Cenevre, Delhi, Burma ve Kâbil'i ziyaret et- tikleri gibi, hür dünyanın diğer merkezlerini dahi ziyaret edebileceklerini ilân ettiler, Zâhiren Sov- yetler artık kapitalizmden korkma devrini atlattık- ları intiba'ını vermek istiyorlarsa da, hakikatte bu seyahatler, Komünizmin Asyada Çin, Hindistan, garpte Yugoslavya gibi tam Rus kontrolü altında bulunmıyan yerlerde taraftar kazanması, Hindistan ve Burma gibi yerlerde hayırhah çevrelerin türeme-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 145

si Rus nüfuz yayılmasını hâdiselerin cezren Mosko- va'dan idare edilmesi değil, Moskova'nın bu hâdi- selerin inkişaf sahaları şartlarına uyması esasına dayandırmak gerektiğini idrâk eylemekten ileri gel- miştir. Fakat Rus liderlerinin Hind parlemanı hu- zurunda ve yalın ayaklarla girdikleri Burma Altın Pagodasında Şarklıları aldatmak maksadiyle söyle-

“dikleri nutuklar hırslarının sınırı olmadığını ve

maksatları uğrunda şerayita intibak ederken de hiç bir prensibe bağlı kalmıyacaklarını bütün dünyaya ve dostlarına gösterdi. Bu münasebetle onların ya- lanlarını yüzlerine vurarak medeniyet âleminin muhtelif fikir dergilerinde yazılan yazılarda Sir O- laf Caroe'in, benim <Türkili Tarihi» kitabımdan da faydalanarak neşrettiği oeserinden geniş mikyasta istifade edilmekte olduğunu görmekten elbette haz duyarım. Şimdi Ruslar kendi mahkümları olan mil- letlerin, o cümleden Türklerin mukadderatı mese- lelerinin kendi isteklerine uygun şekilde nihai su- rette halledilmiş olduğunu, geniş «intibak» ousulle- riyle bir ayaklarını Şimal ve diğerini Cenup Ku- tuplarına dayayabileceklerini, Afrika'ya kadar ya- yılabileceklerini sanarak dünyaya meydan okuduk- ları zaman, bu dâvanın sadece Rus mahkümu millet- ler dâvası olmaktan çıkıp tam mânasiyle bir cihan

.dâvası, felâketin yalnız bu mahkümların değil tek-

mil cihan milletleri başına geçirilmek istenen genel bir felâket olduğunun, anlaşılması karşısında, elbet- te, sevinebiliriz. Bu vaziyette bize siyasetle uğraş- maya da pek lüzum kalmıyor.

Doğu Avrupa ve Asyada bir çok milletleri, ge- çen harp. dolayısiyle ve müttefiklerinin yardımı ile

10. E.

Ni

146 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

elde etmeleri mümkün olmuşsa da, bundan tekmil hür milletlerin bir gün tıpkı Rus muğiği gibi irade- lerini ve hürriyetlerini bu Slav - Rus diktatörlerine kaptıracaklarını sanmaları, çılgınlıkları kadar da, saflıklarından ileri gelmektedir. Rus milletinin bü-

“dün dış istilâlara karşı arkasını Şimal buz denizine

ve Şimal Kutbuna dayayacağını söyliyen müverrih S. Solovyev'in devri artık geçmiştir. Emperyalizm- de «fenâ fil-vücud» olan Rus milletine asıl tehlike şimdi bilhassa o Şimal Kutbundan gelecektir. Onun harbedecek cepheleri Hitler Almanyasmınkine nis-

beten daha çok dağınıktır. O Avrupa, Afrika, Asya ;

ve Amerika'nın her tarafında vücuda getirilen üs- lerle harbetmek ve bu harpte de yine kendi zulmü

altında inliyen mahküm ve esir milletleri seferber *

etmek mecburiyetinde kalacaktır. İşte. Rus mahkü- mu Türk ve diğer İslâmlar o günü, tebellür etmiş milli ideoloji ile, karşılamalıdırlar.

(Mücahit, Yu: 2, sayı: 6 (1956 Ocak) J

TÜRK KAVİMLERİ TARİHİNE DAİR MİLLETLERARASI BİR TEŞEBBÜSE GÖSTERİLMEKTE OLAN YANLIŞ İSTİKAMET

1951 İstanbul Müsteşrikler Kongresinde o za- manki Dışişleri Bakanı Prof. Fuad Köprülü'nün, be- nim ve diğer Türk mümessillerinin uğraşmalariyle Türk dili, edebiyatı ve kültür tarihine dair 3-4 cild- lik bir «temel kitap» neşr etmek karar altına alın- mıştı. Neşir masraflarını Unesco, Alman İlimler A- kademisi ve biz verecektik. Temel kitab sözünün Iâtince ve almanca karşılığı olan «Fundamenta» ve «Grundriss» isimleri ile tanınan bu kitabın tertibi ve neşir masrafları için her sene vermemiz gereken * 2000 doları eski hükümet bir türlü veremedi. Türk- ün varlığını ve kültürünü dünyaya tanıtacak olan bu eserin tertip ve neşrinde iştirak edilmezse, bil-

-ginlerimiz neşir komitesi mesaisine fiilen, katılmaz-

larsa, bu komite ara sıra Türkiye'de toplanıp, kitap- ta bahis mevzuu olan Türk medeniyet eserlerini ye- rinde tetkik edip Türk bilginlerini bu işe celbede- mezse bu teşebbüsün başka ellere geçeceği hususu- nu 6 zamanki Maarif Vekillerine müteaddid ' defa arz ettik. Nihayet 1957 de bu işin esas mürevvicle- rinden olan Danimarka'dan yardım dahi temin eden türkoloğ ve mongolist Prot. Grünbech vefat edip, bu yolda fedakârane çalışan ilmi sekreter Dr. Dör- fer de bu işten ayrılınca Komite âzasından Prof.

N

148 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Seheel'in bir gafleti yüzünden bu Mr. Deny'nin doçenti Mr. Lui Bazin ile onun himaye ettiği Per- tev Boratav'm eline geçti. Her hangi bir partiye mensubiyetini bilmediğim Mr. Bazin'in sola müte- mail ve Sovyet dostu olduğunu işitiyordum. 1954 Kembric Milletlerarası Müsteşrikler | Kongresinde bu zatın, Rus delegelerinin getirdiği Sovyet .neşri- yatını salonda Kongre âzaları arasında yürüyerek kucak kucak getirip dağıttığını gören kimseler şa- şırmışlardı, ben” ehemmiyet vermemiştim. Fakat Fundamenta'nm Türk kavimleri edebiyat tarihine ait cildinde basılacak olan makalelerin Sovyet neş- riyatına uymayan yerleri tâdil etmek, Rus mahkü- mu Türklerin milliyetçi sıfatiyle Sovyet edebiyat tarihlerinin çoğunda çıkarılan (o Rizaeddin Fahred- dinoğlu, Fatih Kerimi, Fatih Emirhan ve Abdur- rahman Saadi gibi yazarları, Kazak Türk milli şair- lerini, Kırım Türklerinin 55 senelik emekli milli e- dip ve şairi Şevki Bektüreyi' makalelerden çıkar- mak için uğraştıklarını görünce, bunun artık bir şa- ka tarafı olmadığı anlaşıldı.

*“ Garpta yapılmakta olan ilmi neşriyatta, mese- benim de tahrir heyeti âzâsı bulunduğum «Cent- ral Asiatic Jurnal» da Demirperde ötesi bilginler iş- tirak ederler. Fundamenta'nm çıkan ve çıkmakta olan cildlerinde Varşova Üniversitesi profesörü Dr.

A. Zayaçkovski liyakatle iştirak etti ve etmektedir.

Bu kitabın Türk kültür tarihine tahsis edilecek olan dördüncü cildinde, siyasetle ilgisi olmayan mev-

zuların, meselâ Türk kavimlerinin musikisi, oyun-.

ları ve dansları, tip, kıyafetleri, çadır, ev; şehir mi- marisi ve dekorasyon tarihi gibi konuların yazılma- sı, bunlarda ihtisas kesb eden Zatoyevski Gaskarov, S. Rudenko ve V. Lavrov gibi Rus âlimlerine. tek-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 149

lif edilebilir. Fakat siyasi tarihe gelince değişir bu hususta onların çoğu mazurdurlar. Garpte yapı. lan ilmi yayınlara Rus veya sadece solcu bilginle- rin ayrı makalelerini almak başka; bu gibi neşriya- tın sevk ve idaresini Sovyet dostluğu yüzünden sol- cu tanınan, şahsiyetlere vermek yine başka bir iş- tir.

, Mr. Bazin Türk Fundamenta komitesi 1951 de Istanbul'da kurulduğu vakit tahrir heyetine üye se- çilmiş değildi. O ve arkadaşı Pertev Bey yalnız ter- tip, tashih ve indeks yapmak işlerine celb edilmiş- lerdi. Mr. Bazin hemen o sene (1958) O Unesco'nun «Diogene» isimli dergisinde (N. 24) kendisinin az çok bildiği filoloji kısmmın değil, Fundamenta'nm dil, edebiyat ve tarih kısımlarının tekmilinin' nasıl yazılması gerektiğini belirten 33 sayfalık bir «mu- vakkat program» (bilân provosioire) neşretti. Bu- rada o bilhassa kendisinin hiç meşgul olmadığı tarih üzerinde durdu, bu kısma ait sözleri, çok ihtiyatlı olmakla beraber, ilmi hakikatlerden ziyade Rus gö- rüşüne uygun idi. Meselâ bizim tarihimizde «Deşti- Kıpçak» denilen sahayı «steppe russe» tesmiye et- miş, Altın Orda devrinde ancak Türk ve Moğol kül- türünün Ruslar üzerinde tesiri bahis konusu oldu- ğu halde, Ruslarla Türkler arasında güya karşılık kültür tesiri (interpândtration culturelle) olduğun- dan bahsetmiş, Ruslarm Altın Ordaya karşı savaşla- rını, o zaman daha bahis konusu olmayan «kuvvetli Rus milli ruhunun» uyandığını ileri sürmüş, bunun «cihan tarihindeki büyük sonuçları'ndan bahsede- rek Altın Ordanm ve sonrasının Turkolojiden ziya- de Slavistlerle Türkologların beraberce öğrenmele- ri gereken bir saha olduğuna işaret etmiş, fakat 16. asırda başlayan Rus istilâsı hareketlerini müteakip

m

N

150 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Türkler arasnda cereyan eden, tetkikiında ve yazı- lışında Slavlar ve slavistlerle işbirliğine hiç te lü- zum olmayan hâdiseleri, siyasi ve medeni hareket- leri, meselâ Şihab Mercani, Murad Remzi, Ahund Kurbanali Halidi gibi tarihçilerin cildler hâlinde basılan eserlerinde, muvakkat matbuatta bahis mev- zuu edilen kültür hayatı, fikir mücadeleleri, bugün Doğu Türk cumhuriyetlerinin cildler hâlinde neş- retmekte oldukları arşiv materyalleri sayesinde ay- dınlanmakta olan yerli iktisadın tarihini bir kelime ile olsa zikr etmemiştir.

Türkiye arşiv ve kütüphanelerinde Rus mah- kümu Türklerin 16. asırdan sonraki hayatına, Kaf- kasya İslâmlarının, Başkurtların ve Kazak ve Batı Sibirya sultanlarının Rusya'ya karşı isyanlarına, on- ların Türkiye'ye ve Kırım hanıma gönderdikleri el- çilerin raporlarına dair kayıtlar, hattâ bazen bu ra- porların kendileri meselâ, Kazan'ın Ruslar tarafın- dan istilâ safhalarını belirterek Astarhanlı birisi ta- rafından yazılan ve bugün Türkiye'nin küçük kü- tüphanelerinden birinde mahfuz bulunan müstakil raporlar vardır. Hind Moğollarınm Ortaasya Türk- leri ile münasebetini yakında «Saeculum» dergisin- de (c. XII) eksettiren Prof. Aziz Ahmed'in istifade ettiği kaynaklar, 16. asırdan sonraki hayatı aksetti- ren ve bu memleketlerde tertiplenen çok çeşitli «Münşeat» ve vesaik mecmuaları vardır. Bu husus- ta Çin kaynaklarında dahi geniş malümat bulun- duğunu Iİ. Duman'ın burasının iktisadi tarihine ait eserinden öğreniyoruz. Bu vesaik ve kaynaklar ve 19. asır sonlarında başlayan muvakkat Türk mat- buatı sayesinde 16 - 19. asırlarda Türk kavimlerinin bilhassa Kırım ve Kafkasyada geçirdiği siyasi ve medeni hayat, bilhassa 1905, 1908, 1917 - 23 inkılâp-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 151

ları zamanında görülen karşılıklı tesirler Türk ta- rihinin ve Fundamenta'nın en canlı mevzularını teşkil ederler. Sovyetler devrinde kurulan Türk ka- vimleri ayrı cumhuriyetlerindeki hayattan dahi bi- zim programımızda kayd edildiği gibi O«ephemeri- des» de, yâni bu hâdiselerin takdirine ve şerhine gi- rişmeden aksettirmek lâzımdır.

Kıymetli Prof, G. Jaeschke yeni Türk: tarihi ve- kayi kalenderlerini neşretmekte «panturkist» olma- dığı gibi, mevzular üzerinde aynı ciddiyetle çalışan Amerikalı Dr. Richard Pierce, Rudolf Leowenthal ve Martin Dickson da bu işleri Türklerin hoşuna gitmek emeliyle yapmamaktadırlar. Çünkü muasır tarih ilminin Türk tarihine tatbiki budur. Mr, Ba- zin ise bütün bu Rus mahkümu Türklerin Rus devri tarihini «kenarda bırakmış», yalnız hâdiselere (me- selâ Sovyetlerin kurdukları sözde cumhuriyetlerin Türklere bu ülkelere çok mühim rol oynamak im- kânı bahşeden müsbet bir olduğunu iddia etmek gibi) Rus dostluğu bakımından kıymet biçmek hu- suslarını unutmamıştır. Mr. Bazin makalesinde «Öz- bek» kelimesini de Rusların kullandığı mânâda kul- lanarak, bir Kıpçak uruğu olan bu kabileyi Rus te- zine uygun bir şekilde diğer Kıpçak uruğlarından ayırdederek Özbek ve Kazakları güya biri Çagatay, diğeri Kıpçak olmak üzere iki ayrı medeniyete mensup zümreler gibi tasvir etmiş, Kazaklardan her asırda köy ve şehir hayatına geçenleri Sırderya, Cu ve Talas havzalarında, Taşkent ve Balh şehirleri ci- varında «Kurama» ismi ile yerleşmiş olduklarından, bunlardan Emir Yalantüş, Kayıp Han ve Ablay Han gibilerin Semerkand, Sabran, Yasa ve Cögecek gibi yerlerde cami ve medreseler vücuda getirmiş, Hin- distan ve İran Türkleri sıkı temaslarda bulunmuş

a

152 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

olduklarını hiç kaale almamış; muasır Kazak bilgin- lerinin bugün ilmi kongrelerde kendi ülkelerinde feodal devri gelişimlerinde Kazakların ciddi suret- te iştiraklerini isbat ederken ele aldıkları mevzula- rın Türk kavimleri için kültür tarihinde yer alması gerektiğini belirtmemiş Kazakların Özbeklerden

“tam farklı bir milletmiş gibi o«purement nomade»>.

diye vasıflandırıp geçmiştir.

Rus hâkimiyeti devrini ancak müsbet bir kül- tür gelişmesi devri telâkki eden kimseleri bu zik- rettiğimiz mevzular ilgilendiremez. Mr. Bazin bu hususlarda tek tarafı tutmakta olduğundan buna ta- rafsız ilim adamı gözüyle bakamaz. O daha 1953 Eylülünde Türk Fundamenta Komitesinin Paris'te

yapılan toplantısında bu eserin Türk tarihine tahsis ©

edilecek olan üçüncü cildinin programı üzerindeki konuşmalara katılarak Rus mahkümu Türklerin Rus idaresi altındaki tarihleri artık Rus tarihidir diye- rek Türk kavimleri tarihinin bu kısımlarının Fun- damenta'da yer almaması gerektiğini ileri sürmüş ve o oturuma iştirak etmekte olan Azerbaycanlı A-

liakber Topçubaşı'mn şiddetli (o savunmasına, niha-

yet meclisten ayrılmasına sebep olmuştu. Mr. Bazin Sovyetlerin neşrettikleri bir kaç cildlik «Rusya ta- rihi esguisse'leri;nde ve 7 cildliik Sovyet «Cihan- tarih»'nde bu mevzuların böyle yazılmış olduğunu her halde biliyor, bilmezse dahi Rus dostluğu ona Türk kavimleri tarihinin böyle şekilde yazılması ge- rektiğini telkin ediyor. Elbette herkes istediğini sevmekte muhtardır. Fransa'da Çar zamanındaki eski dostluğun devamı olarak Rusları sevenler çok olabilir. Fakat bir beynelmilel ilmi eserde tarihi ha- kikatlerin bu gibi «sevgi»lere feda edilmesine yol verilmemeli idi. :

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 153

Biz Türkler bu üçüncü cildin programını 1953 ve 52 lerde konuşmuştuk. 1953 te Pariste yapılacak toplantıya hazırlık olmak üzere ben ve Mansuroğlu diğer arkadaşlarımızla da konuşarak 48 maddelik bir program tertip ettik. Paris toplantısında bu pro- gram taslağı ciddiyetle okundu ve «une bonne base de discussion» olarak kabul edildi, ve 1954 te Cam- bridge'de toplanan 23. Müsteşrikler Kongresi için Fundamenta Komitesi tarafından hazırlanmış olan «Rapport»da (s. 15 - 17) neşredildi. Elbette bu pro- gram daha genişletilecekti, fakat burada Rusya mahkümu Türklerin tarihinin bir gün, Mr. Bazin'in ileri sürdüğü gibi, bu programdan çıkarılacağını kim- se ovakit hatır ve hayalinden geçirmemiştir. Fakat Fundamenta Komitesinin 1959 Nisanında İstanbul'- da Fransız Arkeoloji Enstitüsünde yapılan toplantı- da kitabın tarihe ait kısmı da bilistitrad konuşulur- ken Prof. H. Scheel bana hitap ederek «Sizin prog- ramınız çoktan geriye bırakılmıştır» (es ist schon lang überholt) dedi. Ben ve Mansuroğlu bunu kim geriye bıraktı diye sormuştuk, cevap verilmedi. Biz bu işin Mr. Bazin'in «bilân provisoire»: tercih edil- mekle Bazin ve Scheel tarafından «geriye atılmış» olduğunu biliyorduk, fakat orada münakaşa etmeyi münasip bulmadık. Meseleyi o aralık Ankara'da top-

“lanan Türk Ocakları Kongresi esnasında Maarif Ve

kili Tevfik İleri'ye oarzederek Fundamenta Komı- tesinin 1960 senesi toplantısını İstanbul'da topla- mak lüzumunu anlattık ve kabul ettirdik. Biz top- lantı memleketimizde yapılırsa kendi tezimiz üze- rinde israr edecek olmuştuk. Temmuz sonlarında Münih'te toplanan Sovyet Rusya araştırmaları Kon- gresinde Azerbaycan'ın tarihi ile salâhiyetle çalışan Ceyhun Bey Hacıbeyli'ye Fundamentamn üçüncü cildinde Azerbaycan tarihi maddesini yazabilirse

a

154 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bunu Fundamenta Komitesine teklif edeceğimi ve kışın İstanbul'da yapılacak toplantıya dâvet ettir- mek için çalışacağımı söylemiştim. Fakat o Paris'e döndükten sonra, Bazin ve arkadaşlarının bu husus- taki fikirlerini, Azerbaycan tarihine ve umumiyetle Rus mahkümu Türklerin tarihine dair makalelerin girmesine katiyen mâni olacaklarını öğrenmiş ol- duğunu yazdı. Ben de bu münasebetle o zamanki Maarif Vekili Atif Benderlioğlu'na «Hükümet Fun- dementa'ya bizzat iştirakimizi sağlamazsa bu Rus sevgisine tutulan adamların eline geçecek, 1960 se- nesinde Moskova'da toplanacak olan 25. Müsteşrik- ler Kongresi için «Türk» olarak ancak Türkiye'yi ele almak, diğer Türk kavimlerini kendi kabile i- simleri ile bahis mevzuu etmek kararı alınmış, ih- mal edersek Fundamenta'da bu yola sapabilir» di- yerek bir mektup yazdım. Bir nüshası Türk Ocağı Başkanı Prof. Osman Turan Beye de gönderilmiş o- lan bu mektup bana haber vermeden «Türk Yur- du» dergisinde (1959, Aralık sayısında) yayınlandı.

Bu mektupta yazdıklarımın doğruluğu az sonra görülmeğe başladı. Kitabın edebiyat tarihine ait o- lan ikinci cildinde Rusya mahkümu Türklerin ede- biyatlarında Sovyet edebiyat tarihlerinden çıkarıl- mış olan edip, tarihçi ve mütefekkirler Bazin ve ar- kadaşları tarafından çıkarılmış ve Sovyet devri Türk edebiyatlarının tarihi de yazılırsa zülfiyara dokunabilir endişesiyle makalelerin bu devre ait kı- sımlarım tayy etmek yoluna gidilmişti. Bunlar Türk matbuatına da aksetti ve münakaşa edildi.

Fundementa Komitesinin Bazin:. Pertewlerin enstitüsünde 25 Ocak 1963 te yapılan toplantısına kitabın tarihe tahsis edilmiş olan üçüncü cili için hazırlanan «Program» ve taksimatı kabul edilmiş-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 155

tir. Bu program Mr. Bazin'in 1958 de Diogene'de neşrettiği «bilân provisoire»iyle bir ve biz Türkler tarafından 1953 de teklif edilip Fundamenta Komi-. tesi zabıtlarında 1954 te yayınlanan ve Mr. Schell tarafından «geriye bırakılmış» olduğu söylenen 48 maddelik programa tamamen aykırıdır. İşte bu ye-

. ni program:

A. Umumi kısmı:

i Tarihten önceki ve ön tarihteki Türkler.

2 Proto -. Türk veya böyle telâkki edilen ka- vimler (Milâdi 400 lerde Topa devleti kuruluncaya kadarki devir, Hunlar, Tingling'ler ve Kien - kou'”- lar).

B. Eski Çağ ve Orta Çağ Türkleri (Milâdi 4 . 8. asırlar) :

I Topa devleti kurulmasından Gök Türk dev- letinin kuruluşuna kadarki devri. a) Türklerin Ba- t'ya ve Güney-Batı'ya yayılmaları, Hiung-nu dev- letinin bölünmesi (Hun, Onogur, Heftalit, Bulgar, Sabir Oturogur, Tokurogur Avar v.s.) b) Ortaasya- da ve şarkta Türk Altay kavimleri (Topa, Juan-juan, Ye-ta. Tchelo ve saire).

2 Tukiular devri, Uygurlara kadar (550 - 744). a) Ortaasyada Tukiular ve diğer Türkler, b) Batı Türkleri (On - Oğurlar, Bulgar ve Hazarlar).

C. Orta çağ tarihi (8 - 14 asırlar):

1 Uygurlar ve Müslüman olmıyan diğer Or- taasya Türkleri (8 - 11. asır), Khotcho ve Kansu krallıkları, Moğollar devrinde Uygurlar.

2 Batıda gayrimüslim Türkler (Kıpçak, Peçe- nekler, Macarlarla ilgili olmak üzere).

D. Garpte Müslüman Türkler :

1 İslâm memleketlerinde 'Türkler, 11. asır başına kadar (Gazneviler dahil).

N

156 TÜRKLÜĞÜN. MUKADDERATI ÜZERİNE

2 Ortaasyada ilk Müslüman Türkler ve Rus- ya Türkleri arasında İslâmiyetin yayılışı.

3 İran'da Büyük Selçuklar.

4 11. asırdan 14. asra kadar Küçük Asya Türkleri.

5 14. asırda Küçük Asya Türkleri, 15. asra kadar.

6 İran, Ortaasya ve Hind Türkleri Moğol fü- tühatından, Safevilere kadar.

7 Selçuklulardan sonra Arap ülkelerinde Türkler (Memlükler).

Osmanlı tarihi :

A. 1 Başlangıçtan Fatihin ölümüne kadar. 2 Fatihin vefatından Sokullu Mehmed Paşanın vefatına kadar. 3 1579 dan 17. asrın sonuna kadar. 4 19. asır, 1908 e kadar. 5 1908 - 1923 seneleri

. arası.

B. Osmanlı devleti teşkilât ve müesseseleri: 1 İktisadi ve zirai hayat. 2 İdari, askeri ve içti- mai teşkilât. 3 Dini müesseseler. 4 Gayrimüs- lim kavimlerin idaresi.

Yâni bu programda Rusya mahkâmu olan Türk- lerin tarihi yer almamıştır. Yalnız «Proces - verbal» in «oybirliği ile» kabul olduğunu kaydettiği bu prog- ram'ın tatbikatına dair verilen iki sayfalık tafsilât- tan sonra zaptın en sonuna Türk tarihinin İslâmdan önceki, İslâm ve Osmanlı devirlerinden ibaret «üç esas seksiyonusnun yanma «Rus nüfuzu sahasmda- ki Türk kavimlerinin ve Türkistanm tarihinin de 4. bir seksiyon olarak» ele alınması düşünülmekte (en prevoyant) olduğu ilâve edilmiştir. Fakat buna da

bir tuhaf «sınır» konulmuş, «Osmanlı devletinin de-

vamı müddetine kadar» denilmiş. 'Türkistan,' Kaza-

TÜRKLÜĞÜN. MUKADDERATI ÜZERİNE 157

kistan hiç bir zaman Osmanlı devleti idaresinde bu- lunmadıkları için böyle bir «sınır» mânâsızdır, fa- kat yine mânasız değil, zira o mecliste hazır bulu- nan bir Türk israrı üzerine eklediğini öğrendiğimiz, ve «trols grandes sectionsıa dahil olmıyan bu mev- zua ait bir yazı yazılacak olursa bu da Çarlar zama- sonuna kadar getirilecek, 1917 Rus ve Sovyet in- kılâpları devrini içine alamıyacak demektir.

Bizim Türk programında bu Bazin - programı- nın başlıca farkı şu noktalardan ibarettir :

1 -— Biz tarihimizin eski karanlık ve münaka- .

. şalı devirleri üzerinde çok durmayıp en çok orta ve

yeni çağlara ehemmiyet vermek; Türkiye'de Ata- türk devri Rusya ve Çin'de son inkilâpları takip e- den istiklâl hareketleri hakkında sadece «havadisi sıralamak» (Ephemeridis) şeklinde, İkinci Cihan Harbindeh sonra Türkiye'de demokratik cumhuri- yetin inkişaf safhaları, Afganistan, İran, Irak, Le- histan, Litvanya, Bulgaristan, Romanya ve Yugos- Javya'da yaşıyan Türk kavimlerinin bugünkü durumu hakkında umumi malümat vermek hususlarını tes- bit etmiş ve bunları dört madde şeklinde yazmıştık. Şimdi kabul olunan program'da bunlar çıkarılmış, Türk tarihine ancak cumhuriyetin ilânına kadar ge- tirmek, bunun yerine Türk ve Altay kavimlerinin eski tarihlerinin Ting-ling, Kien-kou Onogur, Kut- rigur, Savir, Avar, Heftalit, Ye-ta, Kao-kiu; Tche - lo ve saire gibi mahiyetleri bir «elkitabısndan değil de ayrı monografi ve ilmi mecmualarda münakaşa edilecek ve her türlü spekülâsyona, hattâ safsatala- ra müsait mevzulara yer ayrılmıştır.

2 Biz programımızda Moğol devrinin dört u- lusu, İlhanlılar, Temür ve Temürlüler devirleri için beş müstakil madde ayırmıştık; Fundamenta'nın si- yasi temayüllere hedef tutabileceği kimsenin hatır

a

. 158 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ve hayalinden geçmediği devirde 1956 senelerinde idealist Prof. Grünbech bana hitaben «Al şimdi yaz o iyi bildiğin Cengiz ve Temürleri» dediğinden bu mevzua ait araştırmaların hülâsasını yazmış, bu mevzuun ayrı bahisleri hakkında Haenisch ve Tauer gibi mütehassısları ile danışmıştım. Moğol ve Te- mürler devrinin diğer büyük uzmanı olan Prof. Muhammed Şafi her iki yazının tamamlanmasında yardım etmiş ve onları İngilizceye çevirterek Pakis- tanın en mühim ilmi neşriyatı olan «Urdu İslâm Ansiklopedisi» ne almıştır. Makalelerin hazır oldu- gunu Fundamentanm 1961 Aralık toplantısında arz etmiş ve yazılı olarak ta bildirmiştim. Şimdi Orta- çağ Türk tarihinin en parlak devirlerinden birini teşkil eden Cengiz ve Temür oğulları devri kendi başlarına bir madde olarak alınmamış, Cengiz ve Temür'ün isimleri bile programda zikredilmemiş ve bu madde Safevilerden önceki İran ve Hindistan Türkleri ile ilgili bir şekilde yazmak üzere genç Fransız İraniyatçısı Mr, Aubin'e verilmiştir.

3 Bizim programımızda «Türk kültürü ve kültür tarihi» 12 madde olmak üzere ayrıca yazıl- mıştı. Bu kısım ise şimdiki zabıtnamenin en sonun- da «mali ve ameli mülâhazalarla bu kısımdan şim- dilik vazgeçilmiştir» kaydiyle «ecarte» edilmiştir. Halbuki Fundamenta, İstanbul Müsteşrikler Kong- resinde ele alınırken kitabın «Türk dili ve kültür tarihi el kitabı» olmak üzere yazılması karar altına

alınmıştı. Türk kültürü için şimdiki komite, ancak Osmanlı devrinin teşkilât ve müesseselerinden bi- :

raz bahsetmenin kâfi geleceği kanaatine varmış gö- rünüyor, bu mevzuu da Türk dini hayat tarihini en iyi bilen Köprülü Fuad gibi birisine değil de Bazin ve Pertewin dostu olan Abdulbaki Gölpmarlı'ya vermiştir. Eğer Komite Türk kültürünü bütünlüğü

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 159

ile ele almış olsaydı kendisine maddeten yardım et- mekte olan Türkiye hükümeti belki böyle bir işin kendi tâbiriyle «ecarte» edilmeyip ilmen işlenmesi yolunda fedakârlıkta bulunabilirdi.

4 Biz «Türk programı»nm ikinci maddesini tesbit ederken tarih öncesi Türk tarihini çok kısa geçmek, Altay, Aryani ve Uzakdoğu kavimlerinin ilk temaslarına dair çeşitli olması pek tabii olan fi- kirlerin tarafsızca bir araya getirilebileceğini dü- şünmüştük. 1953 ve 1956 da da: böyle konuşmuştuk. Şimdiki komite ise «Türk kavimlerinin pr&histoire ve protohistoirima dair arkelojik deliller» şeklinde bir mevzu ayırarak bunu da ismini hiç duymadığı- mız veya bu mevzua ait eserleri bulunduğunu işit- mediğimiz Vadim Elisseeff isminde bir Rus bilgini- ne vermişler. Uzakdoğu sanati ve japonoloji bilgi- ni olan Serg Elisseeff'i biliriz, fakat Vadim her hal- de Bazin ve arkadaşlarının iyi bildiği bir şahsiyet- tir.

Muasır Rus bilginleri ile üzerlerinde konuşul- ması güç olan olan meselelerden biri: 16. asırdan başlayıp Ruslar tarafından ülkeleri işgal edilen mil- letlerin Rus idaresine «kendi istekleri ile girdikleri ve bu işin hayırlı bir olduğu»na dair inançları; diğeri de; Rus mahkümu milletlerin tarihinin ilk devirlerine dair ileri sürdükleri tezlerdir. Muasır Ruslar bu milletlerden bir tek «Sovyet mileti» yap- mak peşinde olduklarından o eski karanlık, bilhas- sa «tarihten önceki» devirleri tasvir ederken kendi- lerinin «etnogeneziya» nazariyelerine uygun olarak uzak mâzide bu milletlerin çabuk dil ve hayat tar- değiştiren etnik amalgam teşkil ettiklelini taas- supla savunurlar, Maksad ,Rus mahkümu milletle- rin istikbalde de böyle bir «amalgam» olmak yoluna

N

160 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

gideceklerine, dil .ve hayat tarzlarını değiştirecek- lerine insanları inandırmaktır. Bu yüzden mahküm milletlerin şimdi ayırdıkları ufak ve «Sovyet mil- letisnce kolay yutulabilecek parçalarının o eski ka- ranlık devirlerde dahi mevcut olduğunu isbat et- mek isterler. Muasır Rus ilk tarih ve etnografya an- layışının «gelişme» safhalarını kendileri birer Rus olan Prof. M. A, Miller ve Yablunovski, Alman Prof. G. Stadtmiller, George von Rauch, Fransız G. Ka- gen, keza «Comparative Studies in Societ and His- tory» ve «Saeculum» dergilerinde neşriyatta bulu- nan hür dünya tarihçilerinin neşriyatlarında güzel anlatılmaktadır. Sırf ilim dostu olan bir çok Rus â- limlei gibi, belki Vadim Elisseeff dahi böyle tarih uydurma yoluna sapmayan bir hakikat : dostudur, fakat hür dünyada K. Jettmar, F. Hancer, J. Hak- sins gibi Orta Asya ve Sibirya'daki Rus araştırmala- rını tam ciddiyetle takip eden kıymetli bilginler varken neden Rüs âlimlerinin Fundamentanya ya-

zılacak makalelerde hangisi tarafsız olacağını tesbit .

etmek gibi halli müşkül meselelere dalınır, neden her türlü spekülâsyona müsait mevzular uydurulur ve tek bir bilginin eline verilir? Hür dünyamızda da Orta Asya ve Uzakdoğu arkeoloji tekikatmı kim- senin tazyikma maruz kalmadan serbestçe tetkik e- debilecek ve isimlerini şimdi zikrettiğimiz bu gibi zevat İç Asya kavimleri eski tarihine dair dünyada ve Rusya'da ortaya atılan hazariyeleri bir araya ge- tirerek bir müşterek kollektif yazı overebilirlerdi; nasıl ki Fundamentanm ilk cildinde Türk lehçeleri- nin tasnifi hususunda bu yola gidilmişti.

Bana kalırsa Fundamenta gibi bir elkitabı tari- himiz sahasında yapılacak iş, eski tarihin © karanlık devirlerini, spekülâsyona müsait bahisleri bir tara-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 161

fa bırakıp, Hunlar devrinin kısa tarihi ile başlamak, Göktürkler devriyle genişlemek, son zamanları da- ha genişçe yazmak, sıralanacak muasır tarih veka- yiini kitabın basıldığı tarihe kadar getirmek, bol miktarda bibliyografi vererek müstakbel oçalışma- lara yol açmak, yardımda bulunmak olmalı idi.

5 Şimdiki programın bizim Türk programın-

- dan esas farkı, onun Rusya idaresine girmiş olan

Türklerin tarihine, «belki düşünürüz» sözü ile arka çevirmiş olması; Ortaasyanm ilk Müslüman Türk- leri tarihinin 'bile «Rusya Türkleri arasında İslâmi- yetin yayılması» şeklinde tahdit edilmiş olmasıdır. Batı Türkistanda Oğuzlar, Karluklar, «Bulgarla Ba- lasagun arası» yâni şimdiki Kazakistan Türkleri ve Volga Bulgarları arasında ve Doğu Türkistan'da İs- lâmiyetin yayılması 10. asrın ilk yarısında vaki ol- muştur. Demek Kazakların, Türkmenlerin ve Tatar- ların ecdadı da bugün bu kavimler Rus mahkümu oldukları için hemen «peuples turcs de Russie» olu- vermişler. Halbuki onların İslâmiyeti kabul ettikle- ri zamanda Rus devleti daha kurulmuş bile değildi. Türk programında ise (paragraf 4 - 5, 10 - 11, 15-17, 21,23 - 24, 29 - 30) bugün Rus ve Çin idaresinde bu- lunan Doğu Türklerinin siyasi ve içtimai tarihleri- ni geniş çapta ele almıştık, bunlar arasında İslâmi- yetin yayılması ancak paragraf 4 te zikredilmişti. Geçen Ocak 25 inde birkaç saat konuşarak ev- velce hazırlanmış programı kabul eden Fundamen- ta Komitesinin bu toplantıya dair zabıtnamesinde Mr. Bazin'in ismi 10 defa geçmiştir. O, eski ve ilk - orta çağ tarihini, Hun, Göktürk ve diğer Ortaasya Türklerinin, Hazar ve Bulgarlar gibi kuzey-batı

LE.

.

162 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Türklerinin tarihlerini yazmakta iştirâk etmeyi ÜzZe- rine alinakla kalmamış, bu zabıt ceridesinde isim- leri geçen arkadaşları, o cümleden Macar Akademi- sini Sovyetleştirmekteki mehareti ile tanınan Prof. Lâgeti ile birlikte ayrı mevzulara ait makalelerin münderecat bakımından hemâhenkliğini temin, icab eden yerlerde tadilât yapmak (harmonisation re- dactionelle... entrainement des refontes) ve bilgin- ler arasında haberleşmenin merkezleştirmesi ve te- masların organizasyonu (centralisation de corres- pondance... organisation de: contact avec les sa- vants) işlerini de üzerine almış bulunmaktadır. Mr. Bazin için bu kadar geniş selâhiyet doğrusu hiç bek- lenmezdi. Çünkü kendisi müsteşrikler arasında me- selâ «Beç»in Viyana olduğundan, 1957 de Müsteş- rikler Kongresinde Türkiye'de 30 yıl önce tesbit o- lunan (Kaşgarlı Mahmud'a dair) bir tarihi hakikati kendisi keşfetmiş iddiasiyle ortaya atılması gibi hal- lerinden dolayı istihfaf edilir, Prof, Hasan Eren da- hi (Türkiyat Mecmuası, IX, 201-2) Türk tarihine dair Fransızca neşriyatı bile takip edemediği halde keşiflerde bulunmak iddiası yüzünden sayın Prof. Bazin'i «iptidai ve sathi bir yazar» olarak tanıtmış- tı. Mr. Bazin'e bu salâhiyet Fransızların Fundamen- taya maddi yardımda bulundukları vesilesi ile veril- miş olamaz, çünkü Fransa'nın bu için fedakârlık- ta bulunduğunu duymadık, kendisi o Müsteşrikler kongresinde de bu işe seçilmedi. Kongrede Prof. Deny seçilmişti; o şimdi fiilen bu işten çekilmiş ol- duğundan, yine Türkiye'nin oMüsteşrikler Kongre Komitesi tarafından o İstanbul'a dâvet edilmiş ve Fundamentaya üye seçilmiş olan Prof. Scheel yaş- ılık gibi bir sebeple işten çekilecek olursa Funda- menta Mr. Bazin ile arkadaşı Pertev Boratav'm el-

DAMME ANİL RR memeli

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 163

lerine bırakılmış olacaktır. Halbuki 1951 İstanbul Müsteşrikler Kongresi kararlarına göre bu işte, bil- hassa eserin tarih kısmı ile, İstanbul Üniversitesi meşgul olacaktı. Bu husus onun İngilizce neşrolu- nan zabıtlarında tasrih edilmiştir (c. 1, s. 212: 'The collection of materails for the Grundrissin the sphere pertaining to philology and literature will be entusted to the Institute of Turcoloğy of the Uni- versity of Istanbul, and in the spere pertaining to history, history of art, ethnography to the Institute of General Turkish History of the same Univer- sity). İhtimal Unesco, Sovyetler de kendisinde üye bulunduğu için eserin solcu olarak tanman şahsi- yetler tarafından kontrol edilmesini münasip gör- mektedir, Bu böyle ise bunu öğrenmeli ve Türk ta- rihine ait olup Türklerin maddi ve mânevi işbirli- ği ile çıkarılmakta olan bir eserin siyasi mülâhaza- lara kurban edilmemesi temin edilmelidir.

Ben Fundamenta Komitesine 14 Ocak 1962 ta- rihiyle yazdığım mektupta Türk türkiyatçılarmm belki çoğunun fikrine tercüman olurum inançı ile şu sözleri yazmıştım: «Biz ansiklopedik mahiyette ve ilme dayanan bir eserde Sovyetlere karşı müna- kaşa bahis konusu olmuıyacağını biliriz; yeter ki e- ser ilmi olsun, Biz bu işte her bilginin kendi kanaat- lerinde fedakârlık etmeden katılacağını da biliyo- ruz. Garpli turkolog arkadaşlarımızla şevk ve heye- canla bu ilmi teşebbüste işbirliği yaparken onların dini hisleri ve kanaatleri dolayısiyle Türk tarihinin ayrı bahislerde ayrı, hatâ menfi fikirlerinin (mese-. Toynbee'in eserlerinde olduğu gibi) Fundamenta- da aksetmesine karşı hiç bir itirazımız yoktur, yeter ki bu gibi mütalâalar ilmi araştırmalara dayansın. Biz 1951 Kongresinde Türk Fundamentası etrafında

N

164 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

birleşen arkadaşlar garpli arkadaşlarımıza karşı de- rii hürmet ve güven besleriz; neye şimdi ortaya solcuları karıştırarak bu derin ülfeti ekeliyelim. İlmi esasa dayanan makaleleri ve etüdleri ile bu işe kanaati itibariyle solcu olanlar da iştirak eder- ler, fakat neye onları işin sevk ve kanaatleri dola- yısiyle Türk tarihini ayrı bahislerde ayderiz?».

Unesco'ya tâbi CİPSH teşkilâtı bu işin sevk ve idaresi, «makalelerin âhenkdarlığmı temin, gerekir- se tadilât yapmak, âlimler arasında haberleşmeleri merkezleştirmek işleri Mösyö Bazin'in ve onun is- tediği arkadaşlarının elinde olmak şartıyle yardım etmekte olduğunu hiç zannetmem. Eserin tarihe tahsis olunan üçüncü ve dördüncü ciltlerinde ma- kaleleri ile katılacak olan batılı ve doğulu arkadaş- larımızın da bu işe ancak Bazin ve arkadaşları sevk ve idare ettikleri takdirde çalışabiliriz demezler. Fransız müsteşriklerinin de, yanlarında Türk tari- hini iyi bilen Sorbon profesörü Claude Cahen gibi fâzıl birisi ve emsali varken, vaktiyle Ankara'da ça-

-lıştığı zaman tesis etmiş olduğu temasları yüzünden

bugün dahi memleketimize her geldiğinde solcular- dan hangileri ile konuşacak diye ilgililerin takibine mâruz kalmakta olan Mr. Bazin ile arkadaşı Pertev Naili Boratav'ı Fundamenta'ya musallat etmek hu- susunda israr edeceklerini de asla tasavvur etmem. Yunanlılâr Larousse'un Yunanistan'a ait maddeleri- nin Yunanlılar tarafından yazılmasını bu eserin nâ- şirlerine kabul ettirmişlerdir. Biz de UNESCO'nun yardımı ile bizim mali fedakârlığımızla çıkarılmak- ta olan Fundamenta'nm Tarih Kurumu, İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin idaresi altında neşrini . te- min edebiliriz. Funtamenta Komitesinin 17 - 19 Ey- lül 1953 oturumlarında bu eserin tarihe ait cildinin

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 165

programını imüzakere ederken esas edinmiş olduğu Tüik projesini matbu «Rapport presenâ par la Co- mit& de Redaction 21 Aout 1954» s. 15-17 den naklen ekliyoruz.

Le volume TI. de Fundamenta contiendra Fhis- toire politigue et culturelle. Le Comite de Direction, a surtout reconnu comme une bonne base de discus- sion la partie correspondante d'un plan provisoire prösentâ par M. ZEKİ VELİDİ TOGAN. Vici ile texe intögral de cette partie:

Histoire Politigue Des Peuples Tures

1. Peuples de langue turgue aux &pogues pr&- historigues.

2. Pression mutuelle des peuples ario - iraniens et turcaltaigues en Asie centrale, en Euröpe orien- tale et en Asie occidentale â partir du Ville siğcle av. J. C., les migrations des peuples y inculs celles de V&pogue des Huns (Saces, Achâmânides, Grâco - Bactriens, Alans, Soghdiens, Khwarezmiens, Huns, Wusuns jusgu'aux Avares):

3. es empires des Turcs proprement dits â V&po- gue prâislamigue: empires des Turcs orientaux (Köktürks orientaux, Ouighours, Karlouks, Kirg- hiz), Tures occidentaux (Köktürks occidentaux, Tehighil, Tukhsi, Yaghma, Barskhan, Ilag), et des Agatcheris, Khazars et Bolgars.

4. Les Tures et "Islam Les premiers &tats turcs - musulmans (Karakhanides, Ghaznâvides, Bolgars de la Volga), des Turc non-musulmans â Uâpogue islamigue (Ouighours et Khazars).

5. es grands glissements de peuplesau Xle si- ecle en Asie orientale et centrale, en Europe orien-

N

166 TÖRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

tale et au Moyen-Orient (Gun et Gay, les migra- tions des Oghouzes, Petchânâgues, Ghouzzet Co- mans - Kiptachaks).

6. Formation de Vempire Seldjouk et installa- tion des Tures au Moyen-Orient.

7. es empires grand-Seldjouk et Seldjouk-ro- maigue.

8. Wexpansion des peuples turcs en Asie occi- dentale et en Afrigue du Nord (tribus Turgues en Syrie et en Egypte, Mamluks).

9. Les Seldjouks et les Croisades. ,

10. Kidans-Karakhitais et peuples turco - mon- gols de VAsie centrale, les Khwarezmchahs et la for- mation de Vempire de Tchinghiz.

11. Le grand empire mongol et les «4 oulous» (oulous de Djoutchi, de Tchaghatai, d'Uguğdale et de Toli; Vövolution de la Horde d'Or et de TOulous de Tchaghatai et d'Uguğdei au XIVe siecle).

12. Empire des Ilkhanides en Perse, ses rela- tions avec la Horde d'Or, VEgypte, la Byzance; la turguisation de la rögion Danubienne.

13. Formation de empire Ottoman et naissance de Lidöe de congudrir Constantinople.

14. Dynasties - (fâodales» de V'&pogue post-ilkha- nienne en .Perse et en Anatolie,

15. Evolution dans VOulous Tchagatai et dans les territoires orientaux de VOulons de Dijoutchi, formation de Vempire de Tamerlen.

16. VEmpire de Tamerlan et les Timurides.

17. Les Ottomans sur la peninsule Balkanigue.

18. Soumission des «principautes fğodales» en Anatolie et conguğte de Constantinople. L'&pogue de Ganüni Suleyman.

kimi

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 167

19. Rögnes Karakoyounlou et Akkoyounlou en Azerbaidjan et formation de VEmpire Safavide.

20. Evolution post - Timuride en Asie centrale, .formation des empires des ÜUzbeks et Kazaksau Turkestan occidental et des oTchaghatais au Tur- kestan oriental.

21. Khanats de Kazan et de Crimde et princi- paut&s nogais su les döbris des Russes.

22. Les Timurides aux Indes.

23. La Döcouverte des voles maritimes par les Euroğens et ses râpercussions sur les routes com- merciales en Asie centrale; les Russes'en tant gue conguğrants des territoires.

24. Les actions de Nadir Chah et celles des Kalm- ouks, leurs r&percussions sule sortdu rögne des Üzbeks, Kazaks et Nogais en Asie centrale et su la Volga,

25. VEmpire Ottoman en tant gue puissance maritime dans la Mâditerrande.

26 Le rögne des Ottomans en Azerbaidjan en Caucasie le sort des «principautâs föodales» de cas rögions. Relations Politigues des Ottomans avec les

Turcs des rögions transcaspiennes aux XvVlle et XVIlle siğcles.

27. La periode du dâclin de VEmpire Ottaman jusgu'en 1774.

28. L'&pogue des «Tanzimat» et la «gueston de TVOrient», , 29. Havance des Russes et des Chinois en Asie centrale aux XVille et XIXe siğeles.

30. Les röactions des peuples tures sous la domi- nation Russe.

N

168 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

31. Les râpercussions des mouvements de rö- forme et des rövolutions Russes sur les peuples turcs soumis aux Russes le XIXe siecle,

32. La pöriode de la monarchie contitutionelle dans VEmpire Ottoman jJusgu'â premiğre guerte mondiale.

33. Le mouvement d'indâpendance nationale, A- tatürk et la röpubligue. Ephemârides. i

34. Les mouvement d'indöpendance nationale des peuples turcs soumis aux Russes et aux Chinois, Ephömârides.

j 35. La deuxiğme guerre mondiale et la Turgue republacaine et Udtablissement du râgime dâömoc- ratigue dans ce pays.

36. La situation des tribus et populations tur- gues en Afghanistan, Iran, Irag, Pologne, Lithuanie, Bulgarie, Roumanie et Yougoslavie.

La Civilisation Turgue Son Histroire

1. Les emprunts au turc dans les langues des Chinois, des Tibâtains, des peuples İmno-ougriens, en mongol, mandjou, arabe, persan et tadjik, dans les langues des anciens Jraniens en Asie centrale (Soghdiens, Khwarezmiens) et au Caucase (As, Os- setes et Koubatches), dans le langues des peuples caucasiens (Tchetchânes, Ingouches (o Lezghiens et Armeâniens), en russe, ukrainien et en d'autres lan- gues slaves, dans les langues Balkanigues, en our- dou, etc, en tant gue monuments des contacts cul- turels des Turcs avec ces peuples.

2. Les influences de la civilisation des Chinois, des Mongols, des peuples iraniens dAsie Centrale,

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATİI ÜZERİNE 169

des Arabes, des Persans et des Indiens de möme gue celles de la civilisation moderne des peuples euro- pöens (Byzance, Jtalie, Russes, Français) su la civi- lisation Turgue, surtout dans'le domaine linguis- tigue.

3. La religion vielle-Turgue, le chamanisme.

4, LDislâm et ses influences surla civilisation Turgues, Soufisme et sectes Turgues.

5. La vie nomade'des Turcs, la structure sociale de cette vie dans les diverses &pogues de Hhistoire des peuples Turcs. L'ölevge du betail, ses traits com- muns en Asie Centrale et au Moyen-Orient. La construction de la tente, les phases de son &volution. Nomadisme et seminomadisme dans Whistoire des Turcs, i

6. La vie urbaine des Turcs en Asie centrale et au Moyen - Orient. Types des villes, Vaspect social des Turcs södentaires aux diverses et spöcialement âpartir du XVle siğele.

7. Göographie historigue des villes et habita- tions construites ou habitğes par les Turcsen Asie Centrale et au Moyen - Orient.

8. L'organisation politigue des Turcs (aux öpo- gues des Köktürks, Ouighours, Karakhanides, des Mongols et de leurs successeurs en Asie Centrale et en Perse, organisation de V ftat Ottoman).

9. organisation militaire des Turcs.

10. Les facteurs des succös aux conguğtes, les röles complömentaires des souches de populations nomades, semi-nomades et södentaires dans les expâditions conguğte rösultats opositifs et nögatifs des grandes conguâtes pour le propre sort des peup- les 'Turcs aux diverses &pogues de leur histoire.

N

179 Oo TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

11. Les bases öconomigues des formations d'&- tats et des expeöditions de congudte en Asie Cent- rale, le systöme calcul des valeurs les viles de V'Asie Centrale aux diverses &pogues historigues.

12. Les traits communs de U&conomie domesti- gue chez les peuples Tures, la nutrition, les boissons et Vhabillement aux diverses &pogues; les influences des Tures sur leurs voisins au cous de Phistoire.

Les sections suivantes du plan concernent sur- tout des problömes folklorigues gui seront trait&s dans le volume 1, 2me partie.

(Türk Yurdu. 1963 sayı 6.)

KOMA

İKİNCİ BÖLÜM

Rus Emperyalizmi ve Onun Yeni Silâhı:

KOMÜNİZM

KOMÜNİZM, PLÂNLARI VE İSTİKBALİ Komünizm Tehlikesi Karşısında Türk Milli Şuuru

Geçen Eylül ayında Marburg'da oMüsteşrikler kongresinde Norveçli bir âlim bana yanaşarak «Tür- kiye'nin Kore savaşlarına iştirake karar vermesi Türklerin cihan stratejisini tarihlerinde olduğu gibi tek bir kül olarak kavrayabildiklerini göstermekte- dir. Halbuki Avrupa'da bir çok büyük milletlerin siyaseti başını kumda gizliyen devekuşunu hatırla- tır; çoğu ancak tehlike kendi mahallelerine geldik- ten sonra korunacaklarını düşünüyorlar» demişti... Amsterdam'da toplanan beynelmilel Dinler Tarihi kongresine iştirak eden, elyevnı Berm'de mukim meşhur Macar Profesörü Alföldi ile Hollandalı Prof. Drewes de biri diğerini tamamlıyarak «Yekpâre bir irade demek olan cihan komünizmine karşı demok- rasinin de yekpâre bir irade olarak karşı koyması icabettiğini, cihanşümül komünizme karşı ancak ci- hanşümül mikyasta bir teşekkülle mukabele edile- bileceğni herkesten önce Türkler anladılar, Siz bu anlayışı bilfiil isbat ederken bir çok Garp milletle- rini geride bırakmış olüyorsunu» demişlerdi. Alman âlimlerinden tarihimizle salâhiyetle uğraşan bir profesör de 19/12/1950 tarihiyle bana yazdığı bir mektubunda «Türk askerlerinin Kore'deki kahra- manca savaşlarına dair gazete haberlerini iftiharla okuyoruz. Memleketiniz bir çok milletler için nü- mune olmuştur. Şimdi biz silâhsız Garbin istikbali-

N

174 © TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ne korku ile bakıyoruz; yegâne yapacağımız iş, kı- zıllar kapılarımızı çaldıkları vakit bir kaç tanesine tabanca sıkıp ölmektir» demiştir. Filhakika Avru- pa'nın muhtelif yerlerinde «harbe her şeyi tercih e- deriz» zihniyeti hâkim olduğu gibi, 38. arz derecesi- ni geçmekle Rusları doğuda kızdırmamayı tavsiye eden Gandici Hindli'leile, Almanya'yı silâhlandıra- rak Rusları batıda kızdırmıyalım diyen Fransızları, hattâ burjuva tabakaları arasında dahi «Almanlar gelmişti bir şey olmadı ya, Ruslar gelir yine yeri- mizde kalırız» gibi sözler söyleyen bu Fransızları «cihan siyasetinde üçüncü kuvvet» miş gibi gösteren geniş bir dalâlet kendini hissettirmektedir. Bu hali görürken insan, Türk milletinin 14 Mayıs inkılâbiy- le milli iradesine ve şuuruna kavuşarak komünizmi tâvizlerle değil, ancak kuvvetli olmak ve beynelmi- lel tesanüdü kuvvetlendirmekle o saldırmaktan alı- koymak mümkün olduğu anlayışına da kavuşmuş olmasından, bunu cihana da fiili hareketleriyle an- latmağa çalışmasından ferah duyuyor.

Uzun Müddetii Rus Siyaseti

Türk aydınlarının çoğu bu hakikati diğer Türk illerinde görülen acı tecrübelerden de öğrenmişler- dir, Tecrübe gösterdi ki, Bolşeviklerin, bilhassa Bu- harin gibi nazariyatçılarının, bundan daha 30 sene önce «burjuva milletlerle akdolunan muahedelerin onları oyalamaktan ve aldatmaktan ibaret» olduğu- na, kurbanları olacaklarını kestirdikleri milletlerin hiçbir «hâkimâne siyaset» lerinin onları (yâni Rus- ları) çoktan ve derinden düşünülmüş siyasetlerin- den alıkoyamıyacağına dair yazdıkları ve söyledik- leri gerçektir. 1918 de Buhara Emiri Alim Han, A-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 175

ral Gölü mıntakasında Beyazlar, Başkurt ve Kırgız- larla çarpışan Taşkent Rus Bolşeviklerini bir alay askeriyle yandan vurursa bu ülke onların zulmün- den kurtulacağını biliyordu; fakat o «Onlar bana dokunmıyacaklarmı muahede ile teyit ettilerdi,» de- di ve bu Kızılları ortadan kaldırmak yolunda yar- dımda bulunursa bununla ancak Moskova'daki Sov- yet hükümetini kızdırmış olacağını zannetti. Fakat Emirin bu «hakimâne isyaseti» memleketinin iki se- ne sonra Bolşevikler tarafından işgal edilmesine mani olamadı. 1920 de Horezm Cumhuriyeti Reisi Pehlivan Niyaz bana “«Biz Sovyetleri tahrik etme- yiz, biz dokunmazsak onlar bize dokunmazlar» de- mişti; fakat bu sözünü söylediğinden üç ay sonra Ssa- rayının gizli bir yolundan kadın elbisesi giyerek kaçmak mecburiyetinde kaldı.

Bugün Hintlilerle Fransızlar da, başka millet- ler kendilerine imkân verirlerse, bunu kendi üzer- lerinde tecrübe edeceklerdir. Zaten Hindistan tarih- te barışçılıktan, düşmanlarına vaız ve nasihatle te- sir edebileceğine inanmaktan . başka ne gösterdi. Kendilerini dünyanın en akıllı adamları sayan çok okumuş burjuva İngiliz, yahut İsviçreli yazarlar Fransız siyasetini ve İngiliz İşçi Partisinin «Keep left» grupunun, İşçi Savunma ve İaşe Bakanları Strachey ile Strauss'ın «Amerikanın kışkırtıcı siya- seti» ne ve Mac Artura karşı yatıştırıcı siyaseti ta- kibetmek istemelerini güya beynelmilel siyaset ala- nında Avrupanm «üçüncü bir kuvvet» olarak ortaya atılması gibi tasvir ederler. Fakat Kızıllarla Demok- rasi arasında «üçüncü bir kuvvet» olmıyacağını iyi bilen Mac Artur Mançurya sınırına kadar ilerleyip çekilmekle Kore, Çin ve Rus Kızıllarının Stalin'in «veliahdı» sayılan Malenkov'un idaresinde milyon-

N

176 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

luk kuvvet olarak toplanmış olduğunu ve bunun As- ya için olduğu kadar Avrupa için de tehlike arzetti- gini tesbit etti ve dünyanın gözünü açtı; halbuki da- ha Kasım ayı ortasında Avrupa ve Amerika gazete- leri bu Rus «veliahdısnm yâni Malenkov'un, Sov- yet inkılâbının 7 Kasım bayramında Moskova'daki resmi geçitlerde hazır bulunmayışından onun göz- den düşmüş olduğuna dair tefsirlerde bulunarak ham hayallere düşüyorlardı. Mançurya sınırına ka- dar ilerlemekle Sovyet âleminin aslâ oportunist ol- mıyan uzun müddetli siyasetinin Uzakdoğu'ya ait safhasının içyüzünün açıklanmasına biz Türkler de iştirak ettik.

«Uzun müddetli siyaset» daha 92 yıl önce (1847 de) Marks'la Engels'in ilân ettikleri «Komünist Ma- nifesti» ni kendisine mal edinen Rus faşist emper- .yalizminin tatbik ederek 33 senede mükemmel bir surette geliştirdiği bir siyasettir. Buhara Emirinden sonra Çekoslovakya'dan Beneş ile Masarik'in, Lon- dra'daki Leh hükümeti erkânından çoğunun, Ru- men kralının, Maniu ve Sairenin düştüğü bu siyase- te Rus ve Çin komünistleri şimdi tekmil Birleşmiş Milletleri düşürdüklerini sanıyorlar. Gaflet gayya- sına düştüklerini sandıkları bu milletleri Bolşevik- ler şimdi sadece taşlarla vurup öldüreceklerini dü- şünüyorlar ,bu sebeple zelilâne teklif olunan «ateş kes» emrini gururla reddediyorlar. Bu sevinçler her halde pek erkendir. Fakat 1939 da Molotov'un eliy- le bir taraftan Hitlerle anlaştıkları halde, diğer ta- ,raftan Potiumkin gibi diplomatları eliyle bâzı kom- şularını İngilizlerle anlaşmaya sevkeden, İngilizler- le Fransızları da müzakerelerle oyalayarak İkinci Cihan Harbini çıkarmakta bu kadar meharet gös- terdiklerine inanan Bolşevikler bugün Üçüncü Ci-

komşu milletlerin Kremlin'in yüzüne tükürmesi ile

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 177

han Harbini ne zaman çıkarmak gerektiğini de an- cak kendilerinin bildiği bir olduğuna kanidarler. Sovyet şeraitini ve yeni Rus ruhiyatını bilen her- kes ibr taraftan Almanların ,diğer taraftan Japon- ların silâhlanmasmın aleyhlerine netice vermesini önlemek üzere bu kış bir harp çıkaracaklarını bek- liyorlar. Bu hakikaten böyle midir, Kremlin dünya vaziyetini nasıl takdir ediyor? Bu bilinmez. Yalnız muhakkak olan şudur ki, komünist inkılâbının, do- layısiyle cihanşümül Rus devleti amacının gerçek- leşmesinin ancak kanla, savaşla husule geleceği 33 seneden beri yüz milyonlara «Bu son ve kat'i savaş olur ve onun Sayesinde İnternasyonalle o insanoğlu yeniden dirilir» şarkılarını söyletenlerin âmentüsü- dür. Yine muhakkaktır ki, bu harbin patlaması ne

çabuklaşır, ne de vakit gelince bu harp için bahane bulmakta zoıluk çekilir. Şayet onlar bu harbi me- selâ kuvvetlerini Avrupa'da temerküz ettirmeyi za- ruri bulan Birleşmiş Milletlerin Asyanm hiçbir nok- tasında ciddi kuvvet bulunduramıyacağını düşüne- rek kısa bir zaman zarfında Kore'yi, sonra Hindiçi- ni ve Burma'yı, Tibet gibi bütün Güney Asyaya hâ- kim hava üslerine hâkimiyeti tamamladıktan sonra Hindistan'ı işgal etmeyi kestirmişlerse, harbin Ev- ro-Asya'nın diğer kısımlarına yayılmasını ancak De- mokrasi âleminin gösterdiği toplu gafletin hâd bir safhaya girmesi yahut bilâkis onun Bolşeviklerce beklenmiyen bir şekilde uyanışı ve hayatiyet eseri göstermesi sür'atlendirebilir. Fakat hiç bir hâdise bu harbi önleyemez.

N

178 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Sovyetlerin İrade Mon opolü

20 Aralık gazetelerinde Mac Artur çevrelerinin öğrendiği bir hakikat olmak üzere Malenkov'un Ko- re harbini hazırlamak ve idare etmekteki faaliyetin- den haber verilirken bu Rus «veliahdı» nm Çinli, Mao-çe-tung'u da «kendi orduları ile bu harekete katılmağa ikna edebildiği» ayrıca kaydedildi. Bu da gafillerin tipik saçmalarından biridir. Çünkü kendi fikiine malik olan bir Mao-çe-tung ve bir müstakil Çin Komünist Partisi ortada yoktur. William Bul- litt gibi bir çoklarının ısrarla yazmalarma rağmen, garbin hiç bir türlü anlıyamadığı bir hakikat de Po- litbüro'ya tâbi Rus milleti gibi, ona tâbi bütün diğer milletlerin iradelerinin ellerinden alınmış olması- dır. Rus komünizminde itaat ve sadakat demek, ira- deyi, fertlerin ve camiaların iradelerini «İnkılâp merkezi» ne yâni Politbüro'ya hibe etmeleri demek- tir, Politbüro, «Yeni Rusluk» un kollektif iradesinin merkezileşmiş şeklidir. Politbüro «proletarya dik- tatoryasmı» tahakkuk ettirmeyi üzerine alan, yani açıkça «Ben diktatörüm» diyen diktatördür; fakat şahıs diktatoryası değildir. Bu yüzden Lenin ve Sta- lin vibi ilâhlaşmış «führer» lerinin ölmesinden faz- la müteessir olmaz. Bu öyle bir irade merkeziyetçi- liğidir ki, en büyük düşmanını başka sahalardan çok bağımsız olmak istidadı yösteren sahalarda a- rar, Boyunduruğu altına aldığı milletleri sırf bu ira- de monopolü, onla:a dışarıdan hakikate dair haber sızmaması için demirperde içine alır. Bu cihetten Sovyet sisteminde Rus komünisti, Çin komünisti ya- hut Leh komünisti yoktur. Onlara göre tek bir ko- münist vardır, o da: müşterek cürümlerini müdrik, ferden yahut kütle hâlinde insan öldürmekle öldü-

ALM,

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 179

rülenlerin taallâkatı, mal ve mülkü gaspla mal sa- hibi ve taallükatı tarafından ölüme mahküm olun- duklarını sanan, hattâ fertlere bunun mübalâğa ile telkin eden, bu suretle «cürüm kefaleti müteselsi- lesi» ile biribirine sıkıca bağlanmış ve sarılmış, bu- nunla beraber «kapitalist tezadları» (kapitalistiçes- koye protivoreç'ye) bir mütearife olarak kabul et- mekle nihai zaferin kendilerine ait olacağına da kat'i inanmış kimselerdir.

Komünist Ruslar ve kuyrukları dediklerini ta- hakkuk ettirmek, hiç olmazsa muhakkak ölüm geti- receğine inandıkları düşmanlarından korunmak için ve bunda ilgisiz kütleleri önlerinden sürükliyebile- cek dercede tesanüdü temin etmek için kin telki-

ninde mübalâğa yoluna girer ve her şeyden önce i-

radenin kayıtsız şartsız ve tam olarak merkeze hibe edilmesini ister. Komünist Rus bir taraftan «kapi- talizm tezadları» m günü gününe bir zafer rehinesi sıfatiyle tesbit etmekte, diğer taraftan karşısındaki medeniyet ve hürriyet âlemini tek bir dünya ve kin hissiyle dolu bir dünya göstermekte 33 seneden be- ri o kadar mübalâğa etmiştir ki muhtelif milletlere mensup oldukları halde yalnız Rusluk için çalışan Çin, Ukrayna, Moğol ve Türk (Komünist) Kızılla- rının iradelerini tam olarak ele almıştır. Sovyetler- de irade ve dünyayı «komünist merkez» tarafından münasip görüldüğü şekilden başka bir şekilde gör- mek merakı isyan demektir. Trotski Rusya'dan ay- rıldıktan sonra müstakil irade fikrini taşıyanlardan ancak Tito, harp neticesinde ayrı bir milli orduya sahip çıktığından dolayı, ayaktadır. Diğerleri git- miştir. Mademki Çin'de, Kore'de, Ukrayna'da ve Türkistan'da bir komünist şef ayaktadır, yani öldü- rülmüş, nefyedilmiş yahut aleni isyan hâlinde de-

N

180 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ğildir, o halde o komünist, iradesini Politbüro'ya ka- yıtsız şartsız hibe etmiştir.

İradeyi devletleştirmeyi esas umde edinen Rus komünizmi irade bağımsızlığına karşı mücadelenin her nevinin meşru olduğu fikrini de bu komünist- lerde yerleştirmiştir. Onları yalnız NKVD tarafın- dan takibedilmeğe değil, rehberler arasmda Komü- nist Parti Merkezinin «Kontrol» denilen şubesi ta- rafından merhametsizce tatbik olunan karşılıklı jurnal ve şahsi düşmanlıklarla beslenen «karşılıklı kontrol» e ve ayrı ülkeleri iktisaden Rusya'ya bağ- lamak hususunda gösterilen pervasızlıklara da alış- tırmışlardır. Bunlar bizim gibi Rusa komşu olan ve onlarca kurbanlık sanılan her milletin yakından bil- mesi icabeden hakikatlerdir. Rusya'dan uzakta olan milletler, Hindliler ve Fransızlar Rusya hakında ne düşünürse düşünsünler. Fakat bizim gibilere onla- rın gazetelerinden naklettiğimiz «Mao-çe-tung Rus taraftarı olan rakiplerini ortadan kaldırmış», «Çin'in 50 senedenberi harp içinde olduğunu bilen Mao-çe- tung yüzünü kendisini para ve makine ile en iyi bir surette tatmin edecek olan Amerika'ya çevirmekte- dir», yahut «Mao-çe-tung önümüzdeki yarım asır zarfında Sovyet Rusya ile Amerika arasında inkişaf

edecek rekabetten azami surette istifade etmek ni-

yetinde imiş» gibi saçmaları şerhsiz ve izahsız mat- buata geçirmek pek doğru olmaz. Müstakil düşünen ve hareket eden bir Mao-çe-tung olmadığı gibi.ko- münist önderleri arasında kapitalist (Amerika'nın Uzakdoğu'da Sovyetlere rekabeti yarım asır değil ihtimal önümüzdeki «beş yıllık plân» da dahi yok- tur, Rozveltle Çörçil'in Tahran'da kendisine sun- dukları müzeyyen kılıncı Stalin'in bıyık altından gülümsiyerek taktığını bilen Rus komünistleri, Ele- anor Ruzvelt'in kocası hakkında (o «Keçam o kılıncı

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 181

verirken Stalin'in kalbini kazandığına kanidi, ara- larında samimi dostluk hâsıl olmuştu» sözlerini a- layla karşılarlar. Bunu Ruslarla birlikte yapan Mao -çe-tung da saadeti Kremlin'in düşünüş kaynağı ve irade merkezi olduğuna inanmakta bulan tipik kı- zıllardandır. Bir gün bu Kızıl Çin rehberlerinin bir hain sıfatiyle (elbette Çin komünist mahkemeleri huzurunda) muhakeme ve idam edilmeleri diğer Çin komünistleri arasında tabii bir hal olarak kar- şılanmakta olduğunu, yahut ayni zevatm orduları başında garbe gelmiş demokrasiye karşı savaşmak- ta olduğunu görürsek buna şaşmıyahm. Onlarca bu ne kadar tabii ise, biz de bunu böyle bilelim. Sovyetlerin insan iradesi üzerindeki bu perva- sız tecrübelerinin âkıbeti ne olabilir? Herhalde ne ilâhlaştırılmış «führer» lerin ölümüne, ne ihtilâ- le, ne de ayrı cumhuriyetlerde her zaman mevcut olan ve her vakit yatıştırılabilen ayrılık hareketle- rinin şimdiki şeraitte muvaffakıyete mazhar olaca- ğına ümit bağlanabilir. Komünizm boyunduruğu al- tına aldığı yüz milyonların iradesini tam olarak eze- bildi mi? Hayır, bu daha vâki olmamıştır. Bugün ta- banca ve bomba ile tehdit eden müşterek cürüm kahramanlarının önünde ya rakı ya afyonla yahut rehin olan ailelerinin ölümü korkusuyla ateşe atı-

, lanlar ancak demokrasi cephesindeki tereddütler,

çekinmeler yüzünden öteki tarafta kalıyorlar. On- lar demokrasi cephesinde kuvvetli bir irade ve i- manın teknik üstünlüğü desteklediğini görünce he- men eriyecektir, Bu cihetten bizim Birleşmiş Mil letler safına kanımızla katılmış olmamız, diplomat- larımızın yine yaralılara kanlarını göndermekle iş- tirak etmiş olmaları, Süleymaniye mevlüdünde bu gayretlerin Bedir ve Uhud mücadelelerine iştirâk edenlerin işleri kadar yerinde olduğuna dair radyo-

N

182 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

da dünyaya bildirilen umumi Müslüman Türk in- anının komünizm tehlikesinden korkan bütün mil- letler için bir ülkü olması gerekir. '

Ruslar 33 senedir küçük bir azınlığın büyük fa-.

kat teşkilâttan ve iradeden mahrum edilen ekseri- yet üzerinde hâkimiyetini nasıl devam ettirebilece- ğini mekteplerde öğrettiler. Bunda onlar iyi mu- vaffak oldular. Fakat istihsalle istihlâk, ile para âyarını bir türlü bulamadılar. Dünya tarihinde mis- li görülmemiş mezâlimle insanların iradeleri üze- rindeki hâkimiyetlerini teminde ise asla muvaffak olamıyacaklardır. Onların Achiles topuğu Oburada- dır. Rus komünizmi ancak bir kaç milyon sayılan komünisti tehdit eden ölüm namına birkaç yüz mil- yonun iradesini ezdiğini zannetmekle yanılıyor. Bu kütleler Almanların karşısında nasıl milyonlarla teslim oldularsa yeni bir savaşta ayhi hal görüle- cektir. Bir kaç milyonluk hâkim komünistin ancak ölüm korkusuyla yaşatabildiği «irade birliği» yüz milyonlar tarafından ancak nefretle karşılanır, ve hiç bir tabaka tarafından candan ve içten ilgi ile ya- şatılamaz. Bu cihetten bugün büyük eserinin yedin- ci cildini Amerika'da Princetonda itmam etmekte

-olan büyük İngiliz mütefekkiri Arnold Toynbee'nin

Bolşevizmi ilk İslâm asırlarında Arapları zaferden zafere götüren dini heyecanla yanyana koyması yersizdir. Onun bu sözleri ancak yılmış garpli mü- nevverin fikirleri olmak bakımından karakteristik- tir. Bolşeviğin heyecan ve imanı 33 senedenberi buz- dan yapılan fakat imanlılarla savaşta mutlak erime- ye mahküm olan plânlardan ibaretir. Komünistler,

hemen bir harp plânları yoksa, bu hakikati anlıyan *

komışuları ile daha iyi geçinebilirler. (Orkun, Sayı: 14 (5 Ocak 1$51),s.5 - 7

| ; | ; İ | ) i li

BOLŞEVİKLERİN TAKTİĞİ

Bolşeviklerin taktiğinin nasıl olduğu, bilhassa bizim gibi Sovyet komşusu olan bir milletçe dik- katle öğrenilmesi icabeden bir mevzudur, Sosya- lizm istihsal vasıtalarını fertlerin elinden alarak devletleştirmek gayesini güden bir cereyan ise, Ko- münizm hem istihsal ve hem de istihlâk vasıtalarını devletleştirmek istiyen daha konsekan bir mezhep- tir diye bu mezhebi sosyalizmin daha şümullü bir şeklinden ibaretmiş gibi tarif etmekle bitmez. Çünkü aradaki fark gayede değildir, kulanılan tak- tiktedir. Sosyalizm ve sosyal demokratlik mütecaviz bir cereyan olmayıp tekâmül yolunu takip eder; ko- münizm ise dünyanın sosyalistleştirilmesini bir mü- sellâh ekalliyetin zoruyla tahakuk ettirmek isteyen güya dalâlet içinde bocalıyan milyarlarca insanlığı «şuurlu proletarya azınlığının diktatoryası» saye- sinde necat yoluna çıkaracaklarını iddia eden, yâni diktatörlüğü kendisine açıkça şiar edinen bir inki- lâp, ihtilâl ve tahakküm cereyanıdır. O bu gâyeyi mukaddes bildiği için ona erişmek için bütün vası- taları mübah sayar.

Stalin zümresi Trotski gibi Ortodoks komünist- lerinden ayrılarak vasıtaları mübah saymakta çok ileri gitmişlerdir. Bu iki zatın nazarlarının başlıca farkı şu idi ki, Trotski cihan inkilâbı gayesini ta- hakkuk ettirmek için komünizmi sonsuz bir emper- yalizm gayesini güden Rus milli plânları ile bağla-

N

184 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

mak doğru olmaz, bu yolla komünizm Rus milli em- peryalizm emelleri içinde erir ve tefessüh eder, bü- yük ve haris Rusluk tarafından istismar edilmiş ve ebediyet için lekelenmiş olur diyordu. Stalin ise milli Rus faşistleri ile bir olarak Rus milli emelleri ile komünizmin muvazi tahakkuk etmesinde hiç beis yoktur, netice itibariyle yine komünizm kazanmış olacaktır, derdi. Ben her iki zatla bu meseleler üzerin- de konuşmuşumdur. Stalin fikirlerini açık söyleme- diği halde, Trotski onun fikrinin ne olduğunu an- latırdı. Rusya dışma çıktıktan sonra bunu kitapla- rında ve makalelerinde açıkça yazdı ve hayat Sta- lin'i Büyük Petro'nun yanı başında bir Rus milli kahramanı yaptı. i

Bugün Sovyetlerin temsil ettiği bolşevizm bey- nelmilel içtimai inkilâbı proleter diktaturyası ile birleşen Rus milliyetçiliğinin yardımı ile hattâ onu istismar ederek tahakkuk ettirmekte midir? Yoksa büyük emperyalist Rus milli emelleri komünizmi â- let edinerek kendi hedefine doğru yürümekte, yâni komünizmi istismar eylemekte midir? Böyle bir sual karşısında kalan hiçbir namuslu kimse şimdi. «Evet ancak beynelmilel proletarya cahil Rus milletini is- tismar etmektedir» diyemez. Bitaraf tarihçi ve me- seleyi yakından öğrenen içtimaiyatçı, komünizmle Rus emperyalizminden her ikisinin muvazi olarak yürümekte olduğunu kabul eder. Ben bu meseleyi 1928 ve 1947 tarihlelinde iki defa basılmış olan «Tür- kistan Tarihi» kitabımda vazıh olarak anlatmıştım, bugün Rus - Sovyet ahvalini yakından tetkik eden herkes bu fikri tasdik eder. Yâni Bolşevik Rusun si- yaseti iki yüzlüdür ve onun kullandığı taktik de bu muvazilik esaslarına dayandırılmıştır.

Rus milleti milli idealine son derecede sadıktır.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 185

O bunu tahakkuk ettirmeyi daha Büyük Petro za- zamanında kestirmişti. Rus milleti Petro'nun sefer- lerinin ağırlığını sırtında taşıyordu, fakat Petro onu bir taraftan Baltık, diğer taraftan Karadeniz sahil- , lerine indirdiğini, İran'a saldırıp, Bekovic Çerkass- ki kumandasında Horezm üzerinden Hindistana, Buhholz kumandasında Tiyanşan dağları üzerinden kendisini ancak efsanevi bir altın kaynağı diye bil- diği Yarkende götüreceğini düşünerek, katlandığı bu zahmetlerin karşılığı olarak dünyanın büyük bir kısmına hâkim olacağına inanıyordu. O neresi oldu- gunu pek iyi bilmediği Behreg Boğazına kadar uza- nan Uzak Doğu müstemlekeleri ile Amerikaya kom- şu olmuş olması ile de mağrurdu. Bolşevikler ona alıştığı bu istilâ plânlarının daha da geniş bir suret- te tahakkuk ettirileceğine dair vaadlerde bulunur; işte o vaadlerinin umulduğunun fevkında tahakkuk ettiğini görmekle, Balkanların bütün Slavların kendi idaresinde birleştirildiğini, Tibet'i, Çin'i ele geçirdiğini, William Bullit'in «Asyada Son Şans» başlığı ile bu günlerde neşrettiği yazısında da dedi- ği gibi, 800 milyon insanın kendi idaresinde birleş- tiğini görerek bu milli emellerin daha geniş bir çap- ta gerçekleşeceğini tasarlıyor. O kendisini bir taraf- tan Avrupalı, diğer taraftan Asyalı bilerek «Furo- asya» birliğini kendisine eliyle kendi haris emelle- rine ram edilmiş Asyalıların yardımı ile. daha bu Stalin'in hayatmda bir buçuk milyar nüfuslu Furo-

Asyaya malik olacağına bütün kalbiyle iman etmiş-

tir. Bu büyük emeller namına o bütün açlık ve sefa- letlere katlanmaktadır. Bu cihetten ara sıra isyan- lar tertip eden ve Bolşeviklerin Rus miletini felâ- kete götürmekte olduğuna inanan - öteki unsurları daima mağlüp edebilmiştir. İkiz biraderler demek

N

186 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

olan Bolşevizmle Rus emperyalizminin, beynelmilel komünizmle Rus faşizminin iki yüzlü siyaseti bir olduğu gibi şimdi cihanşümül komünist taktiği şek- lini almakta olan taktikleri de birdir.

Burada bu taktiğin üç bâriz cihetini anlataca- gım: 1) Bolşeviklerin kendi inzibatlarını temine matuf taktikleri esas kadrolarını teşkil eden temel üyelerini birbirine ölüm korkusu ile bağlamalarıdır.

Bu esas kadro muhakkak pek çok adam öldürmüş-.

tür ve bunları düşmanı imha etmek maksadiyle yaptığı halde inzibatı temine yarıyan esas âmil olarak da yapmıştır. Her inkilâpçı Komünist fedaisi yok ettiği kurbanlarının taraftarları, akrabaları ta- rafından muhakkak öldürülecek bir insan olarak tanır, Ve bu müşterek ölüm korkusu Komünistler için bir «müteselsil kefâlet» in ve bağlılığın teme- li oluyor. Kırgızlardan Asan Kaygı isminde bir mu- haririn vatanı olan Kazakistanın Sovyetleştirilmesi tarihini tasavir ederek Rusya dışında yazdığı bir romanında bir katil dolayısiyle hapse düşen ilçe parti sekreteri o ilçenin komiseri tarafından hapis- ten çıkarılırken. şöyle bir hitabe ile tebcil edilmiş imiş: «Sen nasıl hapiste yatabilirsin, sen Komünist parti camiasına akrabalarını, sevgili öğretmenini öl- dürerek ona kanla bağlanmış, mâzisi lekesiz terte- miz bir inkilâpçısın. Sen bu camianın biri diğerine

kan ile bağlanmış fedailer camiası olduğunu bilerek .

katılan şuurlu bir fedâisin», İşte bu yüzdendir ki

Komünistlerin en büyük rehberleri kendilerini, ü-

zerlerine ölüm ve intikam tehlikesi en çok çökmüş kaatillerin şeyhi, Ortaçağ İslâm alemindeki meşhur Batınilerin şeyhi kabilinden hissederler ve bu yüz- den memleketlerinin dışına (çıkamazlar, ve arala-

a

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 181

rından ancak ikinci derecede olan şahsiyetler dışarı- ya gönderilir, Stalin kendi maiyetinin ve fedâileri- nin muhafazasından ayrılarak Rusya'dan çıkamaz, nasıl ki Tahran ve Potsdan seyahatini de ancak bu- raları muhafaza emniyeti bakımından Rusya'nın bir parçası hâline getirdikten sonra çıkabildi. Bu cihet- ten Yugoslavya Komünistleri başkanı Mareşal Tito- nun memleketi dışına çıkacağı ve Türkiye'ye gele- ceği hakındaki gazete haberi teeyyüt ederse bu za- tın kendi partisini inzibat bakımından Rus Komü- nist Partisi tradisyonundan, yâni mes'ul zevatın ö- lüm tehlikesi ile bağlanmaları geleneğinden ayır- mış, demokrasi ve sosyal demokrasi yoluna girmiş olduğunu kabul etmek gerekir,

2) Bolşevik taktiğinin diğer mühim tarafı düş- man safların hulül işine yarıyacak köprüler kurarak görme usülüdür. Bu köprüler Kremlin'in toptan düşman saydığı dış âlem hükümetleri ve teşkilâtla- ile kendi arasında kurulurlar, Bunlar 1920 sene- sinde üç olarak görülüyordu: Biri Komünist safına bitişik dostları, yâni tam itimad ettikleri, fakat zâ- hiren fırkaya dahil olmıyan yahut öyle görülmiyen insanlardır. İkincisi bunların «dostları» yahut müs- tahdemleri olup Bolşeviklerin teşkilât (o şebekesine dahil olduklarını bilmiyen, yahut az bilen insanlar- dır. Üçüncü köprü ise bizzat «düşman safında» olan, yâni kapitalist milliyetçi, demokrat muhitlerin men- suplarından ikinci köprü mensupları ile dostluk ya- hut akrabalık. yahut menfaatle bağlanmış zevattır. Bütün bu köprüler Komünist Parti teşkilâtına, o- nun «OÖrgbüro» denilen şubesine bağlıdırlar. Dün- yanın her tarafındaki açık ve gizli Komünist parti- leri, yahut onların nümayişlerine iştirâk eden hay- ranları, her tarafta kurdukları «sulhsever» cemiyet-

N

188 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

leri başkadır; onlar alenen veyahut gizlice Sovyet- lerle bağlı çevrelerdir, Köprüler ise Sovyetlerin işi- ne bilerek yahut bilmiyerek çalışan dostları, hayır- hahlarıdır ve düşmanları safında görecekleri en na- zik işleri bunlar vasıtasiyle görürler.

Üç gün evvel Japon İmparatoru sarayına ve A- merikan karargâhına yürüyen kitlelerin Tokyo'nun hangi mahalelerinden ne miktarda ve nasıl hareket edeceklerini yahut Fıansa veya Amerika'daki bir grevin nasıl cereyan edeceğini Moskova kendi res- mi ve gizli parti teşkilâtı vasıtasiyle tesbit eder. Fa- kat bu hareketlere karşı Japon, Fransa ve Amerika hükümetlerinin ve oradaki sosyalist partilerin ne yapacaklarını kendi köprüleri vasıtasiyle öğrenir ve tedbir alır. Komünistler yakalanır, köprüler ise dai- ma emniyettedirler. Köprülerden üçüncü gurup Sovyetlere karşı tedbirleri icra eden büyük devlet memurları olabilirler, fakat onlar Sovyetlerin iste- dikleri yerlere onların istedikleri adamları, Sovyet- lere hizmet ettiklerini bilmeden muhakak tayin €- derler, yoksa onu bu işe sevkeden hatırı sayılır dos- tu muhakkak darılır. Umumiyetle devlet mekaniz- masına adam sokmak, «zararlı insanları «faydah»sı ile değilse bile «zararsız» ları ile değiştirmek bu köprülerin eliyle yapılır, Bu suretle seneler zarfın- da muntazam çalışmakla bir çok müesseseler elde edilmiş olur. Köprülere mensup zevat bâzan ticaret- ten birden milyonlar «kazanır», o da «cömerd» oldu- gundan üçüncü guruptaki «dost» larma ödünç para verir. Bu ticaret kazancının Moskova'dan geldiğini kimse bilmez. Pek mahrem bir toplantının haberini Moskof köprüsü vasıtasiyle haber alırken yegâne şahit olan bu köprü mensubunu ve dostlarını şüp- heye düşürecek olursa asla o haber radyoda filân da

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 189

yayınlanmaz. Çünkü köprünün üçüncü zümresi mensuplarının kendilerinin Sovyetlere hizmet et- mekte olduklarını anlamamaları şartır: İşte bu köp- mensupları demokrat (memleketlerin hükümet ve parti teşkilâtlarına yakın olarak şuursuz surette Moskova için çalıştırılmakta olduklarından en bed- baht insanlardır. Sovyetlere komşu olan milletlerin mensupları kendilerinin dostları, akrabaları ve ar- kadaşları vasıtasiyle her hangi bir Bolşevik şebeke- since istihdam edilip edilmediğini her vakit kontrol etmek mecburiyetindedirler. Fakat bu mensup olduğu muhite karşı itimatsızlık şeklinde olmamalı, çünkü Sovyetler karşı tarafın saflarında kendilerin- ce istihdam edilmek şüphesiyle tefrika ve güvensiz- lik yaymayı da taktiklerinden sayarlar. Her halde Sovyetlere komşu memleketlerdeki milli kültür, dil, edebiyat hatâ imlâ meseleleri, cemiyet hayatının bütün cihetleri köprüleri vasıtasiyle kontrolleri ve tesirleri altında bulundurulduğunu hiç unutmama- lıdır, zaten onlar komşu memleketlerin askeri teş- kilâtı kadar fikir hayatını besliyen müesseseleri u- zun ellerden kontrolleri altında bulundurmadan ra- hat edemezler. i

3) Bolşevik taktiğinin üçüncü ciheti kendi ic- raatlarının katiyet ve süratini temin etmek için ferdlerin iradesi yerine devlet, parti ve parti şefi İ- radesini yerleştirmeleridir. Bunu elde etmek için mektep, tiyatro, sanat, propaganda müeseselerini €- debiyat ve radyoyu fakat hepsinden daha mühim olarak geçim vasatini devletleştirme yolunu tut- muşlardır. İradesi ekmeği, suyu ile birlikte elinden alınan insan mektep, matbuat ve başka propaganda vesaiti ile terbiye edile edile iradesizliğe alışıyor. Böyle insanları milyonlarla sürü hâlinde memleke-

N

190 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

tin bir ucundan diğerine sevketmek kolaydır. Fakat

.yarım milyon Çinliyi ve Mançuyu Doğu Avrupaya

amele ve köylü sıfatiyle yerleştirmenin, Almanları ve Macarları yine kitle hâlinde Rusya içerilerine sevk etmek gibi teeşbbüslerin müşkülâtla karşılaş- tığını, yâni iradeyi ekmekle beraber elden almanın Rus ve Rus mahkümu milletlerde olduğu kadar ko- lay olmadığını işitiyoruz.

İşte Bolşevizmin en zayıf noktasında insaniye- tin iradesi ile oynaması ve tekmil insanlığı kendi iradesine kayıtsız şartsız tâbi o kılabileceğine inan- masıdır. Rusya'da Bolşevizmin mukadderatı üzerin- de müessir olmaları bakımından demokrasinin bâ- silâhlar hususunda faikiyetinden çok iki husus pek mühimdir, Bunlardan biri Rus kutup mıntaka- larının üstün bir yabancı kuvvet karşısında çekilen Rusya'ya daima emin mesned olacağı hakkında da- ha filozof Solovyewin ve diğerlerinin yerleştirdik- leri inancın, şimdiki hava hâkimiyeti sahasındaki inkişaflar karşısında hükmü kalmamış olmasıdır. Rusya'ya en büyük tehlike bilâkis şimdi Kutuplar üzerinden gelecektir. Fakat Sovyetlerin en büyük düşmanı milyarlarca insanın iradelerine tasallut e- debilecekleri hakkındaki, sonsuz inançlarıdır. İnsa- niyet bu tehlikeyi artık müdriktir ve onu kat'iyetle reddetmek için silâhlanmaktadır. İrade insanın en büyük nimetidir. O akar sular gibidir. Ona karşı ko- nulan barajlar ancak muvakkat bir zaman göre- bilir.

Her hangi bir rejim ortadan kalksa dahi onun '

kalıntıları yaşamakta devam etmektedir. Bolşevizm ortadan kalkarsa ondan ne gibi eser kalacaktır?... Dünya tarihinde ancak büyük fatihler tarafından a- rasıra yapılan muazzam işleri zamanımızda devlet-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 191

lere ayrılan geniş imkânlarla devamlı surette yap- mak temayülü cihanşümül mahiyette oyayılmakta- dır. Bunu Amerika, Hindistan, Çin ve Rusya bilhas- sa ilerletmektedir. Sovyet Rusya'nın bu yoldaki faaliyeti çok geniştir. İşte Rusya'da Bolşevizmin su- kutundan sonra hâtıra olarak kalacak işler de bu geniş çaptaki yapılar olacaktır. Yalnız geleceğin de- mokrat Rusyasmda bu yapılar insanların iradeleri- ni ellerinden alarak yaptırmak şeklinde değil, hu- susi teşebbüslerle muvazi olarak devlete verilen ge- niş salâhiyetlerle yapılacaktır. Bugün Rusya'da bu nevi inşaatta çalıştırılan insanlar Ehramlar yapan eski Mısır kölelerinden bin kerre fena vaziyettedir- ler ve dünya da böyle bir boyunduruğu istemiyor.

(Komünizme Karşı Mücadele, yıl 2, sayı: 86, 15 Mayıs 1952)

SOVYETLERİN TÜRKİSTANDA TATBİK ETTİKLERİ SİYASETİN SON SAFHALARI

(Temuz 1954 de Tutzing Kongresinde Okunan Konferans)

Sovyet Orta Asyasındaki Vaziyet Nasıl Öğrenilekilir?

Sovyetlerdeki vaziyeti yalnız Sovyet neşriyatı esasında öğrenmek imkânsızdır, fakat onu Sovyet matbuatını itibar nazarına almadan öğrenmek de mümkün değildir. Ve ancak şahitlerin, işe bizzat karışmış olan zevatın ifadeleriyle teyid olunan hâ- diseler hakiki hayatın tecellisi olarak kabul olun- malıdır. Türkistan gibi garplı mürakıplar için kapa- olan bir memleket için Sovyet matbuatının verdi- ği malümatı, hürriyeti seçenlerin ifadeleriyle ve mahalli kaynakların verdiği malümatla kontrol et- mek bilhasa ehemmiyetlidir. İngilizler (1729 sene- sinde neşrettikleri An Account ot the Present Stato of Northern' Asia and Great Tatary nam eserlerin- de, Ortaasyadaki vaziyeti (Rusların ve başkaların oralara ait verdiği malümatı, Hiyvalı bir tarihçinin eserini ve bıraktığı hâtıraları esas edinerek topla- mak sayesinde doğru tasvir edebilmişlerdir; şimdi

de Sir Olaf Caroe'm Soviet Empire and the Turks of Central Asia nam eserinde bu usul büyük bir mu- vaffakiyetle bir daha tatbik edlimiştir.

İngilizlerin o «Ortaasyayı Tetkik Merkezi» de,

alm ampli a

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 193

Oksford Üniversitesindeki diğer bir gurupla birlik- te Sovyet matbuatını esas edinerek malümat verir. ken «Ortaasyaya dair Sovyet tetkik malzemesi» ünvanlı makalelerinden(Central Asian Review, No. 4) de anlaşıldığı gibi— bu malümattan bir netice çı- karmayı ancak bu malümat diğer kaynaklarca teyid edildiği zaman yapmaktadırlar. Bu maruzatımda Ortaasya hakkında Sovyetlerin verdiği malümatı hâdiselerin şahitlerinden öğrendikleriyle karşılaş- tırmanın neticelerini kısa izah etmek tecrübesinde bulunacağım.

Milli hisleri istismar arzusu

Sovyetlerin Ortaasyada iktisat ve kültür saha- sında tatbik ettikleri siyaset Komünizmin cihan hâ- kimiyetini Rus emperyalist milliyetçiliğine geniş çapta dayanarak gerçekleştirmek gayesine matuf- dur. Bu siyaset, yerli halkın hayatına kasdetmiş ol- duğu halde, yerlilerin milli hissiyatından da gere- gince istifade etmekten çekinmemektedirler. Türk- menleri. muhtemel Şarki İran işgalinde öncü olarak kullanmak için, şimdiden Türkmen edebiyatı ders kitaplarına «Türkmenlerin Puşkini» tesmiye ettik- leri Mahtum Kuli'nin ve Zülâlinin vatanları İran hu- dudundaki Gürgâh vilâyeti olduğunu söyleyerek onlara «Büyük Türkmenistan» fikrini telkin ediyor- lar, Özbeklere de büyük bir kütlelerinin Şimali Af- ganistan'da yaşamakta olduğunu hatırlatmaları pek tabii olmaz mı? İç siyasette de böyledir. Hattâ Rus- ya Komünist Partisinin 2 Mart 1954 tarihinde çıkar- dığı «Bâkir toprakları benimseme» kanunu mucibin-

13. F;

Ni

194 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ce Kazakistanda Kazak Türklerinin elinden 6 mil- yon 300.000 hektar yerin zorla gasbedilmesini dahi Bolşevikler «Geri kalmış olan Kazak halkına büyük biraderi (yâni Ruslar) tarafından gösterilen radi- kal yardım» olarak tavsif ediliyor ki, Kazaklara şu kadar bin traktör ve tarktör makinisti «hediye» edi- yormuş. Anlaşılan milli hissiyat ORuslarda olduğu gibi Türkistanlılarda -dahi o kadar kuvvetlidir ki, bu hissiyatan istifade etmek isteniliyor, gerçi Türk- menler gibi Kazak Türkleri dahi Bolşeviklerin bu gibi tedbirlerini acı bir istihza telâkki etmekte-

dirler.

Öğrenilecek noktalar

Türkistanm beş cumhuriyetinde Sovyet imar ve inşa işleri hummalı bir şekilde ve «hamle» usuliyle yapılmaktadır. Bu tedbirlerin «Türksib» (o (Türkis- “tan - Sibirya) hattının açılış tarihinden (1931) şim- diki yeni «Bakir yerleri benimseme» tatbikatına ka- dar geçen zaman arasında müşahede olunan netice- leri şüphesiz ki büyüktür. Burada bu siyasetin ikti- sadi sahada (yol yapı işleri, sivil tayyarecilik teşki- lâtı, maden işletme, su kuvvetinden istifade, ziraat hayatı, sulama işleri, şehir hayatının geliştirilmesi, işçi kadrolarının yetiştirilmesi) ve kültür sahasın- daki (basın, ilmi neşriyat, tiyatro ve sanat, maarif işleri, üniversitelerin kurulması v.s.) tezahürlerini kısa olsa dahi karakterize etmek isterdim. Fakat siz. Sovyet neşriyatını, onların bir çok sahalar için, Avrupa dillerinde yaptıkları neşriyatı bizzat oku: mak imkânını haizsiniz. Maamafih rakamlarla fazla yormayarak şu Zirdeki kısa malümatı serdetmeden

geçemiyeceğim.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 195 Yeni yapılan yollar ve kurulan şehirler

1931 senesinde. <Türksib» hatı açılıp işletm başladıktan sonra şu demir yolları inşa edilmi in «Magnitogörsk - Atbasar - Akmola - Karagandı hat te (1931) ki Kazakistan kömür endüstrisi sahası ı Ural sanayi merkezleriyle bağlamaktadır. o «P W ropavel - Akmola - Karagandı - Balkaş (Bertis) hat, >, ki 1935 de tamamlanmıştır. Geçen (1953) sen . sinin sonunda Kazakistan sanayi merkezlerini AL tay sahasiyle birleştiren «Pavlodar - Akmola hattın ve aynı sanayi merkezlerini Türksibin geçtiği saha larla ve Güney Türkistanla birleştiren «<Muymt Birlik - Çu hattı» tamamlanıp işletmeye açılmı; tar Fergane'de, Tacikistan, Kazakistan ve Türkmeni tanda bir çok sanayi merkezleri, kömür sahaları N petrol istihsal olunan yerler Türkistanm ana demir. yolu hatlariyle kollar ve kısa yollar inşasiyle bir. leştirilmiştir, ki bunların başında Guryev (U: ük) petrol sahalarını, Kandagaç istasyonunda Samar Taşkend hattiyle birleştireni çok mühimdir Özb . kistanda eski Horezm (Hiyva hanlığını) Carcu Ni Yeni yn sia hattı ile birleştirecek olan Carcüy. Hi rgenç - Hoceyli - Kongrat hattı» inşa hâlin-

Otomobil yolları sahasındaki inşaattan Kazakis- tanda «Ayagöz - Çögeçek - Ürümcü», o«Almaata - Gulça - Ürümçü», «Karsakbay - Jusalı>, o«Yedigöl (Semioziorsk) - Torgay - Aral - Kazalı - Nüküs yolları; Tacikistanda bütün Pamiri çeviren Stalina- bad (Düşenbe) - Horog - Pamir - Oş) hattı; Kıgızis- ça «Balıkçı (Rybaçi) - Koçkar - Atbaşı Ni Narin - aga ve “Oş - Erkeştam Kaşgar» hatları zikre- ilmeğe değer. Türkistanda bugün birkaç hava hat-

N

200 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ve Sarı Arka şehirleri kuruluşunda iştirak etmiş olan diğer münevverlerin, o cümleden Miralây S.

Urazbayev'in ifadelerine göre, bu şehirler bidayet- .

te daha ziyade. siyasi maksatlarla, Rusya (RSFS R) dan göçürülmekte olan Rus muhacirlerini yerleş- tirmek için bina olunmuştur, fakat bidayette Sov- yet matbuatında ilân ettikleri gibi, yerli Kazak köy- “lülerini ve sürü sahiplerini şehir hayatına ve sanayi işlerine alıştırmak maksadiyle yapılmış değillerdir. Balhaş Gölü kenarında Bertis şehri yapılırken bu yeni şehirlerin kuruluşunda muhacir yerleştirmek- le beraber yerli ahaliyi ruslaştırmak gayesine ma- tüf cynigue plânların göz önünde tutulduğu mey- dana çıkmıştır. Bu husus da, Kazak münevverleri- nin «Sizi şehirlerde yerleştirecek ve mesud edece-

giz» mealindeki propagandasına güvenerek bu ye-

ni şehirlerde yerleşmek isteyen Kazak köylü züm- relerini tik$indirmiştir. Anlaşılmış ki bu şehirlerin, hattâ onların ayrı mahallelerinin iskân plânları Moskova'da tertip ediliyor ve bu plânlara göre mu- hacirler Rusya'nın muhtelif kısımlarından getirile- rek kendilerine tâyin olunan mahalle ve evlere yer- leştiriliyormuş. Hiçbir şehir, hiçbir mahalle, hattâ hiçbir apartman bloku bir şehir yapılıp bittikten sonra yerli Kazaklara tahsis edilemezmiş. Onlar an- cak yeni gelen Rus muhacirleriyle karışık bir Su- rette yerleştirilmeli imişler. Fabrikalarda ve ocak- larda çalışan Kazak amele kadını kendisi işde iken çocuklarım Rus komünist mürebbiyeler tarafmdan idare edilmekte olan kreşlerde bırakmak mecburi- yetindedirler. Burada bu çocuklarla ancak rusça ko- nuşuluyor. İyi rusça bilmeyen bu Kazak kadınları bir zaman geçtikten sonra bu fabrika * kreşlerinde yetiştirilen çocuklariyle rusça konuşmak : mecburi-

hee iin e

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE . 20

yetinde hırakılıyorlar. Bolşevikler, bu siyasetlerini tekmil gayrı-rus ana babaların çocuklarına tatbik ediyorlar. Bunun neticesinde bozkirlarda “kurulmuş olan: bu kapalı şehirlerin hayat şartlarında hemen bir tek nesil içinde ruslaştırılabiliyorlar. Aynı şey- leri Miralay Urazbayev Çimkent şehrinde kurulan çinko fabrikalarında çalışan Kazak amelelerinin ço- cukları hakkında söylemiş, fabrika amele. çocukları ve aileleri için, kreş usulünün, .muhtelit apartman ve mutfak usulünün Sovyetlerin mâhirane düşünül- müş mecburi ruslaştırma müesseseleri olduğunu an- latmıştır. Bu husus Müslümanların çocuklarına ken- di din ve .milliyetlerine göre dini ve milli . terbiye vermenin yasak edilmesiyle tahakkuk © ettirilmek- tedir. : - ; i

Sovyetlerde neden milliyetlere göre istatistik verilmez

Milletlere göre istatistik *meselesine gelince, zikri geçen mühendisin, şayanı itimad iki kaynak- tan (bir:Sovyet «Milletler Şürasıs âzâsı ağzından) naklen bana anlattığı şu vaziyet çok'calibi dikkat- tir: Sovyet Rusya'da bilhassa Türkistan gibi bir ül- kede Sovyet sayımlarında :milliyetlere göre topla- nan malümat katiyen neşredilmez, çünkü bu malü- mat ayrı ocumhuriyetlerin mümessillerinden te- şekkül eden «Milletler Şürasısndan daha yüksek o- lan «ESK» nin, yâni Komünist Parti Merkez Komi- tesinin bir şubesine-ait devlet sırrı sayılır. TSK'- nin bu şubesi milletlere, onların hayat ve mematma, dil ve edebiyatlarına taallük eden tekmil istatistik malümatı münhasıran. kendi elinde bülundurur, kı- zılordu Erkânıharbiyesi için askeri sırlar.ne' ise,

a

196 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Alma-Atâ'yı, Frunze (Pişpek), Taşkend, Stalina- bad ve Aşkabadı Moskova ile bağlamaktadır. Eski- den Horezmide gayet küçük bir kasaba olan Nüküs mevkii şimdi sivil havacılığın mühim kavşak yeri olmuştur. 1931 senesindenberi bir çok: yeni şehirler de meydana gelmiştir: Kazakistanda Balhaş (Ber- tis); Karagandı, Jezkazgan, Karsakbay ve. Bahti şe- hirleri; Türkmenistanda Karakumun ortasında, ku- rulan kükürt ve selüloit fabrikaları bu cümledendir. “Çimkent gibi eskiden küçük bir şehir olan bâzı yerler şimdi büyük şehir olmaktadırlar. Daha 1917 de 300 bin nüfuslu Taşkend şehri şimdi 800.000 nüfuslu- dur. e i

Milliyet meselesini, yâni hangi milletin müfusca aazlıp hangisinin artmakta olduğu ciheti itibar na- zarına alınmayacak olursa Türkistanda nüfus çok artmaktadır.' z

Kültür sahasındaki gelişmeler

Kültür sahasındaki inkişaflardan ben size Tür- kistanda Rus dilinde ve yerli dillerde : neşrolunan gazetelerin tirajları hakkında muazzam rakamlar nakledebilirim. “Gerçi bu rakamlar hiç bir suretle kontrol edilemez, fakat bunlardan bâzılarının , ev- velce hiç bir gazete, hattâ matbaa bulunmayan şe- “hirlerde neşrolunmakta olduklarını kaydetmek kâ-

- #idir. Ben size bâzan çöl içinde bina olunan yeni şe-

hirlerden alman Sovyet resimlerini, caddelerini, ti-

yatro, sinema, spor meydanlarını, mektepleri, fab- rikaları, fabrika mekteplerini, demiryolu istasyon- larını belirten resimleri gösterebilirdim. Keza hal- kın tenviri ve yein üniversiteler, 16.000 erkek ve kız . talebesi bulunan üniversite şehri Semerkande, Rus-

, MONA 4 İYİMİ mam enem mama

. zuhurat olmayıp, sadece Sovyetlerin yevmi

TÖRKLÜĞÜN MUKADDERATİ ÜZERİNE © 197

larm cumhuriyetlerde kurdukları ilim akademi- lerine, jeoloji ekspedisyonlarına, Horezm ve Penc- kentte yapılan arkeoloji ekspedisyonlarına, dağlar- da kurulan meteoroloji istasyonlarına, spor'un geliş- mesine, kış sporuna, yüksek dağlara tırmanmalara dair Sovyet haberlerini birbiri arkasından sıralayıp,

. müşahitlerin ifadelerini daha nakledebilirdim.

Sovyetlerin Türkistandaki imar işlerindeki ek- siklerini gösteren materyal bizzat Sovyet matbuatı- nın kendisinde dahi bol bulunmaktadır. Meselâ, ba- şehirlerde kibrit ve tuz gibi iptidai mevad bulu- namıyor, 1948 de 1.250.000 ton petrol istihsal olunân Neftabad şehri civarında evleri aydınlatmak için gaz bulunamıyormuş. Fakat bunlar Türkistana has haya- tında her vakit müşahede olunan. işlerdir ki, onlar hakkında Sovyet ahalisi «mademki cihanşümül ga- yeleri tahakkuk ettirmek için uğraşıyoruz, o halde

bâzı geçici mahrumiyetlere katlanmaya alışmalı-

- yız» diyerek alıştırılıyor. Sovyetlerde eksikler her

vakit çok bulunmuştur, fakat onlar tarafından ku- rulan makine yine çalışmakta devam etmektedir.

ÜÇ sual

Türkistanda yeni kurulan büyük şehirler, de- miryolları, otoyollar ve fabrikalar bizatihi ehemmi- yeti haizdirler; fakat biz bu ülkedeki milliyet mese- lelerini incelerken bu olaylara başka bir kıstasla ya- naşmak mecburiyetindeyiz. Her şeyden evvel şu üç Soruya alınması icabeden cevaplar bizi yakından il- gilendirir, Türkistana ait Sovyet neşriyatını okur- ker bu sorular her vakit önümüze gelmektedir.

Evvelâ: ne için Sovyetler 'Türkistandaki imar

N

202 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

TSK için de, en ciddi mahrem sır teşkil etmek ba- kımından, milliyetlere ait istatistik de böyledir. «Milletler Şürası» âzâları dahi öteki şubeden bu mevzua dair hiç bir malümat elde edemez. Milli dil- lere ait takip olunacak Sovyet siyasetinin prensip- leri TSK nin bu şubesinde işlenir, sonra, tatbikatı- na dair tafsilât ve programları işlenmek üzere, ge- rekeh vekâletlere. yahut parti teşkilâtlarına gönde- rilir, Muntazaman takip edemediğim muhaceret ba- sınmda TSK'mn milli meselelerle uğraşan bu şube- sine dair fazla bir malümata tesadüf etmedim.

Milli dil meselesinin hakiki mahiyeti

1945 senesinde Sovyetlere şayanı esef bir şe-

kilde teslim edilmiş olan bu Kazak mühendisinin bana verdiği bu malümat müteakip hâdiselerle te- yid edilmiştir. Sovyetler Birliğindeki Türk kavim- lerinin dil ve tarihleri meselelerine Sovyet ve mu- hacir basınında bir çok eser ve makaleler tahsis e- dilmiştir. Sovyetlerde çıkan eserler meyanında Tür- kistan kavimlerinin dil ve edebiyatı meselesinde baş mütehassıs sayılan Prof. N. A. Baskakov'un «SSSR'de Türk kavimleri, onların edebiyatları ve edebi dillerinin inkişafı» ünvaniyle neşrettiği eseri (Voprosı Yazıkoznaniya, 1952) dir ki .Dr. Stefan Wurm'in bir makalesiyle birlikte G. E. Wheeler ta- rafından İngilizce olarak bugünlerde neşredilmiştir. (The Turkish Languages of Central Asia: Problems of Planned Cultural Contact.) Bunlardan anlaşıldığı gibi mahalli edebi dillere ancak propaganda ve ay- zamanda yerli kavimleri ruslaştırma siyaseti için bir âlet olarak ve muvakkaten kullanılan bir âlet olarak bakılmaktadır. m ;

ME

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 203

Diğer Müslüman kavimleriyle omüşterek olan kelimeler 1926 senesinden başlayıp, tedricen ve plânlı bir surette uzaklaştırılmakta, yerlerine Rus- ça kelimeler yahut ancak muvakkaten kullanılan mahalli uydurma kelime ve ıstılahlar geçirilmekte- dir. Yerli dillere geçen rusça kelimeler, evevlce : bu kelimelerin yerli dillerin âhengine uydurulmuş şe- killerinde bırakılıyordu. Biraz sonra bu usul ancak bu yerli şivelere Çarlık zamanında geçmiş olan ke- limeler için câiz görülüp, Sovyetler zamanında geç- miş olan rusça kelimeler için başka ve ayrı hukuk kanunlaştırıldı. Buna göre Sovyetler devrinde ka- bul olunan rusça kelimeler muhakkak Rus telâffu- zuna ve imlâsına göre yazılıp okunacak ve söylene- cektir. Bu yoldaki yeni bir inkişaf ise yakında me- halli gazetelerde (meselâ «Kızıl Kırgızistan» 6. 6. 1953) ilân olunan kaidedir ki buna göre Çar zama- nında yerli Türk lehçelerine geçen rusça kelimeler dahi «hemen ve mutlak» Rus imlâ kaidesine ve te- lâffuzuna göre yazılacak, okunacak ve söylenecek- tir. Milli dillerin plânlı olarak ruslaştırılması işi şimdi yavaşça ve geniş çapta bu dillerin nehiv (sen- taksis) hususlarma da teşmil edilmektedir. o «Mo- dernleştirme» şiarı altında yerli dillerin bünyesine tecavüz tertibatını Sovyetler kendilerine oOkomşu memleketlerdeki Türklerin dillerine tatbikini de «dostları» ve «hayırhahları» (soçuvstvuyuşçiye) va- sıtasiyle propaganda ettirmekte ve bir modem yer- li meta şekliyle ileri sürmektedirler. Yakın seneler- de «benimsenmiş» olan Şarki Türkistan (Sinkiyang) ın yerli diline karşı da Sovyetler eski müstemleke- lerindeki dil siyasetini tatbik etmektedir. Şimdi o- rada da «yeniden ıslah olunan Uygur edebi dili» e- sasına yerli ahali ekseriyeti tarafından yadırganan

N

204 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bir lehçe alınmaktadır ki, bu sayede bu dil diğer Türkistan sun'i mahalli edebidi dillerinden büyük bir'fark arzedecektir. Çünkü Bolşeviklerin pek doğ- ru olarak anladıkları gibi, dil ve sanat milletlerin medeniyet ve ruhlarını inkişaf ettirmek için olduğu kadar onları soysuzlaşdırmak için de başlıca amaç işini görmektedir. Dil, tiyatro ve radyo, Sovyetlerin başlıca binek atlarıdır.

© Sovyetlerin «yerli kadroları», «tenvir» ve «darbeli

imar» siyasetleri hakkında köylü muhacirlerin sözleri :

Sovyetlerin Türkmenistandaki imar siyasetleri için petrol istihsal merkezi olan Neftabad şehrinden İran'a geçen bir köylü şahidin ifadeleri vardır. Bu- na göre buradaki Sovyet siyaseti aynı Kazakistan- daki siyasetin ta kendisidir. Yeni muhacirler arasın- da yüksek tahsil görmüş yahut Ferganede Şurab, Kızılkaya, Türkmenistanda Bayramelide mühendis mektebi; Aşkabadda Türkmen teknikumu, Ayagöz ve: Kızılavrattaki demiryolu mektepleri gibi: sanat mekteplerinde tahsil etmiş, keza traktör ve montaj istasyonlarında ve «selmaş» denilen köy makine is- tasyonlarında çalışmış olan kimselere rastlıyoruz. O halde biz «kadro yetiştirmek» hususunda Sovyet- lerin yazdıklarını ve söylediklerini dahi kontrol e- debilecek vaziyetteyiz. Hemen söylemek icap edi- yor ki, bu mekteplere yerliler,- resmen olmamakla beraber, yine fiilen tahditle alınıyorlar, bir çok yer- lerde bu mektepleri ikmal edenler mütehassıs ame- le değil, «kara işçi» olarak çalıştırılıyorlar. :

Köylü muhacirler Sovyet siyasetini kısa fakat şe'ni olarak tavsif ediyorlar. Bunların bu tavsifleri

men

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 205

ortalama Türkistanlılarda. sağlam fikir hâkim oldu- gunu gösterir. Bunlardan. biri, Bahtı şehrinin ve Doğu Kazakistanda Bukhtarma hidroelektrik istas- yonu inşasında çalışmış ve nihayet, Türkiye'ye gel- miştir. O diyor ki, «Onlar (Bolşevikler) posta uçak- larından her gün birkaç kilo (pud) ağırlığında ga- zete atıyorlar, fakat onları kim okur? Bize gazete okumakla ne çıkar, biz yalnız soruyorduk: neden bunlar (yâni Hür Dünya) Japon'lara attıkları o bombaları onlara: (Bolşeviklere) atmıyorlar? Onla- rın (yâni Bolşeviklerin) silâh, uçak, casuslar ve Çin- lilerden başka hiç bir tarafları yok. İşte halk düşü- nüyor, yoksa onların (Bolşeviklerin) dediği gibi gerçekten de bu Allah yok mu? Onlara gazeteleri yahut satılık «çarcı> ları (o (yâni propagandacıları) değil, milletin ümitsizliği yardım etmektedir. Onlar on ise, biz onbiniz, fakat onlara karşı bir yapmı- yoruz.» Kendisine «Türkistan halkı acaba Afganis- tan yahut İran gibi komşu ve kardeş kavimlerden yardım gelmesini ummuyorlar mı?» sorusuna bu köylü şöyle bir cevap vermiştir: «Hayır, çünkü dün- yadâ bir tarafta onlar, bir tarafta bunlar var, bunu bilmeyen yok; ya onlar yaşar, ya bunlar, bunu bil- meyen yok. Yalnız onlara esir olmayanları koruyun diye dua ederler, çünkü onlardan kaçanlara da sığı- nacak yer ister.»

Bu adamın dediği bu onbinler şimdi, Afganis- tan, Pakistan, İran, Hicaz ve Türkiye'de dağınık hal- de bulunuyorlar. Yalnız Hicaza iltica edenlerin $sa- yısı 1800 e vâsıl olmakta olduğu söyleniyor. Gazete- lerde (meselâ The Times, 24.6.1954) bu günlerde sık ismi geçen Suudi Arabistan'ın Hamassadaki memu- ru <Türki İbn İşan» ve maiyetini teşkil eden 40 kişi de, işittiğimize göre, hu muhacirlerdenmiş. Bu nevi

.

206 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

muhacirler kendi seviyelerindeki omü'min Müslü- manlarla güzel anlaşıyorlar ve muvaffakiyetle geniş ölçüde propaganda yapıyorlar.

Bu yeni muhacirler Sovyet tedbirlerinin «dar- be» mahiyetinde yapıldığım söylemekte omüttefik- tirler. Onlara göre: «Sovyetler acele ediyorlar, yol- lar yapmakta olsun, fabrikalar. kurmak ve yeni Rus köyleri, Rus kolhozları tesis etmekte olsun hep hız- la ve acelelikle görüyorlar. Kendileri biz bunu, Amerika'yı geçmek için yapıyoruz diyorlâr. Fakat onların diğer maksatları var, onlar en kısa bir Za- man zarfında bizim memleketimizi Rus muhacirleri ile doldurmak istiyorlar. Onlar hiçbir şeyi bizim i- çin bina etmiyorlar, ötekiler için yapıyorlar ki, bin- lercesi aileleri ile birlikte demiryolu istasyonları civarlarında ve biz Müslümanların evlerinde yaşa- sınlar.» Önce Sovyetlerde mühim memuriyetlerde bulunan, dolayısiyle memleket dahilinde çok gezmiş ve çok görmüş olan Ferganeli bir Özbek bugün Mek- ke'de yaşamaktadır, o şimdi komünizmden çok uzak inanmış bir Müslümandır, geçen sene İstanbul'a gelmişti. O bana şu sözleri söyledi: «Sovyetlerin ruslaştırma siyasetleri müthiş bir ısrarla, can sıkıcı bir sokulganlıkla ve kurnazca hareketlerle yapılı- yor. Zamanla pek de bâriz olarak açığa vurulan bu Rus karakteri bizim eskiden dost gördüğümüz . Rus arkadaşlarımıza karşı dahi bir nefret hissi uyandı- rıyor. Demek bunlar hiçbir zaman samimi değildi- ler. Bu yüzden bizim çocuklarımız dahi Rus dilini, bu dile karşı vaktiyle bizim yaptığımız gibi bir sev- giyle öğrenmiyorlar, bu yüzden bizim çocuklarımız mekteplerde çok geri kalıyorlar.»

Yeni gelen bir Türkmen muhaciri oTahran'da yaşamakta olan bir tanıdığımıza yeni kanalların in-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 207

şası esnasında Bolşeviklerin yerliler üzerinde yap- makta oldukları mezâlim ve keyfi hareketlere dair müthiş şeyler söylemiştir. Onun dediğine göre, hu- dud tanımayan bir diktatörlük bütün bir milleti hızla felâkete sürüklemektedir. Türkmenistanda ye- ni inşa edilmekte olan kanallar üzerinde yüzbinler- ce yeni Rus muhaciri yerleştirilirken halkın buna karşı koymâması imkânsızdır. İşte 6 gün, Türkmen- ler Rusya'nın başka yerine nakledileceklerdir. Mü- nevver Türkmenler bu acı hâli dehşetle beklemek- tedirler. Çar zamanında Türkmenistanda ancak tek bir «devlet çiftliği» vardı, o da «Murgab devlet çift- liği» idi. Bu çiftliğin müdürü Murgab nehri suyun- dan istifadede keyfi hareket ederse Türkmenler Taşkentteki valilumumiye, hattâ Petersburg'a gidip şikâyet edebiliyorlardı. Şimdi ise tekmil Türkistan tek bir devlet çiftliğine dönmüştür ki, bunun Mos- kova'da oturan müstebit müdürü insanla hayvan arasında fark görmüyor, keyfi hareketlerinden şikâ- yet edilebilecek başka bir büyük de yoktur.

Rus vilâyetlerine gönderilen ve giden münevverler

Münevver Türkistanlılar vatanlarında milli his- siyatlarıı yüzünden takip olunuyorlar, bunlardan ciddi bir faaliyette bulunmıyanlar dahi ihtiyat ted- biri olarak sürgüne gönderiliyorlar. Bu'nevi mü“ nevverlerin karakteri zayıf olanları Rusya içerisin- deki uzak vilâyetlere sürülmesi sonunda kalm Rus muhiti içinde kaybolacaklarını bildikleri halde ora- larda kendilerini milliyet yüzünden takib eden ol- madığı için oralarda kalıyorlar. Zaten Rusların is- tedikleri de budur. Halbuki münevverlerin ekseri- yeti ne kadar takibata uğrarlarsa uğrasmlar, vatan-

N

208 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

daşları. yanında kalmayı, sürgün müddeti bitince tekrar vatanlarına dönmeyi, tekrar nefyedilip, tek- rar dönmeyi tercih ederler. Umumiyetle şehir . ve köylerdeki bütün mukavim unsuru sürgüne gönder- mek usuldendir. Bu tedbirlerle bugün milletleri kaynatmak için' bir «Sovyet kazanı» hâline getiril- mek istenen Türkistanda pişmeyen unsurlar yok ediliyorlar. '

«Bâkir araziyi benimseme» siyaseti

Sovyetlerin, iktisadi tedbirler perdesi altında geçirmekte oldukları tedbirlerin son safhası, Rusya Komünist Partisi icra komitesi (TSKP) nce sene 2 Mart oturumunda kabul olunup 31 Martta tekmil Türkistan gazetelerinde münteşir geniş hü- kümet izahları ile tatbikata konulan «işlenmemiş bâkir arazi'nin benimsenmesi» kanunu ve onunla başlânan muazzam hareketlerdir. Mayıs 11 de «Pravda» Kazakistanda 6.300.000 hektar yerin «dar- be usulü» ile iki senede «benimseneceği» ni, 16.000 traktörün ve 50.000 makinistin yâni makineli Rus muhacirlerinin hemen gönderilmekte olduğunu yaz- dı. Parti genel sekreteri Khruşçev bizzit kendisi Xa-

zakistan. başkenti Alma-Ata'ya uçakla hareket ede-

rek bu «darbeli» tedbirleri yoluna koydu. Araziyi binlerce senelik sahipleri elinden «darbeli» surette alarak Rus muhacirlerine «benimsetmek» işi, komşu cumhuriyetlerde ve altıncı «Beşyıllık plân» devrin- de belki. tatbik olunmıyacak, fakat oralarda başka bir şekillerde yapılacaktır. Özbekistanda pamuk e- kim sahası 1954 senesinde 1.148.000 hektara, 1956 da ise 1.358.000 hektara; Türkmenistanda aynı pamuk ekim sahası 180.000 hektara, 1958 de ise 230.000 hek-

e

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE (—| 909

tara çıkarılacaktır, 1952 de, tertip edilen «ağroles» (ziraat ve ormanlaştırma) projesine göre, Amuder- yâyı Hazar deniziyle birleştirecek (olan «Büyük Türkmen kanalı» üzerinde 8.441.000 hektar yer İs- kân eidlecek ve buraya Sovyet bilginlerinin tayini- ne göre, 12.000.000 göçmen, yâni Rusyalılar yerleş-

tirilecektir. Şimdi bu plân gayrımuayyen bir zama-

na bırakılmıştır. Fakat onlar Oo plâna gecikmeden dönmek niyetindedirler. Sovyetler Cenubi Türkis- tan'da yine «darbeli şekilde» yeni bir «Karakum Kanalı» inşa etmektedirler, «Türkmenistan Ulüm Akademisi» bu 1954 senesinde Murgab ve Tican Ssa- hasında ayrılacak olan 400.000 hektar yerin plânla- ile meşgul olmakla tavzif edilmiştir. («Komünist Tacikistan», 30. 3. 1954.) Demek Kazakistan'da doğ- rudan doğruya Rus muhacirleri eliyle benimsenen «Bâkir yerler.» Türkmenistan'da şimdilik Akademik yollarla tahakkuk ettiriliyor. Tacikistan ve Kırgı- zistan için de buna benzer «benimseme plânları» tertib edilmiştir.

Komşu ülkeleri istilâ hazırlıkları

Sovyetlerin, Moğolların ülkeleri de dahil olmak üzere, Ortaasyada tatbik etmekte oldukları milli si- yasetlerinin gelişmesini öğrenmek, fikrimce şu hu- susları belirtmektedir: ,

Evvelâ Sovyetler, Ruslardan ve onların boyun- duruğunda bulunan ve fikirlerince boyundurukları altına girmeleri mukadder milletlerden umumi dil- leri rusça, fakat etnik hususiyetleri silinmiş (diseth- nisiert) yeni bir tip insan yetiştirmeyi, az meskün, fakat stratejik bakımdan mühim yerleri bu halita

4.F,

N

210 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

unsurlarla iskân ederek kendilerinin Asya'da hâki- miyetlerini temin etmeyi kat'i olarak kararlaştır- mışlardır. Onların az meskün ve Türkistan'a kom- şu dış ülkeleri işgal etmek ve bunları Türkistan'da hızla vücude getirecekleri halita milyonları ile is- kân etmek ve Sovyetleştirmek hakkında muayyen plânları muhakkak ki vardır. Türk dilinin soysuz- laşdırılması ve parçalanması gibi İran ve Arap dil- lerinin parçalanması hakkında da plânları vardır. Bir âlim olduğu kadar devlet adamı olan İranlı Ta- kizâde farsçayı Saadi ve Hafızın dilinden ayırma tedbirlerine karşı vaziyet almıştır ki, bu yolun yol- cuları «Tüdehciler» dir, Yakında Prof, V. Gordlevs- ki adına neşrolunan bir armağanda Arap dilini mü- teaddid edebi dillere ayırmanın plânını («Arap âle- minde edebi dil ve yazı ıslahı meseleleri») görüyo- ruz. Sovyet dostu bir Amerikalı âlim John de Fran- cis ,Çin dilinin ne gibi müstakil edebi dillere tak- sim etmek ve bunu Çin komünistleri eli ile tahak- kuk ettirmek hakkındaki plânlarını bize mufassa- lan anlatmaktadır. (Nationalism and Language Re- form in China, 1950). Sovyetler, Garbi Çin İslâm- larm, <Düngenler»in dili için de Rus alfabesi esa- sında bir Siril alfabe işleyip «Sovyetskaya Etnog- rafya» nın bu seneki Haziran nüshasında ilân a ler. Demek din farkından istifade ederek bu Müslü- man Çinlileri ötekilerden daha evvel kendi Rus kül- türü camiasına katmışlardır.

Bir Müslüman muhacirinin komşu Müslüman kavimlerine ihtarı

Şimdi Sovyetler, Sinkiyang ve Tibet'de yerleş- tiler. Türkistan'da istilâ ve iskân orduları yetiştirir-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE öl

ken, bunlar bilhassa Türkmenistanda yerleştiril- mek isterken, bu milyonlarla Afganistan ile Şarki İran'a yayılmak gayesi güdüldüğü aşikârdır. Fakat İslâm âlemi Sovyetlerin bu müthiş plânlarını tedri- cen olsa dahi öğrenmeğe başlamıştır. muhacirlerden birinin İslâm milletlerine hitaben yazdığı bir yazıda ezcümle şu sözler bulunmakta- dır: «Geçen asırda Ruslar İngilizleri bertaraf ede- rek İslâmm en eski merkezleri olan Buhâra, Se- merkand, Curcaniye (Horezm) ve Merv şehirlerini işgal etmişlerdi. Şimdi ise İngiliz ve Amerikalılara rekabet ederek ikinci işgal hattı kurmak istiyorlar. Onlar bu işlerinde müttefikleri olan Çinlilerden de istifade edecekler, Eğer onlar bu ikinci hattı da iş- gal edip Belh, Herat, Nişabur, Rey (Tahran), Teb- riz ve İstanbul gibi merkezleri ellerine geçirecek olurlarsa İslâm âlemindeh ne kalacaktır? Ruslar ke- lime-i şehadeti açık söylemek hakkımızı elimizden almışlardır. Bu kelime yazılan Arap harfli bir kâ- ğıd bir Müslümanm cebinden çıkarsa, yahut evinde taharriyat esnasında bulunursa bu Müslüman ölüm yahut sürgün cezasına çarptırılmaktadır. İmam Bu- hari'nin, Maturidi'nin, Zahireddin Marginani'nin ve Ebu Bekr al-Şaşi'nin, Farâbi ile İbn-Sinâ'nın vatan- larında: Allahın ismini söylemek yasaktır. Rusya'da yaşayan milletler için milli vatan tanımamak, malı mülkü gasbetmek, ev ve toprağı devlete maletmek bu Deccallara milyonlarca insan kütlelerini, ev bar-

okından mahrum aileleri sizin memleketlerinize kısa

bir zaman zarfında göç ettirmek imkânım verebilir. Nasıl onlar bizim memleketimizi böyle işgal etmiş- lerdi. Bir tarafı Cehennem olan Deccalm diğer tara- Cennet olduğunu ve insanları bu tarafı ile aldat- tığını bunlar pek iyi öğrenmişler, Başlıca Rus mu-

Müslüman.

N

212 YÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

hacirleri için inşa ettikleri Fergane ve Stalin Ka nalları bir Cennettir. Dışarıdan getirdikleri Müslü- manlara burasını gösterirler, burada bunların ras- ladıkları her yerli İslâm bizim hayatımız Cennet hayatıdır, dünyada bizden mes'ud kimse yoktur, di- ye söylemek mecburiyetindedir. Halbuki pamuk için tahsis edilen bu yeni kanalları imar için bunlar rın arkasında binlerce sene devam edegelen mâmur sahalar, meyva bahçeleri, tarla ve kanallar tahrib edilmiştir. Bu kısmı Cehennemdir ki onları sizlere göstermezler. İkinci Cenneti Taşkent şehridir, Di rada Rus nüfusu son senelerde evvelkinin beş misli artmıştır, fakat Rus sokaklarına sizlerden gelen zi- yaretçileri aldatmak için Müslüman isimleri ver- mişler, Bir iki cami de bırakmışlar. Tayyare mey-

danları, Üniversite ve tiyatro sabunla yıkanmış gi-

bidir. Dünyanın en kuvvetli radyolarından olan 'Taşkent radyosundan Hind, Arap, Fars, Çin v.b. dil- lerde burasının Cennet olduğunu söyleyen nutuk-

ıar bütün gün ve gece söylenir. Halbuki bu şehirde-

ki bütün dindar ve milliyetçi insanlar sürülmüş, şehrin etrafında kömür madenleri ve fabrika saha- ıarındaki tekmil Müslüman köyleri yıkılmış, herke- sın arâzi ve meskenleri ellerinden alınmış. Camiler- den eser yok. İşte buraları Cehennemdir. Onları elbette gelenlere göstermezler.»

İşte Sovyetler Billiğindeki İslâmların dine da- i

yanan hissiyatı budur. Diğer Müslüman kavimleri dahi kendi ülkelerinin işgal tehlikesine maruz kal- dığını müdriktirler, çünkü Bolşeviklerin okendileri buna inanmakta ve plânlarını açıkça yazmaktan ve söylemekten deçekinmemektedirler.

aye sezer eee amman

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 213

AÂsyadaki gelişmeler karşısında Sovyetler artık serbest değiller

Sovyetlerin Orta Asyada tatbik ettikleri milli siyaseti öğrenme neticesinde aydınlanmakta olan .diğer hakikat da, Çin ve Tibet'in ve Cenubi Şarki Asyanm bâzı kısımlarının Sovyetleşmesi neticesin- de Moskov Sovyetlerinin —kendilerince önceden görülmemiş bir çapta— Asya işlerine karışmış ol- malarıdır. Onlar artık bundan geri dönemezler. On- ların elleri artık serbest değildir. Onlar ancak bü- tün stratejik noktaları tahkim etmek mecburiyetin- dedirler, Eğer XIII. asırda Moğollar Çin'i Moğolis- tan'daki Karakurum'dan idare edemedilerse, Sov- yetler de Uzak Doğu ve Cenubi Asya işlerini Mos- kova'dan idare edemiyeceklerdir. Onlar orada, As- .yanm kendisinde, onun göbeğinde, başında bu- lunmalıdırlar. Asyada hâdiseler şimdilik onların le- hine dönüyor, çünkü Asya kavimleri artık Garp sö- mürgecilik sistemine tahammül edemiyorlar, Bu vaziyetlerden istifade ederek emellerini tahakkuk ettirmek isterlerse, bugün Kızıl Çin'in eli ile tuttuk- ları «Asya Asyalılar içindir» şiarının tehlikelerini de önlemek için, siklet merkezlerini Türkistan'a ve Yakın Şarkta muvaffakiyet (kazanacak gibi görü- nürlerse, Kafkasya'ya nakletmek yolunu tutacak- lardır. Milletlerin hak ve hukuku onlar için bahis mevzuu olamaz, çünkü ancak kendi dâvalarının kudsiyetine inanırlar. Her halde Asyada Komüniz- mi.tam olarak tahakkuk ettirmek onlar için son de- rece câzip bir keyfiyettir. Eğer Sovyetler kafalarını bir yerde, kayalara çarparak parçalamazlarsa, onlar Çimi kendi ellerinde sıkı tutmak isteyeceklerdir. Çin ve Hindistan gibi nüfusu kesif olan ülkeler için

214 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Sovyet akvam halitasının tehcirinde korkulacak bir yoktur. Amerikalılar Sovyetleri harp dolayısiyle silâhlandırmakla çetin bir vaziyete düştülerse, Sov- yetler de Uzak Doğu dâvaları dolayısiyle Çinlileri teslih etmekle kendi başlarına bir belâ almışlardır. Çinliler yalnız silâhlanmadılar, savaşçı bir millet o- larak ortaya atılıyorlar, hiç olmazsa onlara bu gu- rur gelmiştir. Sovyetler, Asya hâkimiyeti işinde © bunları kuvvetli bir rakip sıfatı ile karşılarında b:

lundurmamak için Moskova'nın «büyük birader» s1- fatı ile müdahalesi yolunu tutacak, Sinkiyang ve Dış Moğolistan gibi yerleri ellerinde bulundurarak onları elden kontrol imkânını vermemek isteyecek- lerdir. Sinkiyang'da demiryolları yapılırsa dahi, bu yol sahalarının Çinliler tarafından iskânma imkân vermeleri şüphelidir, çünkü mantıki düşünce onla- ra buralarını kendi iskân ve tehcir plânlarını tatbik için ellerinde bulundurmak lüzumunu gösterecek- tir. Nasıl ki Düngenleri de öteki Çinlilerden ayrı- yorlar.

«Bâkir araziyi benimseme» siyasetinin Sovyetlerin umumi Asya siyasetlerindeki yeri ve mâhiyeti

Sovyetlerin Asyadaki müstakbel rolleri hak- kında bu gibi düşünceler ne derecede doğru olur, bundan sarfınazar, bizim için şüpheden âfi olan bir keyfiyet vardır ki, o da «işlenmemiş bâkir arazinin benimsenmesi» yolunda tekmil Sovyetler Birliği mikyasında yapılmakta olan seferberliğin arkasına gizlemek istenen büyük plânlardır. 13 milyon hek- tar yerin «darbe şeklinde» iki senede işgal ve iskâ- nını hedef edinen, Moskova'da, şenlikler ve Rus mil- leti için tarihin en büyük günü diye tavsif edilen,

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 215

üniversiteler, gençlik. seferber edilen bu muazzam işin ilk hedefi Başkurtlar, Kazaklar ve Buryat - Mo- ğollar olmaktadır. Sovyet Vükelâ Heyeti tarafından kabul olunup 30 Martta ilân olunan bu «benimse- me» talimatında, bu işde «güzel bir başlangıç» ol- olmak üzere Mart ayının ilk üç haftasında Kazakis- tan hükümetinin 100.000 hektar, Başkurdistan hü- kümetinin, aynı müddet zarfında, 160.000 hektar ve Buryat - Moğol muhtar vilâyet hükümetinin de 100 000 hektar arazisi yerli ahali elinden çarçabuk gas- bedilivermesi zikredilmiştir. Başlıca Türkistan'da cereyan etmekte olan bu, tarihte emsalsiz, gasb hâ- diseleri Sovyet dış propagandalarında güya Sibir- ya'da ve Don taraflarında da tatbik olunmakta olan iktisadi tedbirler olarak ve «ziraat sahalarının ge- nişleştirilmesi» şeklinde tavsif olunmaktadır. Buna The Times gazetesi dahi (9 Haziran 1954) sadece i- nanıvermiştir. Hattâ bu Sovyetlerin köylüleri kol- lamak gibi siyaseti, güya Khruşçev'un temsil et- tiği yeni bir siyasetmiş gibi mânâ verilmektedir... Halbuki bütün bu «bâkir toprakları benimseme» se- ferberliği Sovyetlerin cihan mikyasındaki siyaset- lerinin yeni bir cilvesi olup bilhassa Asya mesele- leri bakımından başta gelen büyük tedbirleridir.

Sovyetler bu siyaseti daha 1929 - 1930 da tatbi- ka başlamak istemişlerdi. Bunun yürütülmediğini burada Prof. W. Poletika izah ettiler, İhtimal o se- nede bu tedbirlerin durdurulması Stalin'in müdaha- lesi ile olmuştur. Herhalde bu muazzam plânlar, şimdi Kazak, Başkurt ve Buryatlarm elindeki ara- ziyi bir harp vaziyeti gibi, fevkalâde bir şeraitte iş- gal.etmekle başlanmıştır. Uzak istikbal için Obi ve İrtış nehirlerini Aral gölü ile, Amuderyayı Hazar denizi ile birleştirecekleri mutasavver kanallara

Ni

216 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bağlanan bu plânlar 1954 - 1958 seneleri, demek ©- lan «Altıncı beş yıllık plân» devrinde Kazak, Baş- kurt ve Buryat isimleri ile adlanan cumhuriyetleri beş sene sonra bu kavimlerin adları ile adlandırma- «artık lüzumsuz» yapmak hedefini gütmektedir. Her halde Garbi Kazakistan vilâyetlerini o(Büke- yorda, Ural, Turgay vilâyetlerini) Alma - Ata'dan idare eden bir cumhuriyete bağlamayı lüzumsuz kılmak günün meselesidir.

İşte Bolşeviklerin plânları böyle. Acaba Orta Kazakistanda ziraat hayatının inkişafına bugüne kadar tarihte her vakit engel olan tabii şartlar, er- ken basan soğuklar ve kırağı (Kırav) Sovyetler ta- rafından değiştirilebilir mi? Sovyetler suhünet de- recesi sıfır altında 50 ve üstünde 50 arasmda dola- şan Orta Kazakistan (Arka) iklimini atomla değiş- tireceklerini, İrtışın kuzey istikâmetindeki yolunu Çin seddi gibi barajlarla değiştirerek nehri Hazer denizine sevketmekle iklimi mülâyimleştirecekleri- ni ve tam Moskova iklimine çevireceklerini söylü- yorlar. Bu hususta söz söylemeyi mütehassıslarına bırakıyorum. Yalnız Sovyet milli siyasetinin Tür- Türkistan'da açığa vurulan bu yeni cilvesi bu ülke- de milli münasebetlerin son derece gerginleşmesine sebeb olacağı aşikârdır.

İslâmiyet ve «Müslüman komünistler»

Burada ben bir de içtimai bir âmil sıfatı ile İs- lâmiyet hakkında bir kaç söz söylemeyi lüzumlu bu- luyorum. Ben 1929 da, hattâ 1942 de yazdıklarımda, İslâmiyetin Türkistan'da, Kafkasya'da ve İdil saha- sında Müslüman kavimlerinin milli mevcudiyetle-

rini muhafazada bir dayanç olmak kudretini kay-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 217

betmekte olduğunu zannetmiştim. İkinci Cihan Har- binden sonraki hâdiseler bunun aksini göstermiştir. İdeoloji bakımından Sovyetlere kalben bağlı ve on- lara minnettar olmaları icabeden Türkistanlı «Sov- yet münevveri» artık sağlam bir yapı sayılıyordu; fakat İkinci Cihan Harbinden sonra Rus Komünist- lerinde yüz gösteren ölçüsüz gurur ve onların yerli- lerle muamelede gösterdikleri pervasızlık ve «Nats- men» yâni «milli ekalliyetler»e karşı hatır sayma devri tarihe karıştı diyerek ekalliyet komünistleri- ne nazaran da değişmesi, Müslüman «Sovyet mür- münevveri»nin Sovyetlerle münasebetini kat'i ola- rak sarsmıştır, Yakında Rusya'dan ayrılmış olanlar- dan öğrendiğimize göre, bu harp sonrası ancak Müs- lüman bir camiaya mensup olmaları yüzünden ezi- yet çeken Komünistlere, İslâmiyet büyük bir mâne- vi tesliye vasıtası olmaktadır; halbuki daha birkaç sene önce Partinin heyecanlı âzaları olan bu zevat bugün dahi dinsiz kalmaktadırlar, İslâmiyetin, vic- dana tazyik ve işkencelere karşı . koymaktaki salâ- betini bu dine ait tetkikatta bulunan bugünün Garp âlimleri (Fransızlardan Pilligrin, Buhrer ve Andr& ve İngilizlerden Prof. Â. Guillaum) de kay- deder ve dolayısiyle Türkistan'daki Sovyet tatbika- tını ve İslâmiyetin gösterdiği metâneti de zikreder- ler. İslâmiyet Sovyet şeraitinde dahi, kendisinin e- lâstikliğini ve şeraite uyarak mukabelede bulun- mak istidadını göstermektedir,

«<Rusya'da yerleşen cihan komünizmi»nin «Rus» siyasetinden farklı cihetleri

Ben, geçen sene Amerikan Komitesi tarafından toplanan Konferansta Sovyetlerin Türkistan Müs-

N

218 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

lümanlarının belkemiklerini nihai olarak kırdıkla- rına dair inançlarında yanılmakta olduklarını söy- lemiştim. Bu sene o fikrimi bir defa daha teyid et- meliyim. Sovyetler «öküzü boynuzundan yakala- mak» denilen Rus taktiğine sarılmakla kendi kud- retlerini ve yerlilerin belkemiğini nihai olarak kır- mış olduklarına dair düşüncelerinde yanılmış olduk- larını anlamış görünmüyorlar. Bu sene baş vurduk- ları bu fevkalâde tedbirler bunu göstermektedir. Her halde Sovyetlerin bu «Bâkir toprakları benim- seme» plânları ve seferberlikleri asıl Rusya'da ve Sibirya'da işlenmemiş bâkir topraklara daha pek geniş ölçüde mâlik olan Rus milletinin ihtiyaçla- rından doğmuş değildir. Bu tedbirler Sovyetlerin tarihinde emsali bugüne kadar görülmemiş olan bir stratejik adımlardır ki, bunu Rusya'da yerleşmiş o- lan Cihan Komünizmi dâvacıları orta koymuşlar- dır.

Orta Asyada Sovyet imar siyasetinin Batıdaki yanlış akisleri

Bu tebliğimin sonunda Sovyetlerin geri kalmış Asya milletleri arasındaki faaliyetlerinin omüsbet bir hâdise olduğuna dair asıl Sovyetlerin kendile- rince uydurulmuş fikirlerin Garp matbuatmda u- yandırdığı yanlış akislerden ve bilhassa Orta Asya- daki hayatı öğrenmeğe tahsis edilen eserlere geçen

cihetlerinden bahsetmekten kendimi alamıyorum.

İngiliz yazarı W. Mc Kenzie Penter'in İngiliz Krali- yet Orta Asya Cemiyeti mecmuasında «Sovyetlerin Türkistanı imâr yolunda elde ettikleri muvaffaki- yet bir yabancı ekalliyetin çok geri kalmış bir ek- seriyet muhitinde, bu muhit pek cüz'i işbirliği yap-

A A

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 219

sa dahi, büyük neticeler elde edebileceğini gösteren bir hâdisedir» şeklindeki sözleri; Conolly, Hold- worh Wilhelm gibi zevatın ondan biraz daha önce Orta Asyada Sovyetlerin faaliyeti mevzuuna dair yazdıklarının hemen hemen aynıdır. Aynı fikirler İngilizlerin «Orta Asyayı Tetkik Merkezi» nam mü- essesesinin direktörü Wheeler'in geçen hafta inti- şar eden bir yazısında da tekrarlanmış bulunmak- tadır.

Bu yazıları dolayısiyle şu sual hatıra gelir: Eğer Sovyetler, eski medeniyetlerin inkişaf sahalarında Afganistan, İran ve Irak'ı herhangi bir zamanda ele geçirmiş ve orada da demiryolları, kanallar ve trak- tör istasyonları kurmuş olsalardı zikri geçen İngiliz müellifleri Sovyetlerin bu ülkelerdeki faaliyet ove başarıları hakkında aynı Türkistan hakkında yaz- dıklarını yazar mıydılar? Eski Greko-Baktriya, İran ve Mezopotamyanm bâzı vilâyetlerinde ahali mua- sır tekniği benimseme hususunda Özbeklere yahut Tatarlara nisbetle çok geridirler. İngiliz yazarları- nın bu mütalâalarmda bir parça olsun gerçek var mıdır? Bu meselede doğru ile yalanı ayırt etmek za- ruridir. Orta Asya Müslüman kavimlerinin «hüner» diye adlandırdıkları modern tekniğe muhalif olduk- larına dair düşünce doğru değildir. Bu ülkelerde modem teknik ve silâha karşı gösterilen derin alâ- kayı 19. asrın ilk yarısında Kâbil ve Buhara'yı ziya- ret ederek bu modern tekniğin âşıkları Emir Dost Muhammed ile Hekim Bek'in fikirlerini aksettiren Alexander Burns ve Hindli Mir İzzetullah'dan son- ra yine müteaddit zevat yazdılar. Buhara'nın kendi- sinde hükümdarlar tarafından getirilen 17 - 18. asır Hollanda haritaları koleksiyonu bulunmuştur. Ül kelerini istilâ etmekte olan Avrupalıların faikiyeti-

Ni

220 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

nin sırrı modern teknik olduğunu ve mukabelenin de ancak onu benimsemek olduğunu bilmeyen dev- let adamı yoktu, yalnız bu tekniği getirmenin yolu

yoktu. Bu keyfiyeti, Hiyva Hanı Muhammed Rahim,

Rus istilâsından, önce İstanbul'dan matbaa getirt- mek isterken bizzat kaydetmiştir. Şimdi petrol Ssa- nayiinin Irakta, İran ve Hicaz'da inkişafı, sanayiin başka nevilerinin Türkiye, Pakistan ve Mısır'da in- kişafı, Müslümanlara eski bir medeniyetin hâmili olmalarını bu yeni sanayi hayatına alışmalarına mâ- ni olmamaktadır, ancak onlara bu işde güvendikleri münevver hemşehrilerinin rehberlik etmesi ve ha- riçten başkalarının engel olmamaları gerekir. Ge- lenlerden öğrendiğimize göre Türkistan ahalisi, ta- rihlerinin bu karanlık günlerinde «hiç olmazsa ço- cuklarımız hüner öğrensin» sözünü kendilerine şiar edinmişlerdir. Ferganedeki yeni kanallar yerlilerin gayreti ile inşa edilmektedir. Birisi bana şöyle de- di: «Bolşevikler ne zaman yaşarlar, bunu ancak Al- lah bilir; fakat öğrenilen hüner daima kalacaktır. Şimdi her yerde ziraat mühendisleri ve şoförler biz- dendir, fakat Bolşevikler bizim uçak ve demiryolla- idare etme işlerini öğrenmemizi istemiyor.» Ma- lümdur ki, eski kültürlerin overesesi, kendilerinin terakkiye engel itiyatlarından (meselâ kadınların umumi işlere iştirakine yol vermemek gibi âdetler- den) ayrılmak için «itme» ve inkılâba ihtiyaçları vardır. Fakat bu için, meselâ Atatürk ve Cinnah gibi milli rehberlerin «itme» leri kâfidir, Bolşevik- lerinki gibi uçuruma «itme» ler değil. Bolşeviklerin «Biz bunların kadınlarını esaretten kurtardık» di- yerek milletlerin inkilâplarını propaganda için is- tismar etmeleri ve buna bâzı Garplıların inanması ancak esefle karşılanmalıdır. Eğer bu işler 1917-18

İkea tamama sea

e

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 221

de olduğu gibi, yerli kavimlerin milli rehberleri e- linde devam edebilseydi, bugün bu kavimler müci- zeler yaratmış olurlardı.

Eski medeniyet bakiyelerinin menfi tarafları

Eski medeniyetlerin bakiyesi olan itiyadlar her şeydenden önce mânevi kültür sahasında, muasır ilmi düşünüşün metodlarmı, metodik çalışma usul- lerini, akribi'yi v.s. benimsemede :muhakkak mâni oluyor. Bu hususta Bolşeviklerin rolü ise ancak menfidir. Onların yerli edebi dilleri tedricen soy- suzlaştırarak çığırdan çıkarmak ve milli kültürleri tedricen tahrip ve imha etmek siyasetleri, Arap ve Lâtin alfabeleri yerine, yerlilerin nazarında çok menfur olan Syril - Rus alfabesini zorla sokmaları, yerli Türkistanlıları Sovyetlerle mânevi kültür Sa- hasında işbirliğinde bulunmaktan omenetmektedir. Buna bir de Bolşeviklerin kendilerinin de pek iyi bilemedikleri ilmi tetkik metodlarını yerlilerin öğ- renmelerine karşı çok kıskanç davranmaları ilâve edilmelidir. Bunu da Prof. Tolstov'un Horezm'deki tetkikatma iştirak etmiş olan bir yerli âlim Taş- kenti ziyaret eden bir İranlı âlime söylemiştir. Ay- sözleri bana 1943 senesinde ifadelerini topladığım

'harp esiri münevverlerden bir kaç destesi söyle-

miştir.

Burada kat'i bir dille kaydediyoruz ki, Sovyet- lerin Türkistan'daki imar işleri yerlilerin «mukave- meti, yahut «az nisbette iştiraki» şartları dahilin- de değil, tam iştirakleri şartları altında devam et- mektedir. Ben daha 1929 senesinde Mısır'da basılan bir eserimde bu iştirakin «ne yapılsa yine memle-

N

222 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ketimizde mal olacaktır» fikriyle ve istekle yapıldı- ğını kaydetmiştim.

Stalin'den sonraki siyasette değişiklik yoktur

Bolşeviklerin Türkistan'daki siyasetleri hep ay- kalmakta, yalnız metod, çap ve taktik itibarı ile, yeni 'tedbirler eskilerinden ayrılmaktadır. 1929 da basıldığını zikrettiğimiz eserimde ben Lenin'in en yakın arkadaşlarından Artium'un bana 1920 de Başkurdistan'da söylediği sözleri nakletmiştim: O bana demişti ki: «Umum Rusya mikyasında çalışı- nız, inkıraza, mahküm olan kavimler için uğraşıp kendinizi üzüyorsunuz; birisi gider, diğeri gelir. Herhangi bir kavme mensup olmanın ne ehemmiye- ti var. Ben de menşe itibarı ile Ukraynalıyım. Rus- ya için 10.000 gibi intelligent'in bertaraf edilmesi- nin ne ehemmiyeti var. Onların yerine biz kuluçka- larda yetiştirir gibi yeni nesil yetiştireceğiz. Biz Kuşka (Afkan hududundaki istasyon) yerinde göğe tırmananlar vücuda getireceğiz. Türkmenlerin ne ehemmiyeti var.» İkinci Komitern Kongresi için «Milliyet ve müstemleke . meseleleri» mevzuu üze- rinde hazırladığı 10 madde hakkında kendisi ile mü- nakaşa ettiğimizde Lenin dahi Artium'unkilere ya- kın fikirleri, yalnız başka ibarelerle, tekrarlamıştı. Bu da bize onlardan vedalaşmadan, ayrılıp gitmek için kâfi gelmişti. Artium ve Khruşçev aynı adam- lardır ve vaziyet de aynıdır.

Hulâsa : Altay - Pamir, Hazer Denizi - Lubnor arasındaki tekmil ülkelerde, insan itibarı ile oldu- gu kadar, iklimce de Moskov ülkesi hâline getiril- mek için, tasavvuru müşkül hamleler yapılmakta- dır. Bu sahalar, komünizmin büyük bir emperyalist

emaye yemen

rem

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 223

milletin maksatlarına âlet olmakta, zirvesine erdiği günleri yaşatmaktadır. Burada milyonlarca yerli insanlar, Garptan ve Şarktan getirilen harp esirleri Çinliler ve Koreliler tahammül fersa çalışmalar al- tında telef edilmektedir. Bu haller insanı bizzarure şu düşüncelere sevketmektedir :

Rus, Çin ve Hind münasebetlerinin istikbali nasıl düşünülüyor?

Şayet Kremlin'in dediği tahakkuk eder, Çin'de olduğu gibi Hindistan'da da Sovyet rejimi ve Ko- münizm yerleşirse acaba bu iki büyük millet bu re- jim ve akide icabı tutulacakları büyüme ve cihan hâkimiyeti amaçlarını aynı Rusların yolu ile tahak- kuk ettirecekler, kendi camialarını çevirecekleri de- mir perdelerin içinde küçük milletleri dev endüstri ve propaganda şartları altında hızla kaynatıp erite- cek ve yutacaklar mıdır? Oralarda da Rusların yap- tığı gibi işler, tabiatle mücadele, onu zorlama yo- lundan yürüyecek midir? Bâzı Çinli ve Hindli ko- münistler, vaktiyle Çek ve Macar Komünistlerinin yaptığı gibi, kendi usullerinin Ruslarınkinden bam- başka olacağını söylemektedirler, Fakat buna hiç inanmamalıdır. Çünkü Komünizmi benimseyen em- peryalizm gibi, emperyalizme intibak ederek ger- çekleşmek yolunu tutan Komünizm de vicdan mef- nını içerek büyüme ve şişme yolu mukadderdir. An- cak ekalliyetleri cebir ve zulümie olsa dahi kendi câmiasma katabilen ve eritebilen büyük insan top- lulukları mes'uddur.

Asya'da istikbalin ancak 1) Rus, 2) Çin, 3) Hind dili ve kültürüne ait olacağına, kalan kavimlerin

a

> 204 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİN ca Zaha dair uriyetinde kalaca gra da

bunlarla kaynaşmak mecb kdr e lar eserim-

bir Rus subayının fikirlerini

kletmiştim. sokma in ve Hindde mütecaviz ve emperyali

ü ragu aşı- yetçilerin Rusların yolu ile gitmek Dz oıdusu kârdır. Maamafih Rusların tam e vi de olan tarihte emsalsiz muazzam plan a ii bir iflâsa da uğrayabilir. Her halde bu gl sbakkak dutsuz gurur hâkimdir ve peni Re ki, #zam ediyor ve karşılarındakileri, e e yunduruklarında bulundurdukları milletle

iyetini küçümsüyorlar. i e siyasetinin Türkistan'd. bunun büyük bir şahididir.

aki tecellisi

No. 1 (Dergi, 1. yıl (Ocak-Mart 1955) M.11

KO A İRİ ERLER

Ye

«SOSYALİZM» PERDESİ ALTINDA ÇALIŞAN SOLCULARA DAİR

1 Türkiye'de sermaye ve işçi teşkilâtı çok yeni olduğundan ve sosyal - Demokrat geleneği da- ha meydana gelmediğinden bizde Sosyalizm ile Ko-

, münizmi ayırt etmek güçtür. Bu ise geniş demago-

jilere yol açmaktadır. Bu, az gelişmiş memleketle- rin çoğunda böyledir. Fakat sosyal adâlet mefküre- sinin hakiki milliyetçilikle samimi olarak bağdaştığı ve Sosyalizm perdesi altında çalışan kızılların bü- yük bir kısmının dış devletlerin hizmetinde olduğu anlaşılınca durum milliyetçi sosyalizm lehine döne- cek ve bu dönüş hiç de müşkül olmıyacaktır.

2 Türkiye'de milliyetçileri birleştiren gaye, ku memleketi bugün mevcut hudutları dahilinde kalkındırmaktır. Fakat bu şiar Solcular için asla kâ- fi değildir, Solcuların, milliyet meselesine bakışları- bunun Rusya'daki tatbikatına göre âyarlıyanları, meselâ Türk dil, kültür ve tarihini bile Türklerin ve Müslüman milletlerin karşılıkla tesirleri (o bakı- mından öğrenmeyi ve öğretmeyi istemezler. Onlara göre İslâm milletleri ve Türk kavimleri ancak son iki cihan savaşı neticesinde meydana gelen ve geti- rilen siyasi teşekkülleri ayrı ayrı, bunlar ezelden münferit gelmişler gibi öğrenilecek ve öğretilecek- tir. Asya milletleri arası durumu ve tarihini genişli-

15. F.

226 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ğine öğrenmek ancak cihan inkilâbı fikrini umde e- dinen büyük komünist devletlere mal ediyorlar. Me- selâ Rus inkilâplarının ve kültürünün Şark millet- leri üzerindeki tesirleri hususunda Moskova'da cild- lerle eser Avrupa ve Asya dillerinde neşredilir, ci- han tarihine dair büyük eserler Rus inkilâplarının ve kültürünün tesirini tebarüz ettirmek üzere yazı- ur. Fakat meselâ Doğu Türkistan'da Urumçi'de ya- yınlanmakta olan bir Türkçe gazetesinin başına A- tatürk'ün Ankara Dil, Tarih - Coğrafya Fakültesinin ön cepphesine rekzettirdiği «Dünyada en hakiki mürşid ilimdir» şiarı yazılmış olunca (1948) kıyâ- metler kopar. Bu gibi hareketler pantürkizm ve pan- islâmizm diye damgalanır. Kızılların bu yoldaki is- rarlı ve plânlı çalışmaları şimdiye kadar gördüğü- müz hızı ile devam ettirilecek olursa, Türkiye ile tarihte temasta bulunmuş ve kısmen bugün Sınır- daş Türk ve İslâm kavimleri biri diğerinden kültür bakımından tamamen tecrit edilmiş olacaklardır.

. Bizi, kardeş ve dindaş kavimlerden tecrit etmek yolundaki solcu çalışmalar son 20 sene zarfında O kadar genişleştirilmiştir ki dünyanın her tarafında milletlerarası münasebetlere ve bunun tarihine ait eserlerde ve ansiklopedilerde iştirak etmek isteyen

her Türk aydını bunlarla karşılaşmakta ve çarpış-

maktadır, Türkiye Türkçesini bünye bakımından dahi diğer Türk şivelerinden ayırmak çabaları mil-

letimizi tarihte beraber yaşadığı milletlerden ve ka-.

vimlerden tecrit etmek plânının teferrüatından iba-

rettir. (Yeni İstanbul, 8.X.1965J

nam

A A e

senem

HÂTIRALAR'dan Rus uşağı olan Müslüman komünistler

. Ben, Moskova ve Petrograd'da iken başkenti- mizde İnkılâp Komitesi ile Ruslar arasında çıkan ve nihayet reisi Yumagulov'un Moskova'ya çağırıl- masmı intac eden hâdiseler arasında bu Yumagulov tarafından tevkif edilen Rus uşağı «Müslüman Ko- münistler»in başında Şamigulov ve İsmailov ismin- de iki şahıs bulunmakta idi. Şamigulov'u Ruslar (yâni Samoylov'un reisliğinde bulunan Komünist Parti Merkezi) «Başkurdistan'daki Başkurt kıtaları siyasi komiseri» olarak tâyin etmişler, bu yüzden Yumagulov onları tevkif ettirmişti. Ben gelince on- ları hapisten çıkardım, Bunlar hakkında Sovyet neşriyatında «Validow'un şahsi düşmanları» diye ya- zıyorlardı. Halbuki benim onlarla hiç bir şahsi he- sabım olmamıştır. Her ikisi de karyerlerini «Rus lardan çok rusçu» görünmek suretiyle sağlamak is- tediklerinden her türlü milli otonomi * hareketine düşman kesilmişler ve bu hareketleri bastırmak i- çin bütün gayretleriyle çalışmışlar, bizi idam etme- ge ve bize karşı suikast tertibine teşvik etmişlerdir. Hapisten çıkarılnca ben bunların her ikisini de evi- me çağırıp hasbihalde bulundum :

Sual Siz kendinizi «sol Komünist» sayıyorsu- nuz, Acaba herhangi bir içtimai ve iktisadi prog- ram maddesinde biz size nisbeten daha sağda ve da-

:

228 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ha muhafazakâr bir vaziyette miyiz? Bunlar hangi

maddelerdir? i Cevap Biz içtimai ve iktisadi meselelerde si-

zi kendimize nisbetle muhafazakâr saymıyoruz, biz

i i ili lıyoruz.

sizden âncak milf meselelerde ayrı i

i Sual Bu farklar nelerdir? Bu farkların sağlık

veya sollukla ne münasebeti var?

Cevap Biz herhangi bir otonomiye Di Bunları proletarya birliği bakımından zararlı bulu- Tai Yâni Rus ve Tatar proletaryasının bir- liği bakımından muzır buluyorsunuz. Otonomi e ca bu milletlere'mensup proletarya milliyet » » mından birbirinden ayrılmış olacaklar, öyle mi?

Evet. ,

e Parti âzaları dinsiz oldukları için din farkının hükmü yoktur, madem ki Tatar re yasının Rus'larla bir olmasını istiyorsunuz, o hal : , neden kendinizi Müslüman tesmiye ediyorsunuz? Doğrudan doğruya Rus teşkilâtında çalışsanız daha iyi mı? ,

a EN Parti bizi nereye tâyin ederse biz ora- da çalışırız.

Sual O halde siz bizim aramızda Rus emper- yalizminin mümessilleri sıfatiyle bulunuyorsunuz. En iyisi Moskova'ya gidiniz, orada çalışınız, sizin 0- tonomiye muhalefetinizin sağlık ve sollukla ei sebeti yoktur. Aramızda fark şudur: Siz Rus yoldaş- larımıza, bize nisbeten daha sadıksınız, doğrusu on-

ların uşaklarısınız.

(<Hâtıralar», s. 300 - 301)

re

See

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 2929 Lenin'le görüşmeler

1918 sonlarında, bir gün Lenin, beni çağırdı. Me- ger ki Hindistan ahrarmdan Muhander Partol ismin- de birisinin yazıları hakkında konuşacakmış. Bu zat da Güney ve Ortaasya meselelerini gayrimüslim Hintliler bakımından tahlil ederek, Sovyetlerin bu sahada neler yapmaları gerektiğini yazmış. Bu ya- zıdan bana Trotsky de bahsetti, Bunlar, yâni Hind- lilerden Muhander Partol ve arkadaşları İngiliz bo-

“yunduruğundan kurtulma hareketlerinde -Hindu-

larla İslâmlarm birlikte hareket etmeleri yolunda âzâmi gayret sarfediyorlardı. Lenin'le görüşmeden bir iki ay önce bu zat beni Moskova'daki Başkurdis- tan mümessilliğinde arayıp bulmuş ve bir çok me- sele üzerinde konuşmuştu. Ben de ona ve diğer Hind- lilere Hindistan kurtuluşunda Hindü ve Müslüman birliği lâzım olduğu gibi, Sovyetlerin Ortaasya İs- lâmlarınm siyasi haklarını tanımaları yolunda tav- siyed bulunarak bunu Hindistan azadlık hareketi bakımından ehemmiyetine dikkatlerini çekmelerini teklif etmiştim. Muhander Partol'un uzun yazısında bizzat şu mesele üzerinde durulmuştu: O, Türkis- tan'da bir Hind Yuva'sı kurulmasını da teklif etmiş- ti. Yazısında benim ismim de geçiyordu.

Lenin'in bu Orta ve Güney Asya meselelerine dair bir iki raporu bana okumam için vermesinin se- bebinin,, gelecekte bu işten nasıl istifade edebilece- Sini öğrenmek olduğunu düşünüyordum. Konuşur- ken Lenin'e dedim ki: Afgan'lılar Guetta'dan Kan- dahar üzerinden Rus hududundaki Ruşka'ya kadar demiryolu yapmak imtiyazım İngilizlere (o verecek- lermiş. Bunda Rusya bakımından mahzur yok mu? Her halde Afganistan'ın bu demiryolunun geçeceği

a

230 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

mıntakaları, siyasi ve kültürel bakımdan İngiliz ve Hind tesirine girecek, dedim. Lenin irticalen ve te- reddütsüz «Girse ne olacak, onlar, oraya Kapitaliz-

mi sokacaklar, fakat bu yolla Afganistan'da demir-

yolu proletaryası vücude gelecektir. Proletarya da nasıl olsa bizim olacak, kapitalistler kendileri loko- motiflerine kömür taşımazlar» dedi. Lenin'in bu ka- dar realist ve optimist olması çok hoşuma gitti. Ay- görüşmemizde Lenin beni imtihan edercesine Marksizme ait neşriyatı ne derece takibetmiş oldu- ğuma dair sorular sordu. Ben de ona Ulyanov is- minde birisinin geçen 19 uncu yüzyıl ortalarında Kazan vilâyeti Rus olmıyan kavimlerin ve ll ların etnografyasına ait neşrettiği bir eseri göster- dim. Bu eserden, bu müellifin Tatarca, Çuvaşça bil- diği anlaşılıyordu. Ben, Lenin'den, bu müellif Ulya- nov yoksa sizin akrabanız mı? Yoksa sizin aslınızda 'Tatarlık veya Çuvaşlık var? diye sordum. Lenin de kendisinin menşei meselesi ile hiç megul olmadı- ğını ve kitabın müellifini araştıracağını, çünkü ken- di neslinden bir zatın böyle ilmi eser neşretmiş ol- duğunu hiç işitmediğini söyledi.

Çok samimi ve tatlı geçen bu sohbetlerimizde Lenin benim ne gibi ilmi mevzularla, bilhassa et- nografya ile meşgul olduğumu öğrenmiş oldu. <Ben maalesef bu mevzularla hiç meşgul olmadım, beni ancak' iktisadi meseleler ilgilendirdi» dedi. Cumhu- riyetimizin mukadderatına ait meseleleri ortaya at- tım. «Bu hususta Kalenin ve Rykov idaresinde ku- rulan Kırgız - Başkurt Komisyonunda istişareleri- miz olacak, orada halledersiniz» dedi. Kendi fikrini söylemekten kaçındı. Kararları müsbet olsaydı söy- lerdi. Evvelce öyle yapıyordu. Demek lehimizde de- gil, diye düşündüm. Uzun süren bu muhasebeden

me a laaan

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 231

üzülerek ayrıldım. Kapıdan çıkarken «Partiye gi- rerseniz iyi edersiniz, sizinle parti çerçevesi içinde çalışmayı isterdim» dedi. Ben onun «isterdim» Gelal bı) cümlesinde samimiyet var mı? diye düşündüm. Her halde o, bugün benimle çeşitli mevzular üze- rinde tekellüfsüz konuştu. Ben Lenin'in «Akına kar-

, Şi» adlı maruf eserinin, keza «Materyalizm ve Em-

pereo Kritzm» ismiyle daha 1909 da Ilyin imzasiyle neşrettiği eserinin bâzı noktaları hakkında izahat istedim. Bu son eseri hakkında, «Onu ne zaman oku- dunuz?» dedi. 1915 de Ufa'da okuduğumu söyledim. «Demek Çar zamanında bu nevi eserlerin yasak ,ve gizli olduğu zaman okudunuz?» dedi. Ilyin'in ben ol- duğumu biliyor muydunuz? dedi. Ben <Tsurupa söy- lemişti» dedim. En yakın arkadaşlarından Tsurupa'- daha 1915 de tanımış olmam dikkatini çekti. «Yok- sa SİZ partiye girmişmiydiniz?» dedi. Ben de «Hayır, yalnız Tsurupa'yı tanırım, o bana itimad ederdi, böyle yasak neşriyatı verirdi» dedim. Lenin «Bu ki- tap şimdi epeyi eskimiştir; bununla beraber bu ki- tap sizin dine bakışınızı değiştirmemiştir, sanırım» dedi. Ben de «Hayır bence cihan sosyal inkılâbı yo- lunda çalışmak için, kâinatın tesadüf eseri olduğuna inanmak şart olmasa gerek, ben kâinatın bir ŞUUr mahsulü olduğuna kaniim» dedim. Lenin, «Bizim bir çok eski arkadaşlarımız bu fikirdedir, bu, parti âza- olmaya mâni değildir. Samimi konuşmalarınız ho- şuma gidiyor» dedi.

(sHâtıralar» s, 284 - 285)

Lenin'in milliyet ve sömürgecilik meselelerine dair tezleri üzerinde münakaşa

Cenup cephesinden dönüşümden birkaç gün

Ni

232 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

sonra Lenin'in sekreteri telefon ederek «Vladimir İlyiç sizinle görüşmek istiyor» dedi. Tâyin ettikleri saatte gittim. Lenin'in yanında madam Stasova var- dı. Lenin o günlerde Moskova'da toplanmakta olan «Kominternin 11. Kongresi» için «Milliyet ve sömür- gecilik meselelerine ait tezler» hazırladığını, buna dair mütalâamı acele istediğini, bunu yazılı olarak vermemi ve cevabımı okuyunca ayrıca konuşacağı- söyledi. Lenin'in külliyatında neşrolunmuş olan bu tezler oniki maddeden ibaretti. Biz bu tezleri Türkistanlı arkadaşlarımla birlikte okuduk. Ben bunların bâzı yerlerini, bilhassa 5, 11 ve 12 nci mad- delerini tâdil ederek bir iki maddeye ilâveler yap- tım. Burada «küçük burjuva», tâbirinin vazıh bir şe- kilde tâyinini, müstemlekeler ve kapitalizm kaldı- rıldıktan sonra da sömürgeci millet proletaryasının «rehberliği» «yardım» şeklinde devam edeceğini an- latan ibarelerin tâdilini istedim. İki gün sonra fi- kirlerimi müstakil bir tez şeklinde yazıp verdim.

Lenin bundan evvelki görüşmemizde birçok kâ- ğıtlar vermişti, onlar da milliyet ve sömürgecilik meseleleriyle ilgili imiş. Onları da tetkik ettim. On iki maddelik projesine benim hatırım için o «nab- roski» yâni «taslaklar» kelimesini ilâve etti. Sonra- yazılarımı madde madde okuyup münakaşa etti. Fakat fikirlerimizi kabule yanaşmadı. Müstemleke- lerde ancak Rus proletaryası mümessillerine itimat edeceklerini, biz de yalnız onların «rehberliği» ne karşı göstereceğimiz itaat ve sadakatimizin derece- sine göre itimat edileceğini ve bu itimatsızlığın sos- yalizmin eski Rusya hududuna münhasır kaldığı za- mana has olmayıp cihanda sosyalizm tahakkuk et- tikten sonra dahi şark müstemleke milletlerini Av- rupalı (İngiliz, Fransız, Belçika vesaire) metropol

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 233

amelesinin «rehberliği» altında bulundurmak iste- diklerini ve bütün bunları Lenin'in kendi fikri oldu- gunu, umumiyetle şark milletlerinde sosyalizmi yerleştirmek yolunda şarklı işçiye itimat edilmedi- gini üstü kapalı sözlerle bizzat Lenin'in kendi ağ- zından işitmiş oldum.

I(sHâtıralar», s. 327 - 3287

Başkurdistan başkentinde Meskova misafirleri

İsterlitamak'a geldiğimizde Başkurdistan hü- kümeti ile başında Lenin'in en yakın arkadaşların- dan Sergeev-Artium, Preobrajinski ve Samoylov'- un bulunduğu «Başkurt Komünist Partisi» arasında çekişmeler hâd safhasında bulunuyordu, Ben gerçi Komünist Merkez Komitesi tarafından bu partiye âza olarak kabul olunmuştum, fakat bunu bildiren bir kâğıt ve «Parti âzalık belgesi» bana verilmemiş- ti, Ben resmen Komünistlerin parti toplantılarına iştirâk etmedim, Yalnız Moskova'nın İsterlitamak”- taki mümessilleri beni resmen komünist sayıyorlar- dı. Bu cihetten benimle istişare etmekten çekinmi- yorlardı. Yumagulov eskiden parti âzası olduğun- dan, hareketini takbih eden Komünist Parti Mer- kez Komitesi onu Moskova'ya çağırmıştı. Samoylov neşrettiği o zamana ait hâtıralarında «Biz Başkurt liderleri arasında en olgun ve akıllısının Validov olduğunu bilirdik, onun Yumagulov hareketlerine münasebeti ne olursa olsun, onları açıkça tasvip etmez, diye inanıyorduk, fakat yanıldık. O gelir gel- mez Yumagulov'un hareketlerinin yerinde olduğu- nu söyledi. Başkurdistan Komünist Partisinin İkin- ci Kongresini toplamağa müsaade etmedi ve Yuma-

x

234 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

gulov tarafından tevkif edilen komünistleri toptan serbest bırakmadı». Bu doğrudur. Preobrajinski iyi nişancı ve avcı idi. Benim hakkımda da avcıdır diye duymuş, Bir gün beraber ava gidelim, dedi. Sırası gelmedi. Fakat bir gün yemeğe çağırmıştım. Yakın arkadaşım Tahir İmekoğlu bunun ne fazileti var, neye çağırırsın, dedi. Polit Büro âzası ve sekreter- lerindendir. Ondan öğrenilecek bir çok şeyler var, dedim. Ama içme dedi. Gerçekten Preobranjinski Bolşevik kodâmanları arasında Buharin kadar mü- nevver ve Zeki birisi idi. Her sözünden bir Sovyet düşmanlığı arayan çekistlerden değildi. Arkadaşı Buharin ve Krestinski ile birlikte «Komünizm Alfa- besi» kitabını yazdılar. Yemeğe ismini unuttuğum bir arkadaşı ile geldi. Hemen Marks'la Bakunin ara- sındaki çekişmeler yalnız ideolojiye mi, rekabete mi, yoksa karşılıklı adavete mi dayanıyordu soru- sunu ortaya koydum. Çok etraflı ve temelli olarak izah etti. Kendi mezhebinin tarihini çok iyi ve exakt

biliyordu. Arada bir de Lenin'in «Materyalizm ve .

Empereo - Kritizm» ismindeki eserinin bâzı nokta- arına itiraz etmiştim, «Siz bunları yoksa Çernov'un kitabında okudunuz?» dedi. Ben «Hayır kendi ikrim» deyince, «Öyleyse bu itirazlarınız mühim. Siz onları Lenin'in kendisine yazın yahut söyleyin.

amış. Fakat bu hususlarda münakaşadan hoşlanır» dedi. Daha birçok meseleler konuştuk. Yanındaki ar- kadaşı hemen içkiye başladı. Arka arkaya atıyordu. Bana da kendisini takip eylememi israrla teklif edi- yordu ve skambil attı. Ben de yirmi . yaşımdanberi hiç kumar oynamadığım, içkide de sarhoş olmak- an hiç hoşlanmadığımı o söyledim, Preobrajinski, sarhoş olmayınca içki neye yarar, dedi. Ben de bu

O gençliğinde yazdığı bu kitabında bâzan saçma-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 235

gibi hususlarda vasiyetlerine değer verdiğim bir üs-

tadım var, fakat bin yıl önce yaşamış dedim. Şimdi- ki Hiyva'dan çıkmış matematisyen El biruni dedim. Ne demiş dedi, ben de: Akıllı adam ancak ruhunu tatmin eder ve ebedi kalan işlerden lezzet alır; gafil insanlar ise sarhoşlukla kumar arasında evrilip çevril- mekten başka bir şeyden haz almazlar demiş dedim.

© Matematisyen olup ne yapmış dedi, ben de; Ekva-

torda arz küresinin kaç bin kilometrelik bir çevre teşkil ettiğini ilk defa tesbit eden bir dâhidir, onu Edward Sachawdan öğrenebilirsiniz, dedim, Ömer Hayyam'dan sordu. O da büyük bir matematisyendi dedim. :

Preobrajinski ateizme candan bağlanmış birisi idi. Komünist Alfabesinde buna bütün ilimlerin ana kaynağı nazariyle baktığını ifade etmişti. Bir gün bu mevzu üzerinde konuşurken bütün bu metafizik iddialar hakkında bu kadar kat'i sözler söylemek câiz midir, yoldaş Preobrajinski siz doğrusu bir pa- paz olmalıydınız, komünizm yoluna yanlış girmişsi- niz, demiştim. Bunu sonradan arkadaşları Lenin'e hikâye etmişler. O da, Validov bunu iyi keşfetmiş, demiş. Preobrajinski gerçekten bir kültürlü adam- dı. Mayıs ayında Moskova'da görüştüğümüzde «El- Biruni'den ne haber?» dedi. Ona ait söylediklerim hatırında kalmış imiş. Vaktim olsaydı ben onun ha- yatını öğrenirdim, böylelerine bayılırım dedi. Belki o arada Sachau'm yazılarına da göz atmıştır.

Bir aralık Artium'u da yemeğe çağırmıştım, O tam mânasiyle bir çekistti. Şimdi Ukrayna'da, Ural- da ve Sibirya'da birkaç sanayi sahasına ismini ver- miş olan bu zat cihan komünizminin müfrit nazari- yecilerinden ve tatbikatçılarından biri idi. Komü- nizmin çabuk tahakkukuna engel olan eski neslin

Ni

236 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

toptan imhasına taraftardı. On bin münevveri bir- kaç günde yok etsek ne zararı var, yeni nesli komü- nizm ruhunda yetiştiririz. Komünizm ruhunda yeti- şecek nesli biz kuluçkalardaki civcivler gibi yetişti-

ririz, diyordu. O aslında Ukrayna'lı idi. Fakat Uk-”

rayna milliyetçiliğinden nefret ederdi. Ona göre Rus dili tekmil Asya'ya yayılması mukadder olan bir dildi. O müstakbel insanların Rusça ile muvazi İngilizce okuyup yazacağına kani idi. Onca bütün konuşma dilleri geçici bir hayat yaşıyorlardı. Artium'la Çernişevski ve Plehanov'un eserleri hakkında çok konuşurdum. O, böyle konuşmalardan hoşlanırdı, Köyde ailemizin basit hayatını da öğren- mişti.O kendi mâceralarını anlatmaktan zevk duyar- dı, Yüksek Teknik Mektebini bitirir bitirmez Sosya- ist olmuş, Lenin ile çok erken tanışmış, Paris'e, İs- viçre'ye kaçmış, Ukrayna'da ve Ural'larda ameleler arasında gizli teşkilâtlarda çalışırken kaç defa yaka- anıp Sibirya'ya sürülmüş, oradan Kore'ye, Çin'e ve nihayet Avustralya'ya kaçmış, oralarda sekiz sene kalıp amele arasında propaganda ve teşkilâtla uğ- raşmış, ihtilâl gazeteleri neşretmiş. Bu kadar seya- hatlerine rağmen onun Doğu'daki bilhassa İslâm â-

O, Komünizmin Güney Doğu Asya'da Budizm'le bağdaşarak cihana hâkim olacağına inanıyordu. İs- lâma düşmandı. Bu meseleleri 2/1/1966 da «Yeni İstanbul» gazetesinde Vietnam meselesi dolayısiyle yazmıştım. 1966 yılında Viyana'da Beynelmilel Ta- rih Kongresine gelen Rus âlimlerinden birisi bu ya- zının Moskova'da eline geçen tercümesini ookudu- gunu söylemişti. i

Artium, ancak insan camialarının iradelerini mahvederek onları bir robot hâline getirmek, Ko-

emindeki fikir hayatına dair hiç bir bilgisi yoktu.

TÜRKLÜĞÜN MURKADDERAT! ÜZERİNE 237

münizmi en kaba vasıtalarla tahakkuk ettirmek lü- zumuna inanmıştı. Onca sosyalizmi tahakkuk ettir- mek için küçük milletlerin dağınık iradeleri yerine büyük milletlerin emperyalist emellerini kullan- mak daha pratik bir olacaktı. Ona göre gâye için vasıtalar tamamiyle mübahtı. Hülâsa o cihan komü- nizminin bir meczup misyoneri idi, Pek çok husus- larda Lenin'in bir aynası idi. Bu fikirleri o Lenin'- den almıştı. Onunla konuşmak, onu konuşturmak, Le- nin'in plân ve felsefelerinin künhünü öğrenmek ba- kımından çok mühimdi. Ben, Lenin'in, onun eserle- riyle birlikte Artium gibi müritlerinden daha iyi öğrenileceğini düşünüyordum.

Bizde en çok kalan Samoylov'un komünist dokt- rineri olmaktan başka bir fazileti ve kendisine has fikirleri yoktu. Maamafih o, kendisinin Başkurdis- tan'da bulunduğu zamanı bir hâtıra şeklinde canlan- dıran tek Rus'tur. Bu Ruslar bana Leninizmi ve Le- nin'in istikbale ait fikirlerini yakından öğrenmek i- çin çok kıymetli kaynak olmuştur. Aralarında bir de namuslu şahsiyet olarak tanıdığım aslen Leh'li olan yaşlı Vaytsikovsky ile Siromiatnikov vardı... Bunlar Artium'dan tamamiyle ayrı ve normal in- sanlardı. Siromiatnikovun da Başkurdistan'daki faaliyetine dair meraklı makaleler neşretmiş oldu- gunu sonradan öğrendim. Başkurdistan'da müsbet siyaset takip etmek taraftarı olan komünist Ruslar da vardı. Bunlardan biri de Mostovenko olmuştur. Bu zat da Samoylov gibi Başkurdistan'daki faaliyet- lerine dair «Proletarskaya oRevolutsia» dergisinde (1928) makaleler yazmıştır. Ona göre Samoylov çok taraf tutarak hareket ediyordu. Şamigulov, Ta- tar'ların «Kazan otoritesi» ni yaşatmak için partiye giren şovenleriyle Rusların Başkurt düşmanı olan-

N

238 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

arma dayanarak hareket etmiş, halbuki Komünist Parti sekreteri Krestinski gibi Mostovenko'nun ken- disi de Başkurdistan'da milletleri milletlere karşı kışkırtarak tahrik siyaseti tatbikine katiyen muha- if olmuşlar. Bu zatın dediğine göre Stalin'in 1918 de geçici olarak ileri sürmüş olduğu «Tatar - Başkurt Cumhuriyeti» teşebbüslerini -Samoylov sırf provo- kasyon maksadiyle ileri sürmüştür. Mostavenko yi- ne diyor ki «Validov Sovyet Asyası'ndaki kavimler- e ve onların hükümetleriyle federasyon esasında birleşerek büyük bir devlet kurmak yolunda gayret sarlederken muhakkak ki onun gözü Rusya'nın dı- şına dayanmaktı. O arkadaşlarına nisbeten çok ge- niş fikirlere mâlikti. Ezcümle uzaklardaki Türkiye ile anlaşarak hareket etmeği gözönünde bülündur- muştur, Bizim (yâni Sovyetlerin) oBaşkurdistan'da müstahkem mevkilere, komşu vilâyet Rus'larına ve 'Tatarlar arasmda Başkurt'lara muhalif unsurlara dayanmak siyasetimiz hatalı idi. Krestinski gibi Slo- boy da bu fikirde idi».

Biz Başkurdistan'dan ayrıldıktan sonra Mosto-

venko 8/11/1920 tarihiyle komünist parti merkezine:

bir mufassal rapor da yazmış. Ben bu gibi makale- ler yazan Mostovenko'yu şahsen gördüğümü hatırla- mıyorum, fakat Vaytsyxovski bu şekilde mücadele zamanında İsterlitamak'a geldiğinde kendi Rus ko- münistleri ile konuşurken bu provokasyon siyaseti- ni «namussuzluk siyaseti» (neçestnaya politica) di- ye adlandırmış olduğunu işitmişiim. Bu zatın boğazı delikti; konuşurken boğazına bir lâstik tıkıyordu. Herhalde bu zat ve Mostovenko Komünistlerin te- miz fedâileri idiler. Artium, Preobrajinski, şimdi a- geçen Mostovenko ve Vaytsixovski ayni gâyeye inanmış olmakla beraber karakterlerinde ve taktik-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 239

lerinde çok bâriz farklar bulunan insanlardı. Fakat onların gâyelerine inançlarının safiyeti ve kuvveti, emperyalist arkadaşlarının karakter ve düşüncele- rinde mündemiç şeytani hususiyetler karşısında kayboluyordu. Ayni gâyeye bağlılıkları, inkılâp na- mına öldürdükleri yüzbinlerce insana karşı mesuli- yetlerinin çok büyük olduğunu anlamakta mutaba- katlarını sağlıyordu.

(«Hâtıralar», s. 303 - 307)

Lenin'in ahlâk anlayışı

Başkurdistan meselelerini inceleyen komisyona beni de istişare için çağırıyorlardı. Mayıs'ta bu ko- misyon beş maddelik bir karar kabul etti. Bu da Ka- limin ve Lenin'in imzaları ile Sovyet hükümetinin kararı olarak resmen ilân olundu. Bunda ülkemiz adli, maarif, ziraat gibi hususlarda muhtar, fakat ha- rici siyaset, iktisat ve maliye, posta ve telgraf ve yol işleri hususunda RSFSR'e tâbi bir ülke hukukunu haiz bir vilâyet olarak kalmıştı, Ordumuzu idare hususunda «Türkistan askeri mmtakası»na değil, «Volga askeri mmtakası»na tâbi kılındı, Komisyon âzasından Kamenev, muhtariyeti bu derece hiçe çe- virmek fikrinde olmamış, o bana ülkemize Ufa şehri ile ebraber bir çok Rus mıntakalarını ilhak etmek fikri mevcut olduğunu ,fakat onun şimdilik tâlik e- dildiğini söyledi. Bu kararın ilânının ferdasında bir daha Lenin'i gördüm. 1919 Martında ilk mukavele- miz aramızda sözleşilmişti. Hepimiz imzalamıştık. Bunda şarklı mazlüm bir milletin hakları tam değil- se bile tanınmıştı. Şimdi on dört ay geçti, onlar da havaya uçtu dedim. Lenin: «Siz neden böyle ahlâki nazariyelerden bahsediyorsunuz? Nasıl inkilâpçısı-

N

240 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

nız? Nasıl böyle muahedelere' saplanırsınız? Sizinle akdolunan muahede hiç kimseyi bir şeye bağlamı- yan, sadece bir kâğıt parçasından ibarettir». Ben: «Biz ise insanlık münasebetlerinin işte böyle kâğıt parçalarına riayet esasına dayandığına inanıyor- duk» dedim. Lenin dedi ki: «O halde yanılmışsınız, Siz bizim muhitimizde daha çok şeyler öğreneceksi- niz. Ben cidden ve samimi olarak isterim ki siz bi- zimle tekmil Rusya ve cihan ölçüsündeki işlerde iş- birliği yapasınız. Vaktiyle geçici zaruretler icabı ya- zılıp imzalanmış bir kâğıt üzerinde münakaşa etmek size yakışmaz. Siz görürsünüz, önümüzde daha çok mühim işler var. Bu sözlerden beni kendi mesai ar- kadaşları meyanında görmek istediğini ve Rusya mikyasında çalıştırmak hususundaki arzusunun sa- mimi olabileceğini zannettim. Çıkarken bana birçok kâğıtlar verdi, «Bunları okuyun, bunlar hakkında konuşuruz, fakat fikirlerinizi yazılı olarak vermeli- siniz» dedi. N

Metropol Otelinde yüksek Sovyet adamları muhtelif mevzular üzerinde konuşurduk. O zaman- lar, insanları ve Parti âzalarını Sovyet memurları- nın arkadan takip etmek işi fazla gelişmemişti. Bir çok hususlar serbest konuşulabiliyordu. Bir arada Ukrayna Sovyet hükümeti reisi Petrovski'ye milli cumhuriyetlerin anayasa taslaklarını ve Lenin ile konuşmalarımın intibalarını anlatıyordum, şaka ka- bilinden sordum: «Mademki Lenin için gâye uğu- runda bütün vasıtalar mübahtır, o halde kendisine bu akşam annenle nikâhlanırsan yarın Cihan inkılâ- olacaktır denilse acaba bunu yapar idi?» Pet- rovski hiç tereddütsüz dedi ki: «Elbette yapardı. Le- nin bu gibi işlere ancak taktik noktasından bakar, raeselâ o acaba halk arasmda şayia çıkıp halkın ef-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 241

kârım bizden çevirmez mi diye düşünür, Yoksa bu gibi meselelere bakışı din açısından olmadığı gibi ahlâk ve gelenek ile de hudutlanmış değildir. On- da ahlâk, proletaryanın sınıf mücadelesi ihtiyaçları- na tâbi kalıyor. Biz komünistlerin birçok müttefik- leri geçicidir. Bunların bir kısmı Lenin'in banknot- lara sahte imza atarken ayrıldılar. Önce muahedele- rin, ancak zaruret oldukları nisbette hükümleri var- dır. Maamafih ben bu hususlarda Lenin kadar per- vasız olamıyorum». Ben; «Lenin enternasyonalistik fikrinde sonuna kadar samimi mi? Yoksa onun efkâ- rında da Rus milli fikirlerinden bâzıları müessir mi?» Petrovski: «Lenin komünizmi cihan mikyasın- da tahakkuk ettirmek gâyesine doğru yürürken sa- mimi olarak milliyet dışında (vnenatsional) dır, fa- kat, tarihi, coğrafi ve iktisadi mânasiyle büyük Rus- ya'da yaşıyan kavimlere karşı onun enternasyonal- den bahsetmesi sadece bir sahtekârlıktan ibarettir. O bu hususta Velikorus'dur. GC komünizmi küçük milletlere dayanmaktansa Rus ve İngiliz, Çin gibi büyük milletlere ve onların emperyalist ananelerine dayanarak tahakkuk ettirmeyi daha kısa bir yol ola-

“rak tanır». Başka birisinin bulunmadığı bir gün Pet-

rovski ile başbaşa konuşurken ona şu suali sordum: «Grigori Andeeviç, siz yirmi beş senedenberi Partide bulunmuş, arkadaşlık etmişsiniz. Lenin Velikorus mil. li menfaatlarını müdafaa ediyor mu? Yoksa onun meselâ şark ülkelerinde bâzı şoven Rusları tutması sırf bir taktik midir? Neden azınlık Komünistleri i- çin küçük burjuva tâbirini kullanıyor?” Petrovski”- nin cevabı şu oldu: «Lenin Velikorus menfaatlerini Büyük Petro'dan daha geniş ölçüde müdafaa ediyor,

16. F,

N

242 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

fakat o Velikorus milletini kapitalizmden azad et- mek şartiyle büyük bir sosyalist câmiada ve diğer milletlere ülkü olacağı ümidiyle tutar, onun mena- fiini ona tâbi milletlere üstün görür, yâni o Veliko- rus'çu olmadığı halde Velikorus siyaset güder. İşte biz Ukrayna milliyetçileri de Ukrayna meselesinde Ukrayna milliyetçilerinden farklı düşündüğümüz halde Lenin'le her vakit çarpışıyoruz. Lenin Rus mahkümu olan kavimler hakkında başka türlü dü- şünemez. Bu öyle bir hal ki biz bunu onun yüzüne karşı söylemekten bâzan çekiniyoruz. Lenin «Akma Karşı» adlı yazılarında küçük milletlerin sonsuz bir müdafii kesilmişti. Fakat nazariyat devri çoktan geçmiştir. Şimdi o da bir çok Velikorus arkadaşları gihi sizin gibi küçük milletlere mensup inkılâpçıları ve Parti âzalarım küçük burjuva telâkki ediyor. Ve- likorus tezini kayıtsız şartsız kabul edinceye kadar onlara haklı ve haksız «küçük burjuva» lâkabı takı- lacaktır. Mademki umumi düşmanımız kapitalizm ve kapitalist emperyalizmdir, o halde Velikorus Ko- münistleri ile küçük milletlere mensup parti âzaları arasında karşılıklı aldatma devam edecektir. Bunu böyle kabul etmek ve bununla barışmak lâzım».

“Lenin'in er yakın ve en samimi arkadaşların- dan biri olan Petrovski'nin ağzından işittiğim bu sözleri Doğutürk menşeli arkadaşlarımdan inandık- larımdan birine söylemiştim. Zannedersem bu arka- daşım Turar Riskulov'du. O da bunu Bükey - Orda” daki komünist arkadaşlarından (birisine mektupla bildirmiş. Petrovski'nin bana bu sözleri herhalde Le- nin'le kendi arasında bir çekişme vâki olması dola- yısiyle söylemiş olduğunu zannettim. O günlerde Türkiye'den Dr. Fuat Sabit isminde birisi gelmişti. Bu zat eski türkçülerden olduğu halde komünizme

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 243

çok mütemayildi. Hattâ onun bu temayülü çok İç- ten geliyor gibi idi. Türkiye'de tahsil eden Tatar münevverlerinden birisi belki de Astarhanlı Necip Asri Bey de bunu görmüş ve tarafımdan yazıldığını zannettiği bu mektubu da Kazakçadan Türkiye türkçesine çevirerek Dr. Fuat'a vermişti. O da An- kara'ya dönünce bu yazıyı Mustafa Kemal Paşa'ya vermiş. O zaman Rusya Türkleri ile Türkiyeliler a- rasmda münasebetler çok canlı idi. Şöylece Mosko- va'da Metropol otelindeki konuşmalara ait arkadaş- larıma söylediklerimin notlar hâlinde Türkiye'ye kadar gelmiş, ilgi ile istifade edilmiş olduğunu öğ- renince hayret ettim. Bana Lenin'in ahlâk prensip- lerini ve Rus milliyetçiliği ile münasebetlerini en iyi anlatan bu zat Grigori Petrovski olmuştur. Tabii ki o kendisi gibi benim de halkımız Velikorus'lardan ne çekerse çeksin Lenin'e sadık kalacağımıza inana- rak bu sözleri söylemişti. Fakat onun, ben Mosko- va'dan ayrılıp Sovyetlere karşı harekete geçtikten sonra da hakkımdaki müsbet fikirlerini değiştirme- miş olduğunu yine onun gibi bir dostum olan Rud- zutak, arkadaşım Turar Rıskulov'a söylemiştir. Le- nin'in ahlâki anlayışını ve muahedelere ne gözle baktığını 1924 Aralık ayında Berlin'de toplanan «Sol Sosyalistleri Kongresi»nde (Bunda şimdiki İtalya sol sosyalistlerinin reisi Nenni de vardır) okuduğum tebliğde anlamıştım ki, Alman ve Rus sol sosyalist neşriyatında (Znamia Bor'by No. 9—10, 1925; Klas- senkampi, 14/1/1925) yayınlanmıştır. Bu kongrede ve basılan makalelerde ben «Biz Asyalılar Lenin'in değersiz saydığı bu gibi kâğıt parçalarına riayet et- meğe alışmışız, biz evvelce Lenin'in Taşkent'teki Kolesov, Orenburg'daki Zwilling'lerden ve merkez- deki Artium'lardan farklı bir şahsiyet biliyorduk.

N

244 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Şimdi ise bunlarla Lenin arasında hiç bir fark ol- madığı tahakkuk etti» demişimdir. Başkurdistan'da Komünist Paartisine yazılan bâzı münevverler bu 19 Mayıs kararı dolayısiyle Partiden istifa etmişler, Samoylov sebebini sorduğunda bunlar: «<Muahede- leri hiçe sayıp 19 Mayıs kararını çıkaran Partiye âza olamam» demişler ve bunu Samovlov eserinde zik- retmiştir.

(«Hâtıralar», 5. 319 - 323)

Tip olarak Feyzullah ve Molla Bekcan

Ben bir tarihçi sıfatiyle kendimi Horezm ve Bu- © hara aydınlarının 1920'de kurdukları milli cumhuri- yetleri, en iyi günlerinde görmüş olmakla bahtiyar sayıyorum. Halk nazarında itibarları vardı; onlar- dan birşeyler umuyorlardı. Her ikisi ipek kumaşlar üzerine bastırarak paralar çıkarmışlardı. o Hanların altınlarını Ruslar götürmüştü, hazineler boştu. Böy- le olduğu halde bu kumaş paralarının Kerenski ve Sovyet paralarından farklı olan sâbit kıymetleri vardı. Fakat orada da muahharen, bugün Türkiye” de görmekte olduğumuz gibi solculukta bir necat yo- lu bulmak ümidi vardı. Rus'un her istediğini yap- mak, ve bunu yapanlarla dostluk omünasebetinde bulunarak Sovyetlere yanaşmak, zihniyet itibariyle aynı olan rakip zümreleri ezmek için en kısa yol sa- yılıyordu. Bunlardan Feyzullah Hoca ve arkadaşları çok zengin milyonerlerdi. Ruslar, kendisini yine milyoner olan rakiplerine tercih ettiklerini gösteri- yorlardı. Bunda aldandığını görerek vicdan azabı çeken Feyzullah, birçok aziz arkadaşlarının başını yedikten sonra asıldı.

Hiyva'da bu tip aydınların biri Molla Bekcan”-

TÖRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 245

dı. O, fakir bir idealist muallimdi, Her ne sol ise, on- dan hoşlanırdı. Rusça bilmediğinden RKP'deki Rus solcularının kimler olduğunu ve fikirlerini bilmi- yordu. 1918 yaz aylarında Orenburg'da, bizim hü- kümetle konuşmaya gelmişti. Yol bulabilirse, bura- dan Moskova'ya gidecekti. Kendisini bir «Enternas- yonalist» olarak göstermekten çekinmiyordu ve bu sâyede de Moskova'da muvaffak olacağına inanı- yordu. Bütün maksadı Hiyva ,Hanlığını yıkmak ve Sovyetlerin yardımiyle Genç Hiyvalılarla Sovyetle- rin bir müşterek hükümetini kurmaktı. Bizim, Sov- yet rejiminin ülkelerimize tatbik O edilemiyeceğini halka bildirerek neşrettiğimiz I. numaralı fermanı, «Prikaz number ona okuttum. İşte Sovyetlerle iş- birliği yaptpıktan sonra dönüp gelen milliyetçi Baş- kurt komünisti Salah Atanagolov buradadır diye o- nunla konuşturdum. Sonra dedi ki «Ne olacak, siz bu rejime inanmıyorsunuz. Bir defa Hiyva'da tec- rübe edelim, Orasının şartları başkadır. Ben bir e- debiyat ve tarih muallimiyim. Sovyetler devrinde de yapacağım budur». Ben dedim ki «Sovyetlere göre milli bir Türk tarih ve edebiyatı yoktur, On- lar ancak bizim büyük milletimizin en parlak devri olarak Rus işgali devrini anlatacaklar, Size siyasi meydanlarda işte yegâne necat yolunuz Sovyetler- dir diye nutuklar söyletecekler; sonra onları kalbin- de milliyetçilik var diye öldürüp çöplüğe atacaklar- dır. Hiyva Hanı İsfendiyar Han” ı, yerinden atıp Rus karışmıyan bir milli aydınlar hükümeti kurabilirse- niz pekâlâ, Fakat Sovyet yardımıyla değil». Ona Moskova'ya gitmek imkânı olmadı; ihtimal benim sözüm tesir etmiştir, geri döndü. Bu defa 1920 sene- si sonunda Hiyva'dan ayrılmamdan üç gün önce, Cumhurreisi sarayının odalarında, üç kişi arasın-

N

246 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

da çok samimi konuşmalar oldu. Hoca Niyaz, Rus- ların bu cumhuriyeti çok yaşatmıyacaklarma kani idi. Mollâ Bekcan da Rusların istediği solculukların hepsini kabul edip, cumhuriyetin ömrünü uzatabile- ceğini zannediyordu. Ben de ona; «Rus olmayanlar- dan istenen solculuk, asıl Rus solculuğundan farklı- dır. Rus sol komünistleri sosyal reformlarda en per- vasız' olan müfritlerdir. Gayrırus olan sol - komü- nistlerden istenen solculuk ise Rus mahkümu mil-

letleri yutarak en kısa zamanda Rusları nüfus, ikti-

sat ve kültür sahasında dünyaya tamamiyle hâkim bir kudret hâline getirmek yolundaki idealleri kat'i olarak benimsemek; bunu her solcu gayrırus aydı- nına kendi idesi olarak kabul ettirmek ve kendi mil- letine ise bunu böyle kabul ederek milli fikirleri te- melinden yok edip ancak ekmeği ide yaptırmaktır. Solcu isen kendi milletinin eninde sonunda din ve kültür itibariyle Rus olacağına inanacaksın» dedim. Hoca Niyaz Bekcan'm solculuğundan da hayır gel- miyecek olunca ne yapalım? dedi. Ben de «Ruslar ancak silâhla karşı koyma kudretinizin hâlâ mevcut olduğunu görünceye kadar sizi adani sayarlar. Öz- beklerinizden Han Cüneyd'in kıtalarına katılanları bu işten men etmeyin, Bazı gençleriniz Han Cüneyd gibi çöl yoluyla İran'a gidip gelmeye oradan Ho- rezm'in sesini dünyaya işittirmeğe çalışmalıdırlar. Biz bu yoldayız; Molla Bekcan dostum da bu yolu tutsun. Ondan başka da Maarif Vekilliği yapacak a- damlarımız var. Ruslar Türkistan isyanı hareketle- rine karşı geniş mikyasta uçak ve telsiz tatbik ede- cekler, Karakum'da mukabil hareketin yaşaması İ- çin çalışmalısınız. Yapacağınız yegâne iş, mücadele- yi memleket içinde ve dışında yaşatılacak bir şekle sokmak, buna eleman hazırlamaktır» dedim.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 247

Rusya Hiyva hükümetini dağıttıktan sonra Mol- la Bekcan'a «Sen solcu idin, gel beraber çalışalım» dememişler. Hapishanelerde dövülmüş ve çok iş- kenceler görmüş, sonra da idam etmişler. Kırım'ın maruf yazar ve şâiri Şevki Bektöre, Türkistan ve Si- birya hapishane ve kamplarmı çok zaman boyla- dıktan sonra kurtulup İstanbul'a gelebilmiştir. O ve diğer bir arkadaşı hapishanelerde bu genç Hiyva «sol - sosyalistlerini» bu cümleden Molla Bekcan'ı görmüşler. Bu zat bizim Hiyva'daki görüşmelerimizi anlatır, «dış memleketlere çıkıp Türkistan ihtilâli arzusunda faydah olmadığım anlatıp hep ağlamış.

(«Hâtıralar», s. 370 - 3717 . Lenin'e yazdığını mektup

«Pek muhterem Vladimir Ilyiç,

Hastalığınız dolayısiyle bu mektup size okutul- mamış ve işittirilmemiş olabilir, fakat ben onun Su- retlerini başka bâzı arkadaşlarıma göndermiş oldu- gumdan artık tarihe girmiş bir vesikadır. Yoldaş Stalin, Yoldaş Rutzutak vasıtası ile benim tekrar partiye dönebileceğimi, yâni TSK'ya 1920 Bakü'dan yazdığım mektupla bildirmiş olduğum Moskova a- leyhindeki teşebbüslerimi, isyan hareketlerine ka- tıldığımı işitmemişe geleceklermiş, Fakat 20 Mart

1919 tarihiyle sizin, Stalim'i benim ve arkadaşlarımı-

zın imzalariyle neşrolunan muahede ondört ay Son- ra 19 Mayıs 1920 tarihi ile yalnız sizin ve Stalin'in imzalarınızla öteki muahedeyi fesh eden fermanı-

- nız.önünde kim size inanıp gelebilir? Bu son ve tek

taraflı fermanınızı size bizzat protesto ettiğim vakit

-20 Mart 1919 muahedesini «kâğıt parçası» (klaçok

bumagi) diye vasıflandırmıştmız, Halbuki bu mua-

Ni

248 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

hedede Başkurdistan'n ayrı ordusu olacağı, bunun Sovyet Başkumandanlığına vasıtasız tâbi olacağı ilân edilmişti. Şimdi 19/5/1920 fermanınızla Başkurt ordusunu bu haklardan mahrum ederek, Volga öte- si kolordusuna tâbi kılıp ayrı kıtalara takdimini de ona bırakmışsınız. Nitekim öyle de oldu ve bugün Başkurt ordusu fiilen yoktur. Bir de aynı fermanda «Ufa Vilâyetini Başkurdistan'a ilhak» şeklinde al- datıcı tâbirle ifade ettiğiniz hâdise «Başkurdistan'ı Ufa Vilâyetine ilhak» demek idi. O halde Sovyet hükümetinin «Rusya Müslümanlarına 20/11/1917 tarihiyle «isterlerse Rusya'dan ayrılmaya kadar (do otdelenya ot Rossiyi) istiklâl hakkı da 20 Mayıs 1920 tarihli fermanınızla temelinden yok edilmiştir. Bun- dan sonra Güney - doğu Rusya'da Başkurt, Kazak ve Türkistanlıların mağlüp edilmesiyle ve benim ya- rınki tarihten itibaren Sovyet Rusya'dan ayrılmam- la Güney - Doğu Rusya İslâmları tarihinde yeni bir devir açılmaktadır: Bu da, İslâmlarm hak ve hu- kuklarını Rusya'nın mücadeleleri ile hal etme tecrübeleri yerine, beynelmilel mücadeleler safha- sına geçmiş olmasıdır. Benim işim bu dâvaların ta- rihini ve mahiyetini dünyaya tanıtmak olacaktır. Artık bizim ezilmemizin sınırları ancak o Velikorus milletinin keyfi ile tesbit edilebilir.

Velikorus milleti şimdi yalnız içtimâi ve iktisa- di değil, kültür sahasında da kendi mahkümu olan kavim ve milletlere karşı takip edeceği siyasetini kesin olarak tesbit etmiş bulunmaktadır. Geçen se- ne kurduğunuz «Şark Üniversitesi» bu siyaset fiili- ne işliyen bir merkezi mahiyetini taşır. TSK çevre- sinde Velikoruslardan müteşekkil bir şark işleri mü- tehassısları belirmiştir. TSK Sovyet tebaası şark milletlerinden bâzı zevatı getirip, onları kendi ya-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 249

nındaki «şark mütehassısları» na gereken materyalı

hazırlayıp vermekle vazifelendirilmiştir. Bâzı ki- tap ve broşürler de neşrettiler. Fakat onlara yaptı- rılan mevzular ancak oVelikoruslarımz tarafından verilmekte, bu gayri Rus aydınlar kendi ülkeleri i- çin tertip edilen «anayasa» larm bâzı maddeleri üze- rinde müzakerelere alınmamaktadırlar.

Şark Üniversitesinin ve TSK Şark işleri müte- hassıslarının bu gün meşgul oldukları büyük iş, ay- kavimlerin mahalli telâffuzlarıdır. Bu işin pren- siplerini tesbitte de gayrırus komünistlerin ancak istişari rolleri varmış. Şark Üniversitesi mensupları tarafından çıkarılmakta olan «Kızıl Şark» (Rus harf- leri ile «Gızıl Şarg») dergisinin son sayısında Da- gistanlı Ömer Aliyev isminde birisi tarafından Şi- mali Kafkasya Türk dilleri için Rus (Cyril) Alfabe- si alınırsa bunun sonu hristiyanlık olacağı, bu yüz- den onlar içinde Azerbaycan'da tatbik edilecek olan Lâtin Alfabesi almak gerektiği, fakat bu alfabe ve edebi dil meselelerinin Ruslar tarafından değil an- cak milli siyasi hürriyet esasına kurulmuş muhtar ülkelerin muhtar hükümetleri yardımiyle yerli bil- ginler tarafından yapılmaları şarttır denilmiş imiş.

Bu gibi yazılar ve Azerbaycanlıların Türk - Müslü-

man kavimlerinin komünist aydınlarını «Kızıl Şark» Dergisi ve tek edebi dil etrafında toplamak istemeleri Velikorus bilginlerini sinirlendirmekte İ- miş. Özbek ve Kazak âydınlarının da hazır bulun- duğu bir musahabede Lâtin esasında tek alfabe te- zini müdafaa eden Azerbaycanlı Şahtahtinski ve Ce- Iâl Guliyev'e cevap veren Prof. Polivanov ve diğer Ruslar Lâtin alfabesini kabul olunsa dahi sonunda yerini Cyril'a terk edeceğine sayısı kırka yaklaşan Türk lehçelerinden herbiri için ayrı alfabe yapıla-

N

250 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

cağını söylemişler. Şahtahtinski .de gâyelerinin is- tikrarlı bir edebi dili yaşatmamak olduğunu ifade etmiştir. Artık anlaşılmıştır ki siz Velikorus arka- daşlar hangi bir milletin dili ve imlâsı ile uğraşma- ya başladınız tam Rus oluncaya kadar o milletin yakasını bırakmıyacaksınız. «Akma Kayşi vesaire eserlerinizde milletlerin hakları ideâl bir şekilde el- lerine verileceğine dair sözlerinizle şimdiki siyase- tiniz arasındaki ayrılığı görürken şaşmamak kabil olmuyor. 1919 yazın biz ordumuzun tensiki işiyle Saranski'de bulunurken gönderdiğiniz mümessiliniz Yoldaş Zaretski, bize mahküm milletlerin istiklâlle- ri, onlarm milli hükümetlerini milli ordular kur- makla sağlama bağlamak meselelerini, tarihte ilk defa olarak ancak Sovyet hükümetlerinin müsbet bir şekilde halletmekte olduğunu bir ay zarfında kaç konferans vererek halkımıza anlatmaya çalış- mıştı. Ben de «Pravda» da bu telkinlere uygun bir yazı neşretmiştim. Ondan bugüne kadar 4 sene bile geçmedi siyasetlerinizin tamamiyle aksi istikamette gelişeceği tahakkuk etti. RKP belki milletleri kur- taracağına dair sözlerini bundan sonra da Asya ve Afrika'nın Rusya'dan uzak ülkelerinde söylemeye devam edebilir. Fakat gerçek şudur ki, Gregori Sa- farov gibi hakikat-sever insanların Türkistan'a gi- dip Çarım burada sürdüğü sömürgecilik siyasetini teşrih edip makaleler neşretmesine karşı sinirlenen Velikorus'larmız yerli komünistlerden de küçük mil letleri balinalara yem olan balıklar diye tavsif eden- lerden, hattâ bunu kendi akideleri imiş gibi söyle- mekten hoşlanırlar. Yoldaş Artium bizde iken yer- li komünistlerimizden bâzılarına müstakil ülkeler olarak yaşayacaklarına inandığını söylediği Çin ve Hindistan'dan başka bütün Önasya'da Sovyet (Rus)

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 251

kültürünün rakipsiz hâkim olacağını: anlatmış ve buna engel olmak isteyen mahalli dil ve kültürler üzerinde durmaya değmez, bu dillerden ancak ko- münizmi yayma işinde faydalanılır demiştir. Bu ve emsali sözler başka yerlerde de tekrarlanmış. Fakat onlar yalnız Rusya hududunda kalmamıştır. Hiç şüphe yoktur ki'bu böyle gidecektir ve neticede kendi iradelerine sahip olarak yaşamak isteyen fa- kat mahkümunuz kalan her milletin bir numaralı düşmanı Sovyet Rusya olacaktır.

Size bu hususu «Sömürgecilik ve milletler me- selesi» mevzuuna dair tezlerinizi beraberce tetkik ettiğimiz zaman biraz söylemiştim. Sonra bu tezle- rinizi «kommunistiçeskki İntemetional» da (N. 11) bir daha okudum. Siz proletarya diktatoryası dünya çapında tahakkuk ettikten sonra dahi «geri kalmış milletlere o ülkelerde sosyalist rejimini tesis etmek- te (orada hâkim milletler de dahil olduğu halde) «ileri gelen (peredovoy) milletlerin» aktiv yardım- larda bulunmaları şart olduğunu ileri sürdünüz, Bu ise Hindistan'da İngiliz ,Türkistan'da Rus, Afrika'da Fransa ve Belçika amele teşkilâtının bu ülkelerde kolonyal siyasetlerini idame ettirmeleri demektir. 1915 senesinde Ufa'da sizin arkadaşlarınızla konuş- tuklarımda kuracağınız sosyalist rejiminde, insanla- rın iradelerini yok etmek esasında bir terör rejimi vücuda getirebileceği hiçbir zaman bahis konusu ol- mamıştır. Şimdi ne oldu? İnkilâplarm gâyesi bu mu idi? Size Profsoyuzlar (Sendikalar) münakaşasında bu suali tevcih ederken Piatakov haklı idi. O inki- lâpları alın teri ve kan dökerek yaşatmış olan amele teşkilâtının iradesini elinden almayınız dediler. Ro- za Lüksemburg dahi, sosyalizm emperyalist anane- lerin esiri olan büyük milletleri emellerine hizmet

Ni

252 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

eden yolu tutarsa ondan hayır olmayacağını söyle- miş. Rusya'da sosyalizm emperyalist ananelerinin esiri derekesine inmemiş olsaydı onun mahküm mil- letler için alfabe ve konuşma lehçelerinden uyduru- lacak yeni edebi diller meseleleriyle ne gibi alış-ve- rişi olabilirdi?... Sağ olursanız belki yapılan hatâla- rın tâmirini bizzat kendiniz yapardınız. i

20 Şubat 1923, A, Z. Validov

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Cihan Siyasetine Dair

ASYANIN MUKADDERATI

Garpte bu son senelerde, bilhassa İkinci Cihan Harbinden sonra Asya'nın ve Asyalı milletlerin mu- kadderatı (geleceği) hakkında birçok eserler ortaya çıktı. Bunlarda bu mevzu siyaset, iktisat, din ve kül- tür bakımından ele alınmaktadır. Asyanın hayatını öğrenmeğe tahsis edilen dergilerden başka İngiliz ve Amerikalılarda «Orta Şark», «Uzak Doğu» ve «Güney Doğu Asya» ünvanlariyle, Ruslarda «Rusya dışı Şarkın tarihi», «En yakın tarih» ve «Bugünkü» ünVanlariyle her sene, yahut birkaç senede bir ye- nilenerek neşredilmekte olan cildlerde incelenen bu mevzua, Fransız ve Almanlarda mütehassısların işbirliğiyle neşredilen «Documentations», «Asya Ta- rihi», «İslâm Milletleri Tarihi», «Uzakdoğu Tarihi» ve saire isimler altında toplu eserlerde de temas e- dilmektedir. Bu gibi neşriyatın biz Türklerde birer enstitü dergisinde muntazaman ayrı ayrı ve toplu olarak tenkit edilmesi, ara sıra toplantılarda konuş- ma ve müzakere mevzuu yapılması gerekir.

Bu yayınlarda söylenen fikirler çeşitlidir ve hemen söyliyeyim ki, çoğu geçici hâdiseleri değişik surette değerlendirmeğe dayanır. Kore harbi zama- nında çıkan eserlerde, bilhassa, Zischka'nm 1950'de çıkan «Asya, bu yeni dünyanın ümitleri» ünvaniyle neşredilen mükemmel eserinde bu kıtada garp düş- manlığının ve neutralizmin daima hâkim kalacağı kanaati izhar edilmiştir. Meşhur Amerikalı muhar-

N

256 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

rir Walter Lippman Kore'ye girdik ama, bundan ha- sıl çıkarız, demokrasi namına yardım etmek mecbu- riyetinde kalacağımız her ülkede garp düşmanlığı mevcut olduğundan vaziyetimiz böyle olacaktır, de- miş ve Asyalılara yardımı aynı zamanda büyük bir endişe kaynağı olarak tasvir etmişti. İsviçreli mu- harrir Fred Poeppig ise «Asya - Avrupa Cihan mu- vazeriesi» mevzuuna dair yazılarında (1952) mese- lenin felsefesine dalmış, güya Poona'da Hind felse- fesi kongresinde Allah'sız din ve dinsiz ahlâk pren- sibi ileri sürüldüğünden Asyanın komünizme İelse- fi bakımdan yakınlığı tahakkuk etmiş, bir Tibet La- masının İkinci Cihan Harbi arefesinde bu harbi ön- den haber verirken bunun ancak çok müthiş olacak Üçüncü Cihan Harbinin mukaddemesi olacağına dair kehanetini nakletmiş; o sene Holanda'da yuvar- lak masa kongresine giden Endonezyalılarla da ko- nuşarak, gelecek (yâni üçüncü) cihan harbinin ka- pitalizmle bolşevizmin, Allahlı ve Allahsız, din ile dinsizliğin bir tarafta Garpliler, diğer tarafta ko- münistlerle Asyalılar olduğu halde amansız savaşı şeklinde cereyan edeceği, hakiki insan ile hakiki hürriyetin o harp neticesinde ortaya çıkacağı ve bu yeni hür insanın kudretiyle medeniyetin yeni ham- leler yaparak gelişeceği hakkında kehanetlerde bu- lunmuştur. Bu mütalâaların mesnedi Budist Asya olduğundan netice de o muhite münhasır kalmak icap ederdi, fakat Poepping fikirlerini tekmil Asya, belki de tekmil beşeriyete genişletmiştir.

Asyanın mukadderatına ait diğer eserlerde gü- ya Budist Çinin hayatını öğrenmek esasında Mao - Tse - Tung'un bir Asya Tito'su olacağına ve Asyalı neutralistlerm bu «Şark Titosu» etrafında birleşece- ğine, İslâm âleminde de Tito, Mao - Tse - Tung he-

Gi lm le rem nr a ER

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 257

yulâlarmın yükselmekte olduğuna, bu yolla As nın cihan muvazenesinde bir üçüncü kuvvet te il edeceğine ve dünyaya belki de bu «Titolar» Sn sinde birleşen neutralistlerin düzen Ma e dair mütalâalar yazıldı. Kendisi Londra Üniveriterimde şark dilleri okutan değerli bir profesör Ka Belçika'da ilmi kariyerini yapmakta olan karıs

habilitasyon tezi olarak Gandi ve Nehru'yu iz olmasını 1954 senesinde Londra'da bulundum 5 rada gururla anlattığını hiç unutmam

Bu nevi mütalâaların geçici hâdiseleri iri le ortaya çıktığı veya o hâdiseler ei mahsus ortaya çıkarıldığı az sonra anlaşıldı. Kızıl Çin, bugün dahi birçok insanların Çin'in cibah muva: cehesinde Sovyetlerden ayrı bir kıymet olduğuna > nanmakta israr eylemelerine rağmen, umumiyetl anlaşılmıştır ki, Kızıl Çin bugün Moskova'nın il şartlarına uydurulmuş bir ifratçı doğu Beyde sıl ki öte yanda onun Garp şartlarına uydurulmu ve daha mutedil düzen vaadiyle leh Batı peykleri vardır. Bunları Ukranyalı Prof Mar, tus geçen sene Amerikalıların Rusya'yı tetkik o gresinde Deccal'ın hıristiyan oApokriflerinde tavsif olunan iki cephesine benzetmişti. Hülâsa bugünkü Kızıl Çin'in cihan muvazenesinde müessir alabile- cek bir istiklâli ve komünizmin esas e Rusya'dan farkı yoktur. Kızıl Çin, Moskova ile ii likte Tibet ve ihtimal ki Şarki Pakistan izeriden Hint Denizine inmek emellerinde olduğu gibi, Afri-

, ka'da meselâ Cezayir meselesinde Garbe karşı per-

vasız bir siyaset tatbikinde Moskova tarafından kul- lanılan bir maşa işini görmektedir. Pekin'le Moskoz

17. F.

a

258 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

va arasında menfaat tezadı çok büyüktür, her ikisi ayni derecede haris emperyalist olduklarından bu tezat gün geçtikçe artacak ve bir gün büyük ve müt- hiş çarpışmalara müncer olacaktır; fakat hür dünya kuvvetli oldukça bu ihtilâflar bir aile kavgası ma- hiyetini muhafaza edecektir, bunda hayale kapıl- mak, Rus - Çin menfaat çarpışmaları ihtimaline da- yanarak tek taraflı bir siyasi plân kurmak basiret- sizlik olur. Kızıl Çin'in Rusya'ya, onun Sibirya'da genişlettiği sanayie bağlılığı gün geçtikçe artmakta- dır. Çin hızla inkişaf etmekte olduğundan onun yi- ne ayni hızla artan büyük ihtiyaçlarını kendisinin ilerletmekte olduğu sanayii hiçbir türlü karşılaya- mıyor. Çin ve Rusya arasında siyasi bağlar gibi ik- tisâdi ve kültürel bağlar da gün geçtikçe artmakta- dır, bu da Ruslara kendi kültürlerini tekmil Asya mikyasında yaymak emellerini takviye eder mahi- yette görünmekte ve onları türlü emellere sevket- mektedir. Halbuki diğer taraftan hür Asya'daki ge- lişmeler Asya milletlerini garp âlemine yaklaştıran bir istikamet almaktadır. 1945'tenberi değişik siya- set kullanan Japonya, nihayet bütün solcu tertip ve nümayişlere rağmen bu ülkenin umumi siyasetini yeni Başvekilleri Hayato İkedo bundan dört gün evvel şu şekilde tesbit etmiştir: «Komünist dünya ile siyasetimizi âyarlamak için hür dünya milletleri safında kuvvetli duruma geçmeliyiz, komünistlerle ancak kuvvetli olmak şartiyle yanyana yaşayabili- riz» Bu hakikati Türkiye daha 1920 senesinde an- lamıştı.

Bütün tarihte pasifcilikle imtiyaz eden Hintli, Ter İkinci Cihan Harbi zamanında dünyanın aldığı siyasi inkişaflar neticesinde hemen hemen bedava- dan istiklâl kesbetmelerini Gandi'nin. tahta kılıç si-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 259

yasetinin neticesi olduğuna kani idiler. Hattâ bu taktiğin dünyanın diğer kısımlarında da tatbik edil- mesi gerektiği hakkında Kirişma Memnon ağzı ile Birleşmiş Milletler muhitinde alenen propagandada bulunuyorlardı: 1958 senesi başlarında Hindistan Cumhurreisi yardımcısı meşhur .filosof Rathakriş- nan, Columbia Üniversitesinde kendisine verdirilen bir konferansta bu propagandanın ilmi kisvelere bü- rünen bir şeklini dinlemiş ve birçok ciddi insanları kandırabileceklerine hayret etmiştim, Amerika'da «Gandi ve Onun Hayatı ve Felsefesi», «Nehru ve O- nun Hayatı» gibi ünvanlar taşıyan ciltlerin çok Sa- tıldığını gördüm, bu eserlerde bu iki zat âdeta As- ya'nın peygamberleri belki bütün insaniyetin kur- arıcıları gibi tavsif edilmişlerdir. Şimdi hür dün yanın karikatürcülüğünde alay mevzuu olan Nehru bir taraftan Moskova'nın yumuşak eliyle okşandığı halde, diğer taraftan Pekin'de kırbaçlanınca mem- leketinde 13 milyon Hintliden Moskova tipi bir ko- münist devleti kuran vatandaşlarından ancak kat'i hareketlerle kurtulmuş olduğunu görmekten çok memnundur, Nehru bundan sonra da kuvvet muva-

zenesine dayanmak ihtiyacını daha fazla duyacak- ır.

Endonezya ve Malaya'da vaziyet, Tito ile dost- luk siyaseti tatbik etmek isteyen Ahmet Sukarno'-

, yu Kızıl Çin'e karşı çok ciddi tedbirler almağa sev-

ketmektedir, Sukarno'nun Moskova'yı ve bâzı Sov- yet Asya mıntakalarmı ziyaret etmiş olan arkadaş- larından bâzıları Rus mahkümu Müslümanları kur- tarmak fikrini dünyaya yaymayı gâye edinmişler- dir. Bunlardan «Türkistan'ı Kurtarma Komitesi» ni teşkil eden, bu yolda neşriyatlar yapan, Türkistan rehberlerine Türkistan haritası basılmış bayraklar

N

260 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

gönderenler siyaset meselelerinde Sukarno'dan ayrılmışlarsa da geçen kış Dr. Sukamo ile birlikte memleketimizi ziyaret eden bir münevver Endonez- ya'ı bana Dolmabahçe Sarayındaki ziyafette şu söz- leri söylemişti: «Türkistan'ı kurtarmak fikri yalnız bu gün siyasi sebeplerle junglere çekilen Türkistan meselesini Cezayir meselesi gibi milletlerarası me- sele yapmaktır. Bunu belki Türkiye'de yapmak güç olur, fakat bizde kolaydır. Bizim bütün sempatimiz Rus mahkümu olan Asyalıların istiklâllerini kesbet- meleridir». Asya'da şimdi garpte olduğu gibi, hür dünya ve Kızıl istibdat dünyası tezadı gün geçtikçe kuvvetini arttırmaktadır. 4 Aralık 1959'da Asya'nın hürriyet ve Kızıl istibdat sahaları sıfatiyle iki kıs- ma ayrılmış olduğunu ve hür Asya'nın mütecaviz Kızıl Çin'in tehdidine mâruz kaldığını yazan İsviç- re'nin Die Weltwoche gazetesi müteakip yazılarında Moskova - Pekin mihveri tehdidi ve onun tek bir kuvvet sıfatiyle Asya'yı atlıyarak Afrika işlerine müdahale eylemesi karşısında hür Asya'nın daha fazla ürkeceğini ve birleşeceğini yazmaktadır.

Demek Asya da tıpkı Avrupa'daki iktisadi şart- lara tâbi kalmaktadır. Onun cihan siyasi hayatında mevkiini tâyin eden âmil, asırlardanberi içinde ya- şadığı dini, içtimai ve medeni şartlar olmaktan çok, cihanı idare eden iktisadi şartlar ve ona bağlı siyasi münasebetlerdir. Bu halde 1945'te İkinci Cihan Har- bini müteakip Asya'da müstakil devletler kurul- ması hâdisesinden sonra birçok âlim ve mütefekkir- leri kendisine celbeden Asya'nın mukadderatı» mev- zuuna dair fikirler bu 15 sene zarfında neşrolunan eserlerde mütemadiyen değişmiştir. Değişmiyen bir hakikat varsa o da Londra'da Stevens Beynelmilel Münasebetler Enstitüsünde A, Toynbee'nin halefi

ADE mi

ER e aran

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE | 261

olan Oksford profesörü Barraclougt'im yakında neş- rettiği «Değişen Dünyada Tarih» nam eserinde teba- rüz ettirilmiştir. O da: Avrupalı efsanevi mümtaz insanın tarihe karışmış olması ve Asya'lının yara- dıcı kudretinin hâkim vaziyete geçmesidir. Fakat Avrupalılara karşı ırki düşmanlık Afrika'ya geçince Asya'da Japonya'nın tuttuğu yol, Kızıl istibdada karşı hür dünya ile sıkı işbirliği yolu üstünlük ka- zanmağa başlıyor. Bu yüzden Arapların Birleşmiş Milletler Meclisinde Sovyetler lehine yahut bitaraf rey vermeleri İsrail meselesi yüzünden hâsıl olan dargınlık neticesi ve bir öfke sıfatiyle bir müddet daha devam edebilir, Barroclougt'ın kanaatine göre Avrupalınm mümtaz insan telâkki olunması artık tarihe karışmış ise de Asya'da Avrupalı ile hür ve serbest bir insan sıfatiyle işbirliği prensibi hâkim olacaktır.

Asya'nm mukadderatına ait son olarak neşrolu- nan eserler ümit vericidir. Eski pesimizm ve dehşet tasvirleri ortadan kalkmakta ve istikbal için bâzı pozitiv fikirler ve çıkar yollar gösterilmektedir. Bunların bâzılarında ileri sürülen fikirler benim 1928'de tamamlanıp Mısır'da ve İstanbul'da yayın- lanan «Bugünkü Türkistan ve Yakın Tarihi» kita- bımda söylediklerime uyduğundan bunları okumak- tan haz duyarım, Benim bu eserde mufassalan an- lattıklarım şunlardı: Asya bilhassa Ortaasya mese- leleri ırklar arası mücadeleler ile değil iktisadi inki- şaftın doğuracağı omecburiyetlerle O halledilecektir. Bu da fikrimce iki yoldan işleyerek Ortaasya'da bir açık kapı devrini açacaktır. Bunlardan biri: Kara ve hava yollarının inkişafının doğuracağı ve geniş- leteceği iktisadi münasebetler yolu; diğeri; Asya” nın, bilhassa Ortaasya'nın nüfusça kesif olmayan

a

262 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

yerlerini doldurmanın yalnız Slâvların inhisarında bırakılmak vaziyetinden kurtulup bu işte yerlilerle birlikte İran ve Hint kolonistlerinin müstakbel Tür- kistan'ın iskân işlerine iştiraki yoludur. Çok geniş olan Asya'da Avrupa milletlerinden farklı olarak kapıları geniş açmak ve bu yolla ırki münasebetler- de de bir muvazene bulmak zarureti vardır. Bu ba- kımdan Ortaasya'da Türklerin inkişafı, onların Tür- kiye ile kankardeşliği ve kültür birliği artık kom- şu İran ve Hint milletlerini rahatsız etmiyecektir. Çünkü Hazar Denizi'nin cenup ve şimalinde hâsıl

olan İran ve Rus nüfus kesafetini bir emrivâki ola-.

rak kabul etmiyen bir Türk bugün mevcut olmadı- ğından bu komşularımız için bir siyasi panturanizm- den bahsedip durmak zaten bir beyhude zahmetti.

Asya'nın iktisadi cepheden tetkikinde bilhassa iki müellifin eseri dikkati çekfhektedir. Bunlardan biri zikri geçen Anton Zitschka'nm eseridir. Bu zat Rus Asya'sını, Sibirya ve Ural'ı ele almış ve bu Sa- halara ait araştırmaları, bilhassa Rus. eserlerini göz- den geçirmiş. İran'ın, Hindistan'ın, Güneydoğu ve Uzakdoğu ülkelerinin iktisadi vaziyetini, garpli ve

“yerli (başlıca ingilizce) neşriyattan öğrenmiştir. Bu eser Asya'da petrol, maden işletme ve demir sana- yii hususlarını ilk defa olarak bir arada toplu olarak gözümüzün önüne sermektedir. İkinci eser İngilizle- rin Hindistan valitumumisi yardımcısı Sir Olaf Ca- roe'ın atomun keşfdinen sonra Asya'da kuvvet dal- gaları (Wells of Power) mevzuu üzerine Zitsihka ile aynı senede (1950) neşrettiği kitabıdır. Olaf Ca- roe benim «Bugünkü Türkistan ve Yakın Tarihi» kitabımı daha neşrolunmıyan ingilizce tercümesin- den okuyup bundan, kendisinin 1953'te çıkan diğer bir eserinde (Sovyet İmparatorluğu ve Ortaasya

ERİL

rene

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 263

Türklüğü) geniş mikyasta istifade etmiştir. Wels of Power'in da atomun keşfi ile hâsıl olan vaziye- ti Asya'nın iktisadi hayatına ait İslâm ve Çin kay- naklarında mevcut malümatı muasır araştırmalarla elde edilen malümatla bir araya getirmiş ve dünya- da kuvvet dalgalarının vücuda getireceği sahaları bir bir tesbit etmeğe çalışmıştır. Ortaasya'da kuv- vet kaynaklarının, bilhassa Fergane ve Kaşgâr mın- tıkalarında, temerküz etmiş olması dolayısiyle müs-

takbel Asya'nın iktisadi hayatında Tiyanşan Pamir

sahasının birinci mevkii ihraz edeceğine kanidir.

Asya'nın iktisadi imkânlarına ait diğer eser de Birlşemiş Milletlerin Asya ve Güney Asya İktisadi Birliği Kara ve Havayolları Komitesinin 1959 Ka- sım ayında Bangkok ve Delhi'de ve aynı sene Ara- lık ayında Karaçi'de toplanan Çalışma Grupu (Vor- king Group) tarafından neşrolunan rapor ve harita- lardır. Bilhassa Pakistanlı ve Hindistanlı mühendis- lerin katıldığı bu Grup'un âzaları dahi Sir Olaf Ca- Toe gibi mevzuu bu sahalarda büyük ticaret yolla- rının tarihi tekâmülü ile muvazene olarak ele almış- lardır. Artık tatbikat sahasına geçmekte, İran, Pa- kistan ve Hindistan'daki mahalli plânları geriye bı- rakmakta olan yeni geniş plânlara Avrupa'dan Say- gon'a kadar uzanan bir «Beynelmilel Asya Hayvay'ı bahis mevzuudur. Bu yol İstanbul, Ankara ve Teb- riz'den Tahran'a geçecek, burada ikiye ayrılarak ce- nubi kolu Kaşan, Yezd, Düzdap ve Lahor üzerinden Delhi'ye gelecek; şimali kolu da Nişapur, Meşhed, Kâbil ve Ravelpendi üzerinden gene Delhi'ye ge- lecek, burada birleşen bu büyük otomobil yolu Bangkok üzerinden Vietnam'da Saygon'a o gelecek- tir. Bu yol İstanbul'dan Saygon'a 13.000 kilometre kat edecektir, Çok geniş ve çok mükemmel olacağı

N

964 © TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

plânlaştırılan bu yol tekmil Asya'yı bilhassa Cento memleketlerini birbirine sıkı bağlayacaktır. Yol ü-

zerinde binlerce otel, motel, şehir, kasaba, ticaret -

merkezleri kurulacaktır. Zaten hava ve demir yolla- da bu otomobil hayvayleri ile muvazi olarak çalı- şacaktır,

Asya'nın güney kısımları bu şekilde inkişaf e- derken Ankara - Tebriz üzerinde Tahran'a gelecek olan demiryolu, Hazar Denizinin güney - doğu köşe- sinde Benderşah'a gelmiş olan demiryolu ile birleşe- rek ve Taşkent - Alma-ata - Çögeçek - Urumçı üze- rinden işliyecek Pekin'e ve Altaylar üzerinden Si- birya'ya işlemekte olan büyük demiryolları ile bir- leşmek için bugün İran'daki Benderşah ile Türk- menistan'daki demiryolu istasyonu Bala - İşim ara- sında kalan 280 km. açıklığın kapanmasına Ruslar tarafından sırf siyasi ve iktisadi tekelcilik mülâha- zaları ile yolverilmemesi göze çarpacaktır. Burada ayni Güney Asya'da olduğu gibi Tahran'dan Gür-

“can üzerinden Merv, Buhara, Fergane, Kaşgâr ve Kansu üzerinden meşhur Sven Hedin'in plânlarını kurduğu Ortaasya «İpek yolu», yâni Ortaasya'dan Uzakdoğu'ya geçecek beynelmilel hayvay'in oyapıl- ması icap edecektir. Fakat Ortaasya'da iskân işini ancak Slâvlarm inhisarı altında tutmak istiyen Rus, burada da Benderşah ile Bala - İşim afasındaki 280 kilometrelik bir saha gibi bir açık bırakmak istiye- cek, yâni Ortaasya'dan Uzakdoğu'ya geçecek bey- nelmilel hayvayin bu mmtakada birleşmesine, bu yol üzerinde Asyalıların oteller, kasaba ve ticaret merkezleri kurarak ülkeleri canlandırmasına engel olacaklardır.

Şimali Asya'da demir, oto ve hava yolları bu gün Sibirya üzerinden Vladivostok'a ve daha ötele-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 265

rine işlemektedir. Bu büyük yoldan Samara - Taş- kent, Altaylarda Novosibirsk'den Tiyanşan dağları- na ve Alma-ata'ya; Altay'lardan, Mançurya'dan yi- ne Pekin'e bağlıyan yollar mevcuttu; bu sene Bay- kal sahasını Dış Moğolistan'ın başkenti Ulan Batur (Ürge) üzerinden, İç Moğolistan yoluyla Pekin'e bağlıyan yeni demiryolu hattı açıldı. Aynı şekilde Cenubi Asya demir ve otomobil yolundan da şimale Ortaasya mmtakalarma doğru uzanan kollar açıla- caktır. Bütün bu şimalde Sibirya'dan ve cenupta İran, Pakistan ve Afganistan'dan şimale doğru uza- nan kollar ancak Rusların siyasi mülâhazalarla vü- cuda getirdikleri ve getirecekleri engeller yüzünden inkişaf etmiyecektir. Fakat bu demirperdeler de Kudüs Şerifi İsrail ile Ürdün arasında ikiye ayıran duvarlar ve telörgüler gibi sun'i hailler olacak ve insaniyet bunları ergeç yıkmak mecburiyetinde ka- lacaktır.

Memleketimizden geçecek büyük © beynelmilel hayvay ihtimal Ankara'dan sonra 2 numaralı devlet otomobil yolu ile İran'a girip, Hazar Denizini cenup- tan kuşattığı gibi, meselâ Erzurum şarkında Hora- san kavşağında 2 numaralı hattan ayrılarak Kars - Tiflis ve Asterhan üzerinden geçerek aynı Hazar Denizini şimalden kuşatır ve ihtimal Sırderya hav- zasında Farabi'nin vatanı olan Arıs (Farab) mmta- kasmda, demiryollarının birleştiği yerlerde birle- şir. Bunları bugün bir hayâl gibi telâkki edenler o- labilir, fakat Rus Asya milletlerinin can damarları- nın faaliyete geçmesine ne zamana kadar mâni ola- bilir? Bu gayri tabii hâle evvelâ Rusların kendi ara- larında razı olmıyan insanlar vardır. Fakat memle- ketimizde komünizm propagandası yasak olmasına rağmen Rus sevgisine tutulmuş öyle şahsiyetlere

N

266 'TÖRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

rastlanır ki, meselâ bunlardan bugün artık hayatta olmıyan birisi benim 1940 senesinde çıkan bir ya- zımda Türkiye'den gelecek demir ve otomobil yol- larının Hazar Denizini cenuptan ve şimalden kuşa- tacağına dair sözlerimi hemen hayal mahsulü ve panturanizm hülyaları diye damgalamaya kalkış- mış ve Ortaasya ile Küçük Asya irtibat yolları ku- rulacağına dair sözlerimi Rusya'nın dahili işlerine karışmak gibi tavsif etmişti. Onca Rusya'da yaşıyan kim varsa bunların hepsi Rustu, orada Türklüğün mevcudiyetinden bahsetmek bir cürümdü. Ben bu- na cevabımda yollardan bahsetmenin panturanizm- le ilgisinden bahsetmenin sadece bir provokasyon olduğunu, yazımda bu mevzua ancak iktisadi bir mesele olarak temas etmiş olduğumu, Hazar Deni- zinin cenup ve şimalinden geçecek büyük yollardan bahseden zatın Lenin'in yakın arkadaşı ve Rusya İ- limler Akademisi başkanı mühendis Krijijahovski olduğunu söyleyince muhatabım olan zat tatmin e- dilmiş oldu. Bu zat Kafkasya'yı Acem Körfezi ile bağlıyacak yollardan bir Rus sıfatiyle bahsetmekle beraber, Asya'nın müstakbel irtibat yollarından ve büyük enerji kaynaklarından bir insan olarak bah- sedebilmiştir. Zannederim bir gün Rusların kendi- lerinde dahi Krijijanovski tipinde insanlar, Slâvla- rın Çinlilerle birlikte dünyaya hâkim olmaları pe- şinde koşmaktansa Asya milletlerinin Rus ve Çin boyunduruğu haricinde kalarak (birbirleriyle ser- best rabıtalar tesis eylemelerine yol vermenin daha

mâkul bir olacağını düşünen insanlar çoğalacak- tır, i

Her halde Şimali Asya'da Ruslar tarafından ya- şatılan büyük yollarla muvazi olarak Asya'nın .ce-

nubundan geçen beynelmilel kara ve hava yolları

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 267

neticede Asya'nın ortasında eski ipek yolları da mo- dern hir şekilde yeniden faaliyete geçecektir. Bu meselenin İran'da, Pakistan ve Hindistan'da uyan- dırdığı akisler dikkate şâyandır. Asya'nın mukad- deratı meselelerinin emperyalist ve haris müstevli- lerin inhisarından çıkıp bir gün tamamiyle yerli ih- tiyaçları tatmin etmek üzere yerli kavimlerin elle- rine geçeceği muhakkaktır. Gelişmemiş milletlere yardımın istikbali şüphesiz ki büyüktür, Kızıl Rus

.ve Çin'in dışında kalan Asya, artık garbe karşı Rus-

ya ile değil, kendi menafimi korumak ve kendi re- fahını temin etmek maksadiyle hür milletlere bağ- lanacaktır. Bu bakımdan CENTO ve SEATO birlik- leri tam hayat ihtiyaçları neticesinde doğmuş teşek- küllerdir. Zamanımızda dünya pek çabuk değişiyor. Fransızların bundan çeyrek asır evvel Cezayir ve Tunus'a olan nazarları nasıl değişti. Bunu gözleri- mizle görmekteyiz. Asya'da beynelmilel irtibat yol- larının inkişafı ve Kızıl Rus ve Çin'in buna engel olmak yolundaki çırpınmaları bugün dünyayı pek yakından ilgilendirmektedir. Bundan hayırlı neti- celer beklemek yerinde olur.

Benim bu musahabede anlatmak istediğim İ- kinci bir mesele Asya'nın mukadderatı ile ilgili ilmi mevzuların Üniversitelerimizde tedrisi ve bu saha- larda araştırmaların teşkilâtlandırılması, garpli â- linilerle bu hususta işbirliği kurulması meselesi idi. Vaktin darlığı dolayısiyle bu meselenin teferrüatı- na giremiyeceğim. Yalnız demeliyim ki İstanbul Ü- niversitesinde Umumi Türk Tarihi derslerini Umu- mi Türk ve Asya Tarihi dersleri şeklinde ifrağ et- mişiz ve bunun enstitüsünü vücude getirmek için de çoktan teşebbüse girişmişizdir. Gerçi bu bir çok engellerle karşılaşmaktadır. Fakat Kore savaş-

Ni

268 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

larına iştirâkimizden sonra, bizde Asya meseleleri- ne karşı alâka genişlemiştir, Edebiyat Fakültesinde Çin dili lektörü Celâleddin Van Sin Şang geçen se- ne Çin'e ait verdiği konferanslarında Asya mesele- lerine karşı ilginin kendisinin 1932'de Üniversitemi- zi ikmal ettiği gündenberi hayallere sığmayacak derecede genişlediğini gazetelerimizde dış siyasi ic- malleri o zamanda görmek mümkün olmadığını can: misallerle anlattı. i

Fikrimce Türkiye Üniveısitelerinde Türk Tari- hi bir taraftan Türkiye tarihini, Mısır, Şimali Afri- ka ve Akdeniz sahaları dahil Yakmşark, Orta ve Şarki Avrupa ile birlikte öğrenmeyi üzerine alma- gereken «Türkiye ve Ortaşark Tarihi Enstitüsü»; diğer taraftan Umumi Türk tarihini Uzakdoğu, Ce- nubi ve Şimali Asya ve Rusyaile birlikte öğren- mekle tavzif edilen «Umumi Türk ve . Asya Tarihi Enstitüsü» tarafından öğrenilmelidir. Çünkü tarihi- miz o kadar dal-budaklı olmuştur ki onları tek bir Türk Tarihi Enstitüsü kavrayamaz. Fakat bu mesaji mutlaka Amerika ve Almanya'da olduğu gibi muâ- sır hayatı siklet merkezi yapmak esasında ilerlet- meliyiz. Üniversitelerimizde Emevilerin garbi, Av- rupa'da, Osmanlıların Ortaavrupa'da fütuhatları- nın tarihi İslâmların ve Türklerin . tarihte övünüle- cek hâdiseleri olarak tedris olunur; fakat böyle bir tedrisat Asya'nın ve Ortaşark'm muasır hayatının, tedrisat ve araştırma sahalarının kenarında bırakıl- masını icap ettirmemelidir. Almanlarm meşhur hin- dolog Prof. Waldsmit'in idaresinde neşrettikleri «Asya Tarihi»; keza Pakistanlı âlimlerin «Hint - Pakistan'da Sulh Hareketleri» ünvaniyle neşret- mekte oldukları muazzam eser hep bugünkü hayatı esas olarak ele alıp yazılmışlardır. Bizde de meselâ

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE Oo—o 269

tedrisat ve Fakültelerimiz tarafından neşrolunan

kitaplar elbette İran'da Kaşan demiryolu hattının Pakistan hududunda Düzdab hattı ile birleştirilmesi |

yolundaki çalışmalara Çinlilerin Tibet'i işgaline, İ- ran'da ve Arap dünyasında petrol meselelerine, ay- kavimlerin, meselâ Kürtlerin hareketlerine dair

o malümatı ihtiva etmelidir. Komşu kavimlerin mua-

sır hayatını gazetelerden takip eden, gidip yerinde tetkik eden talebelere bu mevzularda tezler veren enstitülerimiz bulunmalıdır. Ancak bu şartlar dahi- linde bizde hayatla ilgili genç âlimler yetişebilir. Ben eserlerimin birinde tarihe nazarımı şöyle an- latmıştım: Tarih muâsır hayat meselelerini mukad- dematı ile öğretmek demektir. Bu elbette Sovyet- lerde olduğu gibi muasır hayatla ilgisi olmıyan tari- hi hâdiseleri öğrenmenin lüzumunu inkâr etmek demek değildir. Fakat Türkler kendi tarihlerini es- kide ve bugün beraberce yaşadıkları kavimlerin tarihi ile muvazi olarak öğrenmek ihtiyacmdadır- lar. Böyle yaparsak Asya'nın mukadderatı mevzuu- nu en iyi kavrıyan millet de Türkler olacaktır.

Sorular ve cevaplar

Soru (Tahsin Ünal) Milliyet, Türkçülük, Tu- rancılık ve ırkçılık mefhumlarının izahını Harp O- kulu talebeleri her zaman benden sormaktadırlar. Bir otorite sıfatiyle bunları ve «Turan» kelimesini aydınlatabilir misiniz?

Cevap Bunların izahı uzun sürer. Herhalde Türkiye'de milliyetçiliğin anlayışında bâzı karışık- lıklar var. Bu gibi kültür mefhumları ile ilgilenen zevattan müteşekkil bir toplulukta karşı karşıya o- turup münakaşa etmek faydalı olacaktır. «Turan»

N

270 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

kelimesinin Firdevsi'nin eserinde vesaire eserlerde ifade ettiği mâna, hakkında İslâm Ansiklopedisinde Minorski'nin yazısında bâzı şeyler öğrenilebilir ki, oynaktır, İşte Cemal Bey (Coğrafya Profesörü) bi- lir ki, coğrafya ilminde bir «Turan yaylası» tâbiri vardır, şimdi pek kullanılmaz. Bizim milli ismimiz «Türk» dür, diğer bâzı akraba kavimlerle birlikte - «Altay» grubunu, daha diğer bâzı kavimlerle birlik- te «Ural - Altay dilleri» zümresini teşkil ederiz. Her halde «Turan» daha ziyade bir edebi tâbirdir ki, ef- sânevi bir milli varlığı ifade eder. Bu cihetten «Tu- ran lokantası», «Turan Oteli» denir ve şahıs ismi o- larak kullanılır, fakat «Turan siyasi partisi» denil- mez. Bu tâbiri bir çok âlimler bilhassa Macarlar «U- ral - Altay» tâbiri yerine kullanırlar.

Söru (Zeki Sofuoğlu) Üniversitede Umumi Türk ve Asya tarihini istediğimiz şekilde öğrene- cek enstitünün kurulmasına karşı ne gibi engeller vardır? Diğer profesörler başka türlü düşünü- yorlar?

Cevap Fakülte arkadaşlarım hakkında bir

şey söyliyemem. Ben bir fikri taşıdığım halde di-.

gerleri başka fikir taşıyabilir.

Soru (daha başka bir dinleyici) Ne zaman Asya'nın her tarafında, Türkiye'mizde gezdiğimiz gibi serbest gezebileceğiz. Bunun için nihai yahut takribi bir zaman söylenebilir mi? Dış Türklere kar- şı ilgi göstermenin, meselâ Irak'ta olduğu gibi, Rus- ya'da da ora Türkleri için fena neticeler vereceğine dair iddialar doğru mudur? Ben Amerika'da tahsil- de iken dahi bu mesele ile ilgileniyordum, izahınızı rica ederim. ;

Cevap Asya'da demirperdenin ne zaman kal- kacağını söylemek bir nâçiz profesör için imkânsız-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 2171

dır. Bir vakit Dullas'ın yerine Amerika Dışişleri Ba- kanı olması imkânından bahsedilen Paul Hofmann gibi büyük sıyasi şahsiyet buradadır, bu gibi siyasi- ler bâzan meselâ Kızıl Çin'i Birleşmiş Milletlere al- mamak, diğerleri, meselâ Bevan ve Nehru, almak fikirlerinin mucip sebeplerini anlatırken demirper-

denin kalkacağı, yahut hiç te kalkmıyacağma dair

kehanetlerde bulunurlar, Bizim bildiğimiz ise an- cak Asya milletlerinin hürriyeti, irade serbestisini sevdikleridir, ve kimsenin dünyaya karşı devamlı olarak siz buradan geçemezsiniz, yol yapamazsınız, ticaret yapamazsınız diyemiyeceğidir. Nasılsa bir beşeriyet var, o toptan boyunduruk altına sokula- maz. Ortaasya kavimlerine karşı ilgi meselesine ge- lince, böyle bir ilginin onlarin başına veyahut bizim başımıza felâketler getireceğine dair düşüncelerin çoğu uydurmalarımızdır. Meselâ çok iyi tanıştığım merhum hattat Rakım Bey saf bir vatansever sıfatiy- le. bize «Siz Türk dünyasının tarihi dâvasını ortaya atarak biz Türkiye'lilerin başına felâket getirecek- siniz, neme lâzım» diyordu ve bu yüzden Rusların Rusya İslâmlarını katliâma uğratacaklarını söyler- di; «Garp, Şark ve Amerika tesirleri» müellifesi gibi geniş Türk dünyası anlayışının aleyhtarları ve bu- nu zararlı zihniyet telâkki edenler ise bunun Ame- rikalılar tarafından oynanan tehlikeli bir oyun ol- duğunu ve Türkiye'nin asırlardır devam eden mev- cudiyetine son verdirebileceğini söylerler. Hakikat- te ise Türkiye Üçüncü Ahmet devrinden sonra Rus- ya tâbii Türkler arasında hiçbir fiili ayaklanma pro- pagandasında bulunmamış, «Türk Yurdu» mecmua- ve «Türk Gazetesi» açıkça posta ile gönderildiği zaman dahi bu yüzden kimsenin burnu kanatılma- mıştır. Şimdi Sovyetler ise fezâda muvaffakiyetleri,

N

979 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Tibet'te Dalaylama'nın sarayını, Çin'den getirdikle- ri hava hattı istasyonuna çevirmiş olmaları, orda o- to yolları, barajlar ve elektrik şebekeleri, Asya'ya hâkim hava meydanları vücude getirmiş olmaları, zirve konferansını parçalamaları gibi işler yüzünden çok mağrurdurlar, onların Rusya mahkümu Asya” lılara karşı siyasetleri dışarıda gösterilen sempati, antipatilerle tâyin edilmez; bu bakımdan Tito ve General Kasım'dan farklıdırlar.

Soru (Süleyman Karagülle) Çin'in siyaseti- nin müstakil olmadığını söylediniz, eğer üçüncü bir Asya devleti ile birleşirse bu Kızıl Çin, Rusya'ya karşı gidebilir mi?

Cevap Hatip bu soruyu yanlış anlayıp «Rus- lar daha 1954 Cenevre konferansından beri Garpli-

lerin kulaklarına arasıra sarı tehlikeyi fısıldıyorlar-

sa da bundan bir gün meselâ Amerika'nın buna İ- nanacağmı tasavvur etmek yanlış olur» demişti; konferanstan sonra soru kendisine yeniden anlatı- lınca: «Rusya'ya karşı meselâ Çin . Hind birliğini tasavvur etmek de ihtimal dışındadır, Hindistanm gittikçe Garba kayarak neutralizmden uzaklaşacağı- na inanıyorum» dedi.

Soru (Bir dinleyici) Tarihi, muâsır hayat bakımından öğrenmekte olduğumuzu söylediniz, o halde günlük hâdiseler başta gelecek, değil mi?

27 Mayıs'tan sonraki günlerin tarihini yazarsa- nız ne gibi kaynaklara dayanarak yazarsınız?

Cevap Beni yanlış anladınız, ben günlük hö-

diselerin ve 27 Mayıs'dan sonraki hayatın tarihini

yazmıyorum, onu Türkiye tarihinin bu devri ile meşgul zevat yazar. Ben ancak tarihi bugüne, yâni 23 Temmuz'a kadar getirmek lüzumundan bahset- tim, halbuki bununla beraber Milâddan evvelki ta-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 273

rihimizle de meşgulüm. Hazar Denizinin cenup ve şimalinde yaşıyan kavimlerin nüfus istatistikine dâir son asırda toplanan ve bugün toplanmakta o- lan malümatı üniversitelerimizin enstitülerinden birisi bir araya getirip bunun sentezini yapacak o- lursa bununla Türk kavimleri tarihinin son yarım

'asırlık tarihi, keza Türklerin Asya mukadderatında

oynıyacağı rolün ne olacağı meselesinin aydınlatıl- masına yardım etmiş olur; tarih tetkikinde insan, bilhassa biz Türkler çok realist olmak, bugünkü va- ziyeti öğrenmek geçmiş : devirlerdeki vaziyeti bu gün dahi devam etmekte imiş gibi görerek hareket etmek mecburiyetindeyiz,

Soru (İsmi tesbit edilemiyen bir dinleyici) Türk kavimlerinin Asya milletleri arasmdaki mev- kiini ve umumi tarihimizi serbest olarak dış mem- leketlerde eserler neşrederek aydınlatmanız imkânı yok mu? Demirperde: gerisindeki Türkler benlikle- rini muhafaza edebiliyorlar mı?

Cevap Dediğiniz tipte eserleri (omemleketi- mizde olduğu gibi dışarıda da neşretmek mümkün- dür. Hattâ böylesini dış memleketler de istiyorlar. Meselâ Amerika ilmi cemiyet ve akademilerinin birliği olan bir «Council of iLearnes Societies» var- dır. Bunun sekreteri olan Mr, Grevis 1948 de mem- leketimizi ziyaret ettiğinde beni böyle bir eserin te- lifi ile tavzif etmiş ve eserin neşrini her sene bulle- tinlerinde ilân etmişlerdi. Nihayet geçen 1957 sene- sinde ben New-York'ta iken bu eseri ancak bir cilt şeklinde 1958 senesi sonuna yetiştirmemi istediler. Ben de işi tamamlamam için eski yazıyı ve makine- de yazmasını bilen yardımcı bulup vermelerini İs-

18.F.

214 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

tanbul Üniversitesi Rektörlüğüne, Edebiyat Fakül- tesi Dekanlığına ve Maarif Vekâletine dilekçeler ya- zıp rica ettim. Fakat bundan bir netice çıkmadı. Â- rap kavimleri resmen tanınmış memleketler teşkil ettiklerinden Birleşmiş Milletlerde dahi mevcudi- yetlerini gösterir ve neşriyat yaparlar; Türkiye dı- şındaki Türk kavimleri boyunduruk altında olduk- larından dışarıdaki neşriyatları dahi Araplarınkin- den farklı olacaktır. :

Demirperde gerisinde milli benliğin muhafaza edildiği şüphesizdir. Gün geçtikçe maskesini atan ruslaştırma siyaseti karşısında vaziyet başka türlü olamaz. Rus kreş ve yatılı mekteplerinde annesin- den ayrı yetişen ve ana dilini bilmiyen Kazak ve Tatar gençlerinde de bu benliğin yaşadığını ve a- levlenen Rus düşmanlığını geçenlerde Frankfurt ce- za mahkemesinde Prof. H. Ritter'le birlikte bilirki- şilik yaptığımızda görerek hayret ettik, Hayatta en

çok müessir olan âmil fabrikalarda demiryolu, tay-

yare memurluklarında, şoförlükte kaynaşmalardır. Sovyet gazetelerinde Kazakistanlı bir şoförün Kaş- gar yanında bir yolcuyu soyduğu, diğer bir gazete- de pilotların koyun sürüsü yanına inip, koyun çalıp, onu başka bir yerde pişirip yediklerini ve tekrar uç- tuklarına dair haberler görülmüştür. Bu kaynaşma- lar neticesinde Ruş kadının dahi câzibe hususunda yerli kadının karşısında muvaffakiyet elde edemedi- gi söylenmektedir.

(Türk Xurdu, TI, 5 Ağustos 1960)

RCD MİLLETLERİNİN KÜLTÜR ALANINDA MÜŞTEREK GAYELERİ

“Burada RCD devletlerinin kültür siyasetini ele alırken bunu bugünkü dünya vâziyeti ışığında izah etmekle yetineceğiz, İran, Pakistan ve Türkiye ara- smda kültür münasebetlerinin tarihi tekâmül saf- halarını da gözönünde bulunduracağız. Bu bakım- dan bu konuya birkaç cepheden temas edeceğiz.

1 Böyle bir müşterek kültür siyasetinin, üze. rinde kurulacağı esas temel şudur, ki bu üç ülkenin beheri kendi hususi milli karakterine mâlik olmak- la beraber hep ayni İslâm medeni ananelerine da- yanmaktadır. İslâmiyet esasındaki bu birlik siyasi mânası ile bir Panislâmizm birliği değildir, o kendi câmiasına mensup olan ferdlerden mutlaka imanlı, «mü'min» olmayı da talep etmez. Abbasilerin «Şar- ki Hilâfet'ini, sonra Moğol ve Türk devletlerini teş- kil eden bu üç ülkenin ahalisi 10-16. asırlarda bir müşterek medeniyet yaşatmışlardı. Üç ülkenin o müşterek medeniyetin mirasına dayanan muâsır promlemleri vardır, Bu konuşmamızda onları izaha çalışacağız.

Bu üç ükle milletlerinin kültürce birliği o 23- man Buhari, Ebu - Hanife, Şâfi, Gazali, Attar ve Ce- lâleddin-i Rümi gibi mümtaz şahsiyetleri yetiştir- miş ve yabancı kültür cereyanlarının sokulmasına muvaffakiyetle karşı koyacak derecede sağlam ve yekvücut olmuştur. X. asırdan sonra bucâmia için-

276 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

de Hristiyanhk, Budizm, Mazdeizm, Manihaizm gi-

bi dinler hiçbir türlü yayılamadı. Halbuki XI. asır- da batıda Haçlılar ve Orta Asya'da Kerait, Nayman, Karahitay ve Moğol gibi gayrimüslim devletler İs- lâmlar üzerinde baskı yapıp gördüler, fakat ya gt- ri çekildiler, yahut kendileri İslâm câmiası içinde eridiler. Bugün vaziyet tam olarak değişti. Buhari, Farabi, İbn-i Sina ve El-Biruni'nin vatanları yalnız Doğu - Avrupa'dan gelen Slâv ırkının istilâsma uğ- ramakla kalmadı, 1954 senesi Mart ayında Rusya Komünist Partisi «Bâkir toprakları elde etme» (Mas- tering of virgin soils) kanunu çıkarıp şimdi 12 sene- dir Orta Asya'nın Kazakistan mmtakasmı Slâv ırkiı- nın Orta ve Yakm Şarkta fiilen hâkim etmek yo- lundaki plânlarının tahakkuk sahası merkezi hâline getirmektedirler, Bunun yanında iklimi yumuşat- mak ve iskân plânlarını tahakkuk ettirmek üzere Şi- mal Buz Denizine akan İrtiş nehrini sun'i sedlerle Hazar Denizine akıtmak istemektedirler. Bir de A- muderya nehrinin Milâd zamanlarında şimdiki Af- gan - Rus sınırlarındaki Kelif mmtakasmdan batı istikametinde Karakum çölleri içine doğru akan es- ki mecralarını «Karakum Kanalı» adiyle ihya et- mekte ve Hazar Denizine uzatılacak olan bir muaz- zam kanal üzerinde kurmakta oldukları şehir ve kasabalarda «genç Rus neslini oyerleştirmektedir. Bu işler tam olarak tahakkuk ettiği vakit eski İslâm kültür merkezleri olan Nesa ve Merv gibi şehirler Asya'da Slâvlığı ve Komünizmi yayma merkezleri hâline getirileceklerdir. Bir de Amuderya nehrinin Afgan Türkistanındaki sol kollarına tekmil «Oxus Sistemi»ne sahip çıkmak emeliyle kendilerine mal edinmek, eski Ballı (Baktriya) ve Toharistanı da Slav - Komünizmi ve kültürünün yayılma sahası i

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 277 çine almak ta plânlarına dahildir. 1954 te Amerika'- hlarm Almanya'da Tutzing'de topladıkları «Sovyet Araştırma Enstitüsü Kongresinde bu «Bâkir Ta - rak» plânlarını, Kür ve Aras nehir sistemizeiden de tam olarak istifade etmek tasavvurları ile birlik- te ele alarak Slâv Komünizminin Yakm Şarkta ya- yılma plânlarının eski Balh - Herat - Tus - Nisabur- Rey - Tebriz ve Kars istikametinde ilerletilmek is- tendiğini ızah etmiştim, Sovyetlern müteakip faali- yetleri, plânları hakkında Tutzing'de söyledikleri- min doğruluğunu isbat etmiştir.

Diğer mühim nokta Budizm'in Komünizmle bağdaşması imkânlarıdır. Devlet olarak Hindistan” m Komünizmle bağdaşamıyacağı malümdur, bu o- nun ve dış siyasetinde açık görülmüştür. Fakat pasifizm, bünyelerinde esaslı surette işlemiş oldu- gundan Hintliler, Komünist Emperyalizmi ile mür- cadele etmek zorunda kalan milletlere bu işte yar olmıyacaklardır. Maamafih ben Cihan Komünizmi- nin Hür Dünya'ya karşı en ağır savaşının Güney - Doğu Asya'da cereyan edeceğini daha 1929 da (Bu- günkü Türkistan, Kahire, 1929, s. 696) tahmin etmiş olan birisi sıfatiyle Hindistan'ın bu mücadelenin cididyetini görünce tutacağı yolun İslâm âleminin- kinden pek farklı olmıyacağmı zannederim.

İ Diğer taraftan Budizm'in Komünistliğe karşı intibakçıhğı dikkati çekiyor. İstanbul Üniversitesi Sinolojji hocası olan Çinli Celâleddin Wang - Zin - Shan «Kızıl Çin'de İslâmiyet» mevzuuna dair 1960 ta neşrolunan eserinde İslâm düşmanı olan Budist

- Çinlilerin bugün komünizm kisvesi altında İslâmi-

yeti yok etmek için Sovyet Rusya'daki anti-İslâm mücadele metodlarını tatbik etmekte Komünist

a

218 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Çim'lilerle tam işbirliği hâlinde olduklarını izah et- miştir. İslâmiyetle mücadele Müslümanları «Oto- nomi» ismiyle tecrid edilmiş küçük câmialar içinde ayrı bir itina ile yapılıyor; bundan kurtulmak için Müslümanlar Budist Çinllerle ayni mekteplerde tahsil ederek kendilerine karşı tatbik edilen «itina- lı» dağıtma ve çürütme ameliyatmdan kaçınmak is- tiyorlar ve Komünist Çinli'ler yâni Rusya'da olduğu gibi İslâmiyeti ortadan kaldırma işinde asıl Müslü- manların kendilerini kullanmaktadırlar: Güney Do- ğu Asya'da İslâmiyetin mukadderatı meselesi de bi- zim memleketlerimiz için endişe mevzuu olmakta- dır.

Bugün bilhassa Endonezya'da İslâmiyetin kül- tür ananeleri itibariyle zayıf ve diğer İslâm millet- leri ile râbıtaları eskidenberi gevşek olmasından Komünistler istifade etmekte ve Budist rahiplerle tam işbirliği hâlinde bulunmaktadırlar. Hindiçini'- de ve Malaya'da İslâmiyet siyasi ve askeri nüfuzunu kaybederse Endonezya'da ve Güneydoğu'da İslâmi- yetin varlık mücadelesi büyük bir buhran devrine girebilecektir, Kızıl Çin ve Endonezya komünistle- rinin Budistlerle bağdaşmasının arzettiği tehlike ne- tiçe itibariyle bütün İslâm âlemi için umumi ola- caktır. Bu bakımdan İngiliz Georg Kirk'in 1955 te neşrettiği «Ortaşark Tarihi» Okitabmda İslâmiyet belki hiçbir dış yardımla da kurtulamıyacağı kültü- rel ve ruhi buhran içine düşmüştür, onun kendi

kudretiyle (inert hulk) bir daha canlanması için ne-

siller hattâ asırlar gerekecektir, şeklindeki sözlerin

, Pakistanlı Aslam Sıddıgi'yi (oehdişelendirmesi (A

Path for Pakistan, Karacahi, 1964, p 201) çok yerin- dedir, Fakat vaziyet Mr. Georg Kirk'in zannettiği kadar vahim değildir. Vaziyeti kurtarma hareketi-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 279

ne hemen geçilmeli, çâreler aranmalı ve bulunma- lıdır...

Bu yollardan biri İslâm ülkeleri arasındaki râ- bıtaların maddi taraflarını kesin olarak tesbit et- mektir.

Ortaçağ'da İslâmiyet Uzakdoğu ile Yakın Şarkı bağlıyan «İpekyolu» üzerinde yayılmakla cihanşü- mül bir din olmuştu. Rus ilimler Akademisinin rei- si; İktisadiyatta Lenin'in akıl hocası olan Krjeja- novjki ve İngilizlerden «Wells of Pover» kitabının müellifi olan mütefekkir Sir Olof Caroe gibi muâsır Asya'da enerji kaynakları ve muvasele yolları üze- rine düşünenleri takip ederek MUÂSIK İslâmiyetin de eskisi gibi muasır «İpekyolları» üzerinde gelişe- ceğini düşünebiliriz. Ben Cento'nun İstanbul - Tah- ran - Kerman - Karaçi demir ve oto yolu inşası plân- ları dolayısiyle 23/7/1960 ta Ankara'da o günlerde

. inkılâp yapan zevat huzurunda . «Asya'nın mukad-

deratı» mevzuu üzerine verdiğim konferansta bu noktayı aydınlatmaya çalışmıştım. (Türk Yurdu, A- gustos 1960, 66. bu kitap, 255-274), Orada bu yolla- rın milletlerarası demir, hava ve oto yolları şeklin- de eski İpekyolunun Tahran'dan Orta Asya üzerin- den Uzak-Doğu'ya doğru uzanmasına ve «muasır İ- pekyolu» durumunda gelişmelerine bu atom ve uzay asrında emperyalist milletlerin siyasi ve iktisadi in- hisar plânlarının engel olmıyacağı da belirtilmişti. Bugün bu yolun Tahran'dan Herat ve Balh'a kadar uzanmasını temine çalışmalı. Yâni Aslam Sıddıgı'- nın düşündüğü gibi Afganistan'ın da iltihakı ile bir «Turpaghan» m tahakkuk etmesini, sonra Balh Kabil- Lahore-Karaçi demir ve oto yolları yapılması Şarki İslâm ülkelerinde İslâm kültürünü yeniden kudret- le diriltilmesinin esas mesnedi olmak üzere candan

:

280 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

temenni ederiz. Bu demir ve oto yolları üzerindeki şehirlerde İslâm kültürünü yaşatacak üniversiteler, araştırma enstitüleri, kütüphaneler, müzeler ve kül- tür için çalışacak irşad propaganda cemiyetleri vü- cuda gelmelidir. Ortaçağ'da bu yollar üzerinde in- kişaf etmiş olan şehir hayatı ve medeniyet, yalnız ticarete dayanıyordu;' şimdi ise bu yolların güzer- gâhları Asya'nın en kudretli yeraltı ve üstü enerji kaynaklarını meydana çıkaracak, onları besliyecek- tir. Yeter ki bu şahrahlar üzerinde yaşıyan kavim- ler Güneybatı Asya'da Hicaz'da olduğu gibi parlak iktisadi istikballerine uygun bir şekilde Ge edi- lerek hazırlansınlar.

2 Ortaya atılan bu kültür münasebetleri me- selesinin ikinci cephesi de işte bu terbiye işidir. Her şeyden evvel mekteplerde tarih, sanat, dil ve edebi- yat tedrisi için üçlü ittifakın menfaatlerine uygun bir yol tesbit etmek gerektir. Tarih tedrisinde, RCD milletlerin müştereken geçirdikleri parlak devirler üzerinde durmak, İslâm milletleri tarihinde terak- kiye mâni olan, ve aradaki ihtilâfları besliyen mez- hep, kaavmiyet ve mahallicilik gibi cihetlerin men- fi tesirlerini izâle etmek, 'Türk - İran ve Pakistan milletlerinde uyuşukluğu besliyecek fikir ve edebi- yat cereyanlarını bir tarafa bırakarak, üç millete, mâzilerinde müsbet mesaiye yol açan ve istikbal i- çin de hayır vaadeden fikir sistemleri ve üç milletin de hepsinde hürmet edilen şahsiyetler ve onların e- serleri üzerinde durmak gerekecektir, Bu bakımdan meselâ Gazali, Abdullah Ansari, Nizami, Attar ve Celâleddin-i Rumi, Abdurrahman Cami, Hüsrev Dihlevi, Alişir Nevayi ve Babür Mirza gibi parlak şahsiyetlerin eserleri, müştereken tesbit olunacak plân ve program dahilinde gelecek kültür münase-

RR nm |

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 281

betlerinin temeli şeklini alırlar. Bu zevatın eserleri- ni zamanın ihtiyaçlarına uymıyan tarafları kenarda bırakılarak müsbet tarafları üzerinde çalışmalar teşvik edilir. Bu müşterek kültür miraslarına daya- narak yeni muasır edebi eserler, romanlar, tiyatro eserleri, o zamanın sanatından mülhem olan muasır sanat ve sinemalar tervic edilir.

3 Fakat İslâm medeniyeti üzerinde yapılacak bu gibi modern çalışmalar için gereken kaynaklar istifade edilebilecek bir duruma sokulmalıdır. Bu da ancak plânlı bir surette yapılırsa istenen neticeyi verebilir. RCD İslâm ülkeleri arasında kültür işbir- liğinin esas mesnedi bu ülkelerin beherinde, bilhas- sa İstanbul'da mevcut umumi ve hususi kütüphane ve koleksiyonlarda mahfuz olan vesikalardır. Bü- tün bunlar dünyanın anlıyabileceği bir muâsır ilim dilinde kataloğlaştırılmamış, çoğunca hiç kataloğ- laştırılmamış olduklarından ya bunlardan ancak ay- ülkelerin bilginleri istifade etmekte yahut da hiç istifade edilememektedirler. Eğer RCD teşkilâtı, «İs- lâm Araştırmalarının Uluslararası Birliğinin 1951 de İstanbul'da toplanan 22 nci ve 1964 te Delhi'de toplanan 26 ncı Beynelmilel Müsteşrikler Kongre- sinde kabul olunan plânları benimserse tebrike şâ- yan bir yapmış olurdu. Bunda dünyada mevcut İslâmi el yazma vesikaların, kitapların İstanbul'da kurulacak bir teşekkül tarafından İngilizce fiş mer- kezi kataloğu yapılması, bunda kitaplara ve vesika- lara ait kaynaklar gösterilmesi ve mikrofilm müba- delesi kararlaştırılmıştı. Bu işler üç nüshada yazılıp bir nüshası Tahran'da, diğeri Karaçi'de vücuda ge- tirilmesi gereken diğer iki merkeze gönderilmeli; ayni zamanda bu kataloğların ayrı kütüphanelere ait olanları İngilizce olarak ayrı cildler hâlinde neş- redilmelidir.

N

282 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

4 Resim ve sanat ta üç memleketin aydın ta- bakaları arasmda müşterek anlaşma vasıtası oldu- gunu tarih göstermektedir. Türkistan'da Farsça bi- len ressamlar dahi İlhanlı devri Farsça eserlerin re- simleri tipinde resimler yapmışlardır. Şimdi muasır sanat eserleri ve edebiyat bizim eski kültür miras- larımıza dayatılarak vücuda getirilebilecektir. Biz

meselâ 13-14, asırlarda Tebriz'de Uygur ve Çin asıl- - sanatkârların Tebriz'lilerle birlikte vücuda getir-

dikleri eserleri ve 15. asırda Tebriz'li büyük sanatkâr- ların Herat, Semerkand, Agra ve Bursa'da vücuda ge- tirdikleri Sanat eserlerini görmekteyiz. Londra, İs- tanbul ve Tahran'da muhafaza olunan minyatürlü eserlerin neşri dil bakımından farklı olmalarına rağmen yaşattıkları ruh ve zevk birliğini tekrar ih- ya eder. Celâleddin-i Rümfye ilham veren derviş Şems-i Tebrizi'nin Kıpçak-Yazar Türklerinden ol- duğuna dair kayıtlar Mevlâna'nm kendi sözlerine ve bu Şems-i Tebrizi'ye nisbet edilen Türkçe şiir parçalarına uymaktadır ve önemlidir. Buna dayana- rak Celâleddin-i Rümi'nin müsikili ve danslı derviş- ler tarikatının Sırderya havzasında XI1. asırda in- kişaf etmiş Yesevilikle münasebeti ileri sürülebil- mektedir. Evvelce oChicagolu oryantalist Berthold Laufer'in «Sino . Iranica» ve Sir J, C. Coyajee'nin «Cult and Legends of Ancient İran and China» gi- bi eserlerinden öğrendiğimiz İran ve Çin'in Orta- asya üzerinden kurdukları eski kültür münasebetle- rinin bilhassa sanat sahasında 11-15. asırlarda daha mükemmel bir şekilde yaşatıldığı şimdi anlaşılmış- tır. İslâm milletlerinin her biri münferiden kendi malı sayarak iftihar ettikleri kültür eserlerinin ço- ğu müşterek temasların mahsülüdür. İran'ın müm- taz şahsiyetlerinden müteveffa Prof. Abbas Igbal

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 283

1948 de İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda mevcut min-

yatürlü eserleri ziyaret ederken ayni eserin iki nüshasında ayni mevzua dair minyatürlerden biri hayat şekillerinin tasvirlerine göre muhakkak bir İranlı, diğer biri muhakkak bir Türk sanatkârı ta- rafından vücuda getirildiğini müştereken tesbit et- tik ve her ikimiz de Türk'ün süslediği bu eserin Farsça metnini okuyup anlıyarak yapmış olduğunu öğrendik. Bunun gibi İlhanlılar devrinde Farsça e- serlere yapılan resimlerden bâzılarının Çinli veya Uygur ustalar tarafından yapılmış olduğu da tes- bit edilmektedir. Mâzide milletler arasında görülen müşterek mesai mahsüllerini tesbit etmek zamanı- mızda ve istikbalde bu gibi mesainin gelişmesine ve dar taassubun ortadan kalkmasına yardım edecek- tir, ,

Bu bakımdan meselâ Tahran'da Gülistan Müze- sinde mahfuz bulunan Baysungur Şehnamesini neş- retmek plânı tahakkuk ederse, keza Hüsrev - Dihle- vi'nin Heratta 1441 de Baysungur Kütüphanesinde tersim edilen (Topkapı Saray, Revan Köşkü, 866) ve yine orada (Hazine 781) Nizami Hamsasınm 144Y da Hayır Hatun için yazılan ve tersim edilen nüshası ve Alişir Nevayinin Paris Milli Kütüphanesinde (N. Supplm. Turc 316, de) mahfuz minyatürlü külliyatı- RCD Kültür Enstitüsünün çalışmaları neticesi sı- fatiyle neşretmek büyük faydalar sağlardı. Bunun arkasından da üç RCD devletinin başkentlerinde bu ülkelerde vücuda getirilen minyatür ve resimlerin renkli fotoğraf koleksiyon veya müzelerini vücuda getirmek işi gelebilirdi.

5 Beşinci mühim mesele dil ve alfabe mese- lesidir. Slav - Komünizminin komşu kavimlerinin dillerini kendi siyasi plânlarına uygun bir şekilde

N

284 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATTI ÜZERİNE

parçalamak ve aynı zamanda istikrardan mahrum bir hâle getirmek istediği, bunların bu yolda hemen hemen yarım asırdanberi plânlı olarak çalıştıkları malümdur. RCD Kültür Enstitüsünün de bu'dil me- selesinde üç milletin milli menfaatlerine uygun bir plân ve programı olmalıdır. Bu üçlü kültür mü- nasebetlerinde mühim yer tutmalıdır. İngilizce R CD memleketlerinin müşterek dil şeklini almakta- dır, fakat her üç memleketin milli dillerinin geliş- mesi uğrunda çalışılmalıdır. Her ayrı memleketin dili diğer RCD memleketlerinin oüniversitelerinde tedris olunmalıdır, Üç milletin milli dillerine tar- rihte geçirdikleri fiili temaslar neticesinde ve müş- terek dinleri olan İslâmiyet yolu ile gelen müşterek kelime ve ifadeler çok yerinde olan «lisan temizlen- mesi» uğrunda feda edilmemelidir, Yeter ki kelime- ler her üç milletin dilinde yayık bir şekilde benim- senmiş olsun. Pakistan milletinin VIII. asır başında Emeviler zamanında başlanan Müslüman kavimler muhaceretinden daha evvel Türk ve İran kavimle- rinin Sind nehri havzasına inmeleri neticesinde di- ger Hintlilerden farklı bir kültüre sahip ayrı bir millet teşkil ettiği malümdur. Pakistan'ın «urduça» Hindistan'ın «Hindi» dilinden zaman geçtikçe u- zaklaşacağı anlaşılmaktadır. Bu işte arapçadan baş- ka İran ve Türk dillerinden bu urduçaya giren ke- limeler, geçirilmiş olan müşterek mâzinin mahsulü- teşkil ederler, Hintliler sanskritçeden tekâmü! ettirilmiş bir alfabe aldıkları halde Pakistan'lılar ve İranlılar Arap alfabesine sadık kalmışlardır. Türk- lerde ise 1928 yıhndanberi Lâtin alfabesi tatbik edil- mektedir ve bu yazı şimdi Türkiye'de temelli olarak yerleşmiştir. Türkler bu alfabe lehinde komşu İs- lâm milletleri arasında propagandada bulunmak ni- yetinde değillerdir. Türklerin kararı kendi dilleri-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE o—o 985

nin icabettirdiği bir zaruretin neticesidir. Yalnız İş- lâm milletleri, bilhassa Türk, İran ve Pakistan dil lerinde muasır teknik hayatın lâtince yazılmalarını icap ettirdiği kelime ve istilâhlar vardır. Bunun tat- bikatında İngiliz ve Fransız imlâları tesir ile bugün tam bir anarşi hâkimdir. Eğer biz RCD memleket- lerinde İslâmiyete ait olmak üzere bugün yapılmak- ta olan modem ilmi neşriyatta kullanılan yazı şekil- lerini birleştirerek bir müşterek sade alfabe vücuda

.getirecek olursak bunda fikrimce bu sahada Roma'-

da ve 1951 de İstanbul'da toplanan Milletlerarası Müsteşrikler: Kongresinde tesbit edilen ilmi alfabe- yi esas olarak almak yerinde olacaktır. Bu usülde yazılacak istilâhları her ülkenin ayrı şive ve telâf- fuzlarına göre değil, yine Müsteşrikler otarafından eski Arap harfleriyle yazılan şekillerinin «translite- ration»u esasında yazılması müşterek kültür mvezu- ları bakımından çok faydalı olur. Bu hususun bil- hassa yabancı dillerde neşretmekte olduğumuz eser- lerde haritalarda Lâtin harfleri ile isimlerin tesbi- tinde kullanılması zaruridir... İttirad olmayınca me- selâ İran'da basılan muazzam «Ferheng Coğrafya-i İran», Pakistan'da ve Türkiye'de intişar eden ansik- lopedik lügat kitaplarında üç memleketin müşterek mâzisine, kültürüne ve coğrafyasına dair isim ve iş- tilâhlarm Fransız ve İngiliz yazı tarzlarının farklı tesiriyle tamamen başka başka şeylermiş gibi gös- terilmesi elim bir hâdisedir. Bilhassa buna burada anlatıldığı gibi coğrafi isimlerin askeri hattâ hava haritalarında yanlış ve farklı yazılmış olmaları bir facia teşkil etmektedir. Bu «ehemmiyetsiz şeyler» en azından bizim kültür bağlarımızın zayıflığını gös- teren emârelerdir.

(<Fürk Yurdu, Mayıs 1965, cilt 4, sayı 5.)

VİETNAM DOLAYISIYLA YAYINLANAN BEYANNAMELERE DAİR

10 Aralık gazetelerinde Moskova'da, Güney Vi- etnam'da Amerikalıların yardımiyle komünist Viet- kong'lara karşı yapılan savaşlar aleyhinde muazzam nümayişler ve protestolar yapıldığı yazıldı. Bizde ise bu yoadaki hareketlere «Türkiye'nin bağımsız- lığı» namına daha evvel başlandı. 29/11/1965 Anka- ra'da 38 Üniversiteli, 2 Aralık'ta 80 Üniversiteli, 10 Aralık'ta İzmir'de 41 Üniversiteli ve nihayet 165 a- vukat «bildiriler» neşrettiler. İmzalayanlar arasm- da beni en fazla ilgilendiren İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Bülend Davran ile

Ord. Prof, H. Veldet Velidedeoğlu olmuştur. Tanı-

dığım ve şerefli insanlar diye bildiğim bu iki arka-

daşın böyle bir bildiriyi imzalamalarının sebebi ne

imiş? Bunu kendilerinden öğrenmek isterdim, Se- bebi: Uzakdoğuda tahsilde bulunan çocuğumun bu- nu öğrenmek istemesidir. Diğer taraftan ben şahsen bu Güneydoğu Asya'nın cihan komünist inkilâbının

gelişmesinde eski dünyanın diğer mıntıkalarına nis- i

betle çok daha büyük ehemmiyeti haiz olduğunu çoktan öğrenmiş birisiyim. Ben bu meselenin ehem- miyetini daha 1920 de Moskova'dan ayrılmadan ev- vel, en büyük otorite olan şahıslardan öğrenmiştim. Buna, 1928'de Budapeşte «Rusya İslâmlığının bu- günkü durumu» mevzuuna dair verdiğim ve Alman- ca olarak neşredilmiş konferansımda ve nihayet

A EM İML

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 287

1929 da Mısır'da ve 1942 - 47 de İstanbul'da basılan «Bugünkü Türkistan ve Yakm Tarihi» nam eserim- de.temas ettim,

Cihan komünizminin liderleri kapitalist dünya ile komünist dünya arasındaki savaşın, Asya'nın o

. ücra köşesinde Budizmle anlaşma ve oradan geçen

batı cihan ticaret yollarını kesme yoluyla halledilece- ğine inanıyorlardı, Buna dair bir hâtıramı anlatmak istiyorum: Lenin'in pek yakm arkadaşı ve çömezi olan profesyonel ihtilâlci Sergeev Artium ve Polit- büro âzalarından Preoborajensk ve Samoylov, 1919 un son ve 1920'nin ilk aylarında Sovyet hükümeti ve komünist parti merkezinin Başkurdistan'daki mümessilleri sıfatiyle başkentimizde bulunuyorlar- dı. Bunlarla cihan inkilâbı nasıl meydana geleceği- ne, Avrupa ve Asya milletlerinin umumi durumla- rına dair uzun uzadıya konuşmalarımız oluyordu. Artium ve Preobarajensk, daha 1901 de Bolşevikler- le menşeviklerin ilk ayrılma hâdiselerinde Lenin tarafını tutmuş, ve onun en yakm arkadaşı ve çö- mezi kesilmişlerdi. Her ikisinin cihan komünizminin nazariyatına, Artium'un ise bilhassa mücadele tat- bikatına dair eserleri vardır.

Rusya'da bugün birçok yerlerde, şehirlere, ma- den ocaklarına ve kolhozlara ismini vermiş olan Feo- dor İvanoviç Artium, benden 8—9 yaş büyüktü. Le- nin ve onun sadık arkadaşları ile Avrupa'da bulun- ması dolayısiyle, Fransızca, Almanca ve İngilizceyi iyi bilirdi. Çok defalar Sibirya'ya sürülmüş ve kaç- mış, hep fabrikalarda amele arasında teşvikat ile uğraştığından takibattan yakasını kurtaramamış, nihayet Sibirya'nın uzak köşelerinde iken Kore yo- luyla Şang-Hay'a can atmış ve oradan Avustralya” ya geçerek işçi sınıfı arasında komünist teşkilâtı ve

a

288 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

hücreleri vücuda getirmekle meşgül olmuş ve orada bir Rusça ihtilâl gazetesi neşretmişti. Hülâsa #kva- tor'un ötesindeki bütün yarı dünyaya komünist pro- pagandası yapmayı kendi elinde birleştirmişti. A- vustralya'da sekiz sene kalmış, 1917 ihtilâli olunca Petersburg'a gelerek, Lenin'in oPolit-bürosuna âza olmuştu. İşte bu komünizm fedâisi Artium, Avus- tralya'da iken Güney-doğu Asya'nın cihan inkılâbı imkânları karşısında ne gibi mevki alacağını ince- den inceye öğrenmiş ve bunları Lenin'e bir raporla anlatmıştır. Artium'un anlattığına göre Güney-doğu Asya'da hiçbir din temelli olarak yerleşmemiş, her ey daima bir akım hâlinde, İslâm ile Budizm mü- cadele hâlinde olmakla beraber birçok yerlerde fi- kir cereyanları bakımından kaynaşma hâlindedir. Eğer burada Budizm komünizm için kazanılacak o- lursa, İslâmiyet de onu takip edebilir ve halka Bu- dizm hattâ İslâmiyet” yoluyla nüfuz etmek, Asya'da komünizm propagandası için en münasip bir yoldur. Singapur'daki amele teşkilâtı en az bir gayretle ko- münist teşkilâtı şeklini alabilir. Burada iktidar ve İngiliz üsleri ihtilâlci sosyalistlerin eline geçerse komünizm Endonezya'nın ve Filipinlerin bütün a- dalarına yayılır. Kapitalist âlemin cihan ticareti bu- rada boğulur, Artium, bu sözleri bize söylerken da- ha ortada ne Kızıl Çin ne de Kızıl Vietnam ve En- donezya komünistleri vardı, fakat Artium'un hayal- leri işliyordu.

Ben 1960'da Ankara Türk Ocağında, «Asya'nın

, Mukadderatı» konusu üzerinde verdiğim konferans-

ta, Tibet'in Kızıl Çinliler tarafından işgalinin Cihan komünizmi bakımından ehemmiyetini, bu işte Kızıl Ruslarla Kızıl Çinlilerin menfaatinin bir olduğunu, Çin ve Rus kızılları arasında her ikisi haris emper-

mene

eni

PR MARTA

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 289

yalist olduklarından ihtilâflı meselelerin çok bulu- nacağını, çoğalacağını, fakat ortalıkta demokrasi sistemi hâkim olduğu müddetçe bunların müşterek idealleri etrafında daima bir kalacaklarını izah et- miştim. Milâdi VTLL. asırda ilk İslâmlar arasında ne büyük ihtilâflar ve savaşlar oluyordu. Fakat İslâ-

.miyeti bir cihan dini yapmak için Önasya'da Bizans

ve Sasani İran nüfuzunu yok etmek gerektiğine dair Peygamberden miras aldıkları ideallerine daima Ssa- dık kalıyorlardı. XVI, asırda Afrika'yı dolaşarak Hind ve Çin Okyanuslarına çıkan Portekiz, İngiliz, Hollandalı ve Fransızlar arasında ne büyük ihtilâf- lar ve savaşlar oluyordu; fakat Avrupa'lıların deniz yollarına ve Asya pazarlarına hâkim olmaları gerek- tiği fikrinde hepsi müttefikti. Bugün Çin ve Rus komünistleri arasında ihtilâflar çoktur ve bunun müzmin bir şekil almakta olduğuna inanarak ona yalan ümitler bağlayanlar daha da çoktur, Fakat ci- han komünizmini tahakkuk ettirmek için Boğazları,

Süveyş Kanalını, Basra Körfezini ele geçirmek, Hi-

malaya'daki üslerinden Hind denizine ve Malaya yarımadasına inmek ve hâkim olmak hususundaki ideallerini gerçekleştirmek lüzumunda ihtilâfları yoktur,

H. Veldet ve Bülend Davran Beyler bu memle- kette bolşeviklerin hâkim olmasını istemedikleri halde, Güney-doğu Asya'nın Vietkonglara o bırakıl- masında herhalde hiçbir mahzur görmüyorlar. Bu beyannameleri imzalayanlardan bâzıları ile görüş- tüğümde, «Orası bize daha çok uzak, bize ne zarar- ları dokunabilir» dediler. Fakat cihan komünizmi- nin elinde büyük bir koz vardır. O da bunlara Mark-

i9, F.

EEE ae

N

290 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

sizmin temin ettiği geniş cihanşümül stratejidir. O, onlara yalnız bu stratejiyi öğretmiyor, aralarındaki büyük küçük ihtilâflara rağmen kendilerine gerek- tiği vakit birleşme imkânı bahşedecek olan bir ideal de veriyor, Bugünkü Sovyet komünizminin Mark- sizmden uzak düştüğü bir hakikattir; zaten Ssosya- lizm emperyalist devletlerin elinde esir olan sosyal adalet peşinde koşan bir talimat değildir. Bugünkü büyük demokrat devletler komünizmi, Marksizm- den ne kadar uzak düşerse düşsün, onun cihan ko- münistleri arasında yerleştirdiği bir ideal birliği ol- duğunu bilerek hareket etmek mecburiyetindedir- ler, ki bunu Karl Marx, kendisi rüyasında bile gör- memişti.

Lenin 1919 da «Bütün kuvvetimizi sanayie vere- lim, dünyaya bununla, komünist endüstrisi ile hâ- kim olacağız» dediği vakit, elinde çakmak sanâyim- den başka birşey yoktu. Demiryolları bozuluyor, lo- komotifler parçalanıyor, yenileri yapılmıyordu. Lâ- kin büyük ideal onlara Sputnikleri verdi; hiç şüphe yok ki şimdi hayal hanelerinde gezegenler arası mü- nasebetleri işletmekte olan komünistler, bir gün bu hayal deryasında yollarını şaşırtacaklardır. Çünkü dünya milletleri Rus ve Çin boyunduruğunu ve dil- lerini kabule icbar edilemiyecektir. Hiçbir millet Rus ve Çinlerin cihan hâkimiyetinin tahakkuku le- hine kendi milli iradesinden tedakârlıkta bulunmı- yacaktır. Fakat komünist emperyalizm stratejileri- nin iflâs ettiği gün gelinceye kadar demokrasi âle- mi gene o nisbette geniş bir stratejiye malik olmalı, tek bir ideal değilse bile mütecanis idealler etra- fında toplanmalıdır. Nâsır, Süveyş'i korusun, biz de Boğazları koruyalım demenin herkes şehrini, mahal- lesini müdafaa etsin demekten bir farkı yoktur.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 291

Türkiye'nin tarafsızlar cephesine ogeçmesini iste- yenlerin gayesi malümdur. Onlar cihan ölçüsünde komünizmin yayılmasına karşı gelen bütün mânia- ların ortadan kaldırılmasını, dünyanın her tarafın- da hareketlerini tam serbesti ile tatbik eylemeleri- ni istiyorlar. Aziz arkadaşlarım Bülend ve Hıfzı Veldet Beylerin bu hususta fikirleri acaba nedir? Alacağım cevabı Uzakdoğu'da tahsilde bulunan bu cevapları merakla bekleyen çocuğuma da eriştire- ceğim...

(Xeni İstanbul, 2.1.1966)

GÜNEY - DOĞU ASYA'NIN KALKINMASI YOLUNDA AMERİKA YARDIMLARI

© Bu yılın başında, 2/Ocak/1966 tarihli «Yeni İs- tanbul» gazetesinde Rus komünistlerinin bilhassa Lenin'in arkadaşı 5. Artium'un Güney - Doğu As- ya adalar âleminde Budistlerle anlaşarak Cihan ko- münizminin tahakkuku yolunda nasıl çalışmak is- tediklerini bahis konusu etmiştim, Bu yazının gerek Kızıllar ve gerek Asya'hlar tarafından ilgiyle kar- şılandığını, öğrenerek sevindim, Türkiye'nin solcu yazarlarmdan biri eski Hindiçini'nin yerinde teşek- kül eden yeni memleketlerde komünistlerin hâkim çıkmasına karşı yapılmakta olan savaşların tarafım- dan bu Güney-doğu Asya ülkelerindeki milli hare- ketleri kıymetsiz göstermek maksadiyle yazılmış olduğunu ileri sürdü. Güya bu mücadelelerde Mos- kova'nın ve Pekin'in hemen hiç rolü yokmuş. Onlar ancak emperyalizme karşı ayaklanan Asyalı millet- lerin kutsi mücadelelerine sempati gösteriyorlarmış. Oysa ki Malay yarımadasında Kızıl Rus ve Kızıl Çin istilâsına karşı yerli Asyalı milletlerin milli his- lerini yâşatmak isteyenler Amerikalılardır. Kızıl ya- zarlar bunu ancak tersine çevirerek anlatırlar. Bilhas- sa bu Güney-doğu Asya'daki mücadeleler Budizm'in siyasi maksatlar uğrunda gelişmekte olan: çarpışma- larda tutunacak tarafı olmadığını, bu yüzden Kore- yi ikiye ayırmak icap ettiğini, Japonlarda ise Bu- dizmin Japon milliyetçiliğine uydurulmakla siyaset

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 293

sahasında yabancılar elinde koz olarak kullanılma- dığını, Rus - Japon muharebesi zamanında dahi Rus- ların bu yoldaki tecrübelerinin muvaffak olmadığını en iyi anlıyanlar da bugün birçok neşriyatlar yap- mıştır. Bu yayınların birçoğunda da Asyalıların mil- li istiklâl ve kültür dâvalarını desteklemenin lüzu- mu vazıh olarak ileri sürülür. Amerikalıların son senelerde bu yolda daha bâzı ciddi teşebbüse giriş- tikleri malümdur. Gazetenizin 24 Mayıs nüshaşın- da Başkan Johnson'un Güney Vietnam'da bu mille- ti uyandırmak ve kalkındırmak yolunda yapmakta oldukları yardımlara ait beyanatı neşredildi. Son iki sene zarfında açılan 4000 den fazla mektepte 250.000 genç Vietnamlının tahsil etmekte olduğuna ve önümüzdeki on iki ay zarfında yine iki binden fazla okulun inşa edileceğini, son senelerde Vietnam çocuklarına 8 milyondan fazla ders kitabı gönderil- diğine ve bu rakamın 1967 de 15 milyona çıkacağını, tibbi yardımlara, iktisadi teşebbüslere devam edile- ceğine dair A. B. Devlet Reisinin resmi beyanlarını okumuş bulunuyoruz.

Ben daha 40 yıl önce Budapeşte «Sınai Eserler Müzesinde» «Rusya İslâmlarının bugünkü vaziye- ti» mevzuu üzerinde verdiğim konferansımda: keza 1929 yılında Mısır'da basılan «Bugünkü Türkistan ve Yakın Tarihi» isimli eserimde Asyalıların Rus Komünist emperyalizmi için sıçrama tahtası olarak alınmalarım önlemenin yegâne yolu; bu memleket- lerde başgösteren milli hareketleri beslemektir. Rus- ların yayılmalarını kolaylaştıran şartlar, yerli ka- vimlerin gevşekliğinden ibaret olduğundan, bu ka- vimlerin içtimai bünyelerini asri milli terbiye ile sertleştirmek mukavim hâle getirmek için onlara

i fiili yardımda bulunmak olacağını anlatmaya çalış-

a

294 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

mıştım, Eserin 632 ve 652. sahifelerinde Rusların, Asya ülkelerini bir «Tabiat hâdisesi> (Stikhiynoye dvijenye) olarak yâni karşı koymanın mânasız ol- duğu bir akım olarak göstermelerinin yalanlığını izah ettikten sonra harfiyen şu sözleri yazmıştım: «Rusya yayılmasının bu şekilde ilerliyeceği bu isti- lânın hiç bir taahhüt filânla ve yarı tedbirlerle dur- durulamıyacağı diğer milletler için de anlaşılmaya başlıyor. Rusların plânlarına Rusya'nın dahili mese- leleri nazariyle bakmanın, yahut onları bir hayal telâkki etmenin, Hindikuş ve Himalaya dağlarına bir «Ye'cüc-Me'cüc seddi» kıymeti vermek devirle- rinin artık tarihe karışma zamanı gelmiştir. Rusya- nm diğer dünya ile Avrupa'da savaşacağına dair ke- sin hükümlerin bir tarafa bırakılması icap etmekte- dir. Bu, onun için mümkün olmıyacağı gibi belki ihtiyacı da olmıyabilir, O, İngiltere, Fransa ve Ja- ponya'yı Hindiçin taraflarında (arkalarından vur- mak plânını tatbik edebilir. Bu tehlikeler anlaşılın- ca bu devletler kendi sömürgeleriyle Sovyet Rusya arasındaki «Tarafsız mmtaka» mn daha geniş ve sağlam olmasını isteyebilirler. Fikrimce bu üç dev- let bir gün evvelâ belki münferiden, sonra da belki müttehiden Asya'da Ruslara karşı vaziyet almak mecburiyetinde kalacaklardır. Rusların yayılma plânlarını kolaylaştıran âmil komşu Asya millet- leriyle sınır mıntakalarmın az meskün ve kültür bakımından geri ve içtimai bünye bakımından gev- şek olmalarıdır. Bu bakımdan Rus yayılma plânla- rına karşı mücadelenin en kestirme yolu; bugünkü Rusya'nın Güney sömürgesi olan Kafkasya ve Tür- kistan'daki yerli kavimlerin siyasi ve medeni ter- biyesine, onlarda milli ruhun ve milli medeniyetin kuvvetlendirilmesine, Ruslar tarafından eritilemi-

em

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 295

yecek derecede sertleşmesine çalışmak ve bu husu- sun ehemmiyetine bütün medeniyet âleminin dik- katini çekmek olacaktır. Rus yayılmasının bir «Ta- biat hâdisesi» olmadığını, bu yayılmanın Rus mille- tinin hayati ihtiyaçlarından daha çok emperyalist hayallerle yaşatıldığını iyi bilmeliyiz. Rus yayılma- sı, düz arazi sahasında muayyen mecrası olmadığın- dan geniş yerleri hep bataklığa çeviren bir su kuv- vetine benzer ki kurutma (milyorasyon) usulüyle muayyen bir mecraya sokulursa durur. Bu yayılma komşu kavimlerin gevşekliği ile beslenen, zeminin sertleşmesi karşısında tehlike olmaktan çıkan bir hâdise, yâni sebepleri malüm meddü cezir hareket- lerinden ibaret olduğunu kat'i surette anlamalıyız. Bu tehlikeye karşı mücadele sadece adâvat ve kin hisleri kâr etmez, basiret, takt ve dünya milletleri- nin buna dair fikirlerini âhenkdar bir şekle getir- meye çalışmak lâzımdır.»

Bu yazıları yazdığım zamanlarda Güney - Doğu Asya'da müessir kuvvetler sıfatiyle İngiltere, Fran- sa ve Japonya vardı. Amerika, daha infiratçılıktan kurtulamamıştı. Öteki yazılarımı yazdığım 1927 yı- lında İstanbul'da «Yeni Türkistan» dergisini neşre- diyorduk. Bu işte bize mahdut bir şekilde, yalnız baskı masraflarını vermek suretiyle yardımda bu- lunan Lehistan hükümetinin iyi tanıdığım konsolo- su Mr. Schetzel bana geldi ve bir müjde haberi ve- riyormuş gibi «Amerikalılardan Asya meseleleriyle uğraşanlar derginizle ilgileniyorlar, bunlardan Rus- ya ve Ortaasya meseleleriyle uğraşan ve hâlâ Var- şova'da bulunan bir Amerikalı sizden Ortaasya'nm mukadderatına dair düşündüklerinizi Rusça olarak yazıp göndermenizi rica ediyor» dedi. Ben de yaz- dım, ve yukarıda zikri geçen, az sonra basılan ese-

N

296 TÜRKLÜĞÜN MUKADDRRATI ÜZERİNE

rimden mühim noktalarını tercüme ederek Ameri- ka'nın bu meselelere dikkat etmesi gerektiğini, Rus- ya'nın ikinci istilâ hattının Şimali İran, Afganistan, Tibet ve Kuzey Batı Çin olacağını, bu mmtakada Sven Hedin'in eski ticaret yollarının modern bir şe- kilde ihya edilmesi gerektiğine dair plânlarını tam olarak kabul etmekte olduğunu bildirmiştim. Ev-

velce şahsen görmemiş olduğum bu zatı 1957'de |

Washington'da gördüğüm vakit «Otuz sene evvel bana yazıp göndermiş olduğunuz yazı hâlâ elimde- dir. O zaman bir hayâl gibi görünen bu fikirler bir gerçeği ifade etmiş olduğunun şimdi farkındayım, belki bir gün tatbikatını da görürsünüz» dedi. Ame- rikalıların Kore'de, Vietnam'da bu Asyalı milletle- rin milli kültürlerini yaşatma ve iktisaden kalkın-

dırma yolunda şimdi almış oldukları cezri tedbirler,

bu zatın bana on sene evvel söylemiş olduğu sözle- rin de o zaman Amerikalılar arasında yayılmaya başlamış olan fikirlerin ifadesi olduğunu göstermek- tedir. Fakat bu fikirler bundan sonra da müessir ol- makta devam edecek midir? Acaba Amerika bu yar- dımları devam ettirecek midir?

Buna cevap vermek için dünyada komünizmle mücadele sahalarının bir kıtadan ikincisine naklet- me işinin hâlâ Moskova'nın elinde olduğunu hatır- lamak icap eder. Atom ve hidrojen tecrübeleri Ok- yanusların gayri meskün adalarında ve Güney Kut- bunda yapıldığı gibi kızıl emperyalistler de cihan inkilâbı savaş sahalarını kendilerince batı memle- ketlerine nisbetle gerçekten az kıymet verdikleri Asya kıtalarında yapmayı tercih ederler. Marksizm Rus milletine bir totaliter rejim ve istikrarlı bir dünya siyaseti vermiştir. Fakat bununla beraber tekmil Çin komünistleştiği halde bütün dünya mil-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 297

letlerinin, insanm iradesini Marksizm lehine feda etmiyeceği İkinci Cihan Harbinden sonra tam ola- rak tahakkuk etmiş bulunmaktadır. Bir gün dünya siyasetinde ve cihan inkılâbı için mücadele etmeyi şiar edinen unsurlarla nihai savaşların yerlerini tâ- yin etmek işi de Marksist olmıyan ve insanın irade hürriyetini mukaddes bilen milletlerin ve devletle- rin eline geçer. O zamanlar Asya milletlerine yar- dım meseleleri de başka bir şekil alır ve gevşeye- bilir.

Diğer taraftan Amerikalılar bu yardımları ilâ- nihaye devam ettiremezler, Bu ülkenin iktisaden ayağa kalktığını görünce Amerikalı bu yardımı ke- ser ve o millet de bu yardımın devam etmesini iste- mez, Çünkü daima yardım istemek bir milletin baş- kası tarafından koltuklanmadığı takdirde düşe- ceğini kabul etmesi ve nihayet kendisini esirliğe mahküm etmesi demek olacaktır. Bunu Formoza'- nm neşretmekte olduğu süslü mecmuaların birinde okudum.

Acaba Amerikalıların Avrupa'da ve Çin'de ha-

.yır niyetle yaptıkları büyük hatalar gibi Asya ülke-

lerinde yapmakta oldukları bu kıymetli ve zaruri yardımlarında da bir düzensizlik yok mudur? Bunu gelecek yazımızda bahis konusu ederiz.

(Sabah, 2/6/1966)

GÜNEYDOĞU ASYA'DA İSLÂMİYET, BUDİZN, KOMÜNİZM, AMERİKA

Güneydoğu Asya, Budizm gibi İslâmiyetin de kitleler arasmda geniş çapta yayılmış olduğu mm- takadır. Bugün buranın birçok yerlerinde Budizm komünizmle bağdaşmış bir haldedir. Güney Viet- nam'da Budistler Amerikalılara büyük güçlükler çı- karmaktadırlar, Müslümanlık ise, Sukarno'nun, biz- de de olduğu gibi, kendi diktatörlüklerini solculara, Moskova'ya ve Pekin'e dayanarak yaşatmak yolun- daki teşebbüsleri devrinde çok sıkışık bir durumda kalmıştı. Fakat gerek Endonezya'da, gerekse Malez- ya'da İslâmiyet inadlı çalışmalarda bulundu. O, an- tikomünistti.

Endonezya'da bir aralık «İslâm dünyasında ko- münizmi yermek için evvelâ Sovyet Rusya'nın bo- yunduruğu altında bulunan Müslümanları kurtar- ma fikri uğrunda çalışmalı» şiarı büyük bir sempati kazanmıştı. Jakarta'da Ahmed Şehab isminde, bir İ- dealist zatın idaresi altında «Türkistan Liberation Mouvement» yâni «Türkistanı kurtarma hareketi» ismiyle bir komite kurulmuştu. Bu komite Türkis- tan mücadelesinin başmda bulunan birisi sıfatiyle bana bir «Peygam» yâni takdir diploması ve orta- sında Arappça olarak «Özkürü dalma Türkistan el Mücahit» yâni »Mücahid Türkistan'ı daima hatırda tutunuz» yazısı ve Büyük Türkistan haritası, köşe- lerinde Allah ismi ve «Heyet-i Tahrir Türkistan, Ca-

a a a

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 299

karta» yâni «Türkistan'ı kurtarma komitesi, Cakar- ta» yazıları bulunan yeşil bayrak göndermişlerdi. Bir de, Endonezya'nın büyüklerinden bu komiteye riyaset eden Muhammet Nâsır'ın uzun bir mektubu gelmişti. Bunda «Cezayir, Tunus, Filistin için Bir- leşmiş Milletlerde mücadele edildiği halde ne için Türkistan'daki Müslüman kardeşlerimizi kurtarmak

. için uğraşmıyoruz? Bunu Birleşmiş Milletlerde ön-

plâna aldırmaya ve bütün İslâm âlemini Türkistan'ı kurtarış şiarımı benimsemeye dâvet edelim» diye yazılmıştı. Muhammed ibn Nâsır bir vakit Başvekil- lik yapmış olan parliman âzası idi oSukarno'nun yardımcısı olan Dr. Muhammed Hattâ da bu işin i- çinde idi. Endonezya'nın çok ciddi gazetesi olan «National Press Digest» bunların elinde idi.

1959 yılında Sukarno İstanbul'a geldiğinde bu komitenin azâlarmdan birisi propaganda vekili sıfa- tiyle maiyetinde bulunuyordu. O vakit Sukarno Rusların ve Çinlilerin hatırı için bu komiteyi dağıt- mıştı. Şimdi Sukarno'nun diktatörlüğüne son veri- lince Endonezya'da Müslümanlık tekrar cânlandı. Malezya ise, 16. asırdanberi Avrupa sömürgecileri- nin, İngilizlerin boyunduruğu altında idi, 1957 lında Kuvala Lumpur'u başkent edinen bir müsta- kil İslâm devleti oldu. Burada 19. asrın sonlarında birçok mütefekkir yetişmişti. Asrımızda bunlardan Seyid Şeyh Hadi ve Şeyh Tahir Celâleddin vaktiy- le Cemalettin Afgani'nin ve Muhammed Abduk'un neşretmiş oldukları «Yeniden İslâm» fikrini yaymış- lardı. Birçok genç Ezher Üniversitesinde yetişmiş- tir. Avrupa'da tahsil etmekle beraber İslâm kültü- rüne vâkıf değerli fikir ve siyaset adamları yetişti. Bunlardan Tunku Abdurrahman ile Tunku Abdür- rezzak müstakil Malezya'nın hükümet seli za lar. Çok müsbet çalışmaktadırlar.

N

300 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

Kuvala - Lumpur Üniversitesinde bir «İslâm Araştırma Kürsüsü» (Departmen) kurulmuştur. Mü- kemmel ilmi neşriyat yapmaktadır. Bu neşriyat me- yanında bu Üniversite profesörlerinden birinin Sel- çuk Devletinin Kuruluşu» ünvaniyle yaptığı bir a- raştırma bizi hayrette bırakan bir mükemmeliyette- dir. Bizim, yâni Türklerin neşriyatımızdan tam ola- rak haberdardır, Bundan başka İslâm teolojisine ve diğer ilimlere ait mühim eserler neşredilmektedir. Burada komünizmle ciddi mücadelede bulunan Ab- dürrahman ve Abdürrezzak bir «İslâm Hayrat Ce- miyetir ve ayrıca «Rahmaniye Hayrat Derneği»

kurmuşlardır. Bunlar da neşriyat yapıyor ve İslâ-:

miyeti yayma yolunda çalışıyor, muvaffak da olu- yorlar. Kadeh ismindeki şehirde bir «Malezya Mil- H Ulu Camii» ismiyle muazzam bir cami yaptırmış- lar. Geçen Ağustos ayının 27 sinde dünya İslâmları- nın hafızlarını toplayıp bir Kur'an okuma kongresi yapmışlardı. Hafız Kâni'nin gidemeden yarı yoldan döndüğü kongre. İşte bu konyreyi Başvekil yardım- cısı Tunku Abdürrezzak idare etmiş ve en iyi Kur”-- an okuyanlardan biri Puan Rahman isminde bir ka- dın olmuştur. Sukarno'nun, Endonezya komünistle- rinin tazyiki ile ortaya attığı Malezya'yı istilâ et- mek fikirleri de şimdi suya düşmüş bulunuyor ve iki devlet arasmda kardeşlik münasebetlerini dirilt- mek maksadiyle çağırılan heyetin müzakereleri baş- hyacaktır. İnşaallah hayırlı neticeler verir.

Güneydoğu Asya'da komünistlerin Budistlerle işbirliğini genişletmek yolundaki çabalarda geniş mikyasta devam etmektedir, Bu hususu aydınlat- mak yolunda bu günlerde İstanbuldan transit ola- rak geçmiş olan bir Batılı müsteşrik arkadaşımdan

işittiklerimi anlatacağım: Bu zat Güney ve Güney- -

: li i i i i İ

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 301

doğu Asya'da Milâddan önceki asırlarda Aryanile- rin gelmesinden evvel yaşıyan dil ve kültürü tetkik etmek maksadiyle Kuvala - Lumpur'da toplanan Milletlerarası Kongreye iştirâk etmiştir. Asya'nın muhtelif taraflarında, hattâ Afrika'da toplanan kon- greleri kendileri idare etmek için komünistler hiç bir fırsatı kaçırmadan çalışmaktadırlar, İki rakip kutba, Moskova ve Pekin'e mensup olmakla güya: birbirine düşman iki zümre olarak görmekte olai komünistler hep ayni gâye üzerinde çalışmaktadır- lar. Bu günlerde Güney Asya ve Güneydoğu Asya Budistlerinin kongreleri olmuştur. Mayıs'm 8 inde Ceylan'ın merkezi olan Colombo'da toplanan bu milletlerarası Budizm araştırmaları kongresine de bizim arkadaşımız katılmıştır. Bu kongreye katıl- mak için Vietnam, Taylan ve Birmanya'da yapılan hazırlıkları görmek için Kuvala - Lumpur kongre- sine iştirâk eden zevattan bâzıları Saygon, Bankok ve Rangon'daki Budist ilim müesseselerini ziyaret etmişler. Meğer ki her üç merkezde bu gibi Budist ilim müesseseleri kızılların nüfuzu altına girmekte imiş. Saygon'da bu hazırlıkları yapan müessese bu şehirden birkaç km, uzakta bulunan bir Budist ma- nastırında bulunuyormuş. Gitmişler. Baksalar «Ra- hipler» üzerlerinde rahip elbisesi olmakla beraber Budizm sahasındaki ilmi araştırmalardan hiç habe- ri olmayan insanlarmış. Biraz daha bakıyorlar, kü- tüphanelerde ve odalarda mitralyözler yerleştiril- miş. Meğer ki burada evvelce bulunan ilim adamla- gerici ve Amerikacı sıfatiyle vazifelerinden u- zaklaştırılmış, yerlerine komünist ajanları rahip el- biseleriyle yerleştirilmiş imiş. İşte bu tip «düzme bilginler» de Colomba Kongresine gelmişler. Orada Budizm ilminden çok Amerika aleyhtarı propagan-

.

302 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

da nutukları çekmişler ve emperyalizm aleyhinde kararlar almışlar. Halbuki bu kongrenin teşkili için Amerika'nın çok zengin bir teşkilâtı olan ve Rocke- feller'in dahi iştirâk ettiği «Asia fundation> tarafırı- dan verilmiş imiş. Arkadaşımız bu kongrenin sonurı-

da Hindistan'ın merkezi olan Yeni - Delhi'de topla-

nan «Neo - Budist» içtimalarma gelmiş. Bunda da ayni hali görmüş. Yâni tebliğ yapanlar, nutuk çe- kenler hep siyasi ve anti - Amerikan unsurlarmış. Arkadaşımız sormuş: Bu toplantılarınıza nereden yardım aldınız? Demişler ki «Asia Fundation» yar- dım etti. Yâni komünistlerin Güney ve Güneydoğu Asya'da yapılmakta olan anti . Amerikan propagan- dalar Sovyet parasından başka Amerikan parası ile yapılmakta imiş.

Diğer taraftan Amerika'nın Asyalılara olan yar- dımı bu kıtanın ancak devlet şeklini almış olan mil- letlerine yapılıyor, Rus veya Çin idaresine tâbi ol- muş uluslara böyle yardım hiç yapılmıyor. Meselâ Türkistan ve Kafkasya mümessilleri tarafından (son 40 sene zarfında ne kadar müracaatlar olmuş ise hepsi neticesiz kalmıştır.) 1958'de Doğu, yâni Hazar Denizi ötesi Türklerine mensup 15 kadar gencin tah- sillerinin temini yolunda yardım istenmiş, bunların yetiştirilmesi zarureti 16 sayfa tutan İngilizce bir muhtırada mükemmel surette anlatılmış ayni «Asia - Fundation Cemiyetine» de müracaat edilmiş, fa- kat yine neticesiz kalmıştır. Komünistler Cezair'e ve Afrika milletlerine, sömürgeci devletlere karşı yardım için onların Birleşmiş Milletlerce tanınmış devletler şeklini almalarını beklemediler. Amerika- Harold Lamb ölümünden az önce İstanbul'a geldi- ğinde Türkistanlıların hür dünya omekteplerinde tahsil görerek yetişmelerini çok istiyordu, fakat «A-

İreğmenramemmere

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 303

merikalmın zihniyeti nasılsa bir Monako kadar ol sa dahi sınırları belli bir devletcik istiyor, başka tür- lüsünü anlıyamıyor» demişti. Bir de Ukrayna'lıların İlimler Akademisi gibi tanınmış ilim müesseseleri- ne de yardım ediyorlar, ama pek cüz'i yardım. Gü- neydoğu Asya Adalar âlemi, dünya ulaşımının can alıp can vereceği yerdir; şimdilik dünya burasını müdafaa işini Amerika üzerine yüklemekte ve ken- di askeri bütçelerini kısaltmaktan çekinmemekte- dir. Fakat bu mmtakayı, Kızıl Deniz ve Panama ka- nalı gibi yerleri Vietkong'lara, Nâsır'a ve Kastro'ya milyarlarım hiç esirgemiyen kızıllara terketmek tehlikesi ile karşı karşıya gelmiş olduklarını görünce hepsi Amerika yanında yer alacaklardır. Çünkü dünya komünizm ve Marksizmi istismar edilen Rus ve Çin cihan emperyalizmi boyunduruğu altına gir- meye katiyen râzı değildir ve razı olmıyacaktır. A- merikalılar Güneydoğu Asya'daki çok pahalıya mal olmakta olan savaşlarını oralarda bir sömürge yahut kauçuk ormanları kazanmak için değil daha büyük gâyeler uğrunda yapmaktadırlar. Fakat gönül ister- di ki, yapılan yardımlarında vaktiyle Çin'de Gene- ral Marshall'm yapmış olduğu büyük hatâları bir da- ha yapmasınlar. İsterdik ki bu işte yalnız Budistle- rin gönlünü bulmak yolu tutulmayıp Endonezya ve Malezya'nın kızıl emperyalizm aleyhtarı Müslüman câmiaları ile ve onların Ortadoğudaki fikirdaşları ile işbirliğinin gelişmesine ehemmiyet verilsin. Çün- vaktiyle Uzakdoğu ve Çin'deki fikirdaşları için yanarak şiirler söyleyen Nâzım Hikmet gibi, bugün Vietkong'ları «milli istiklâl kahramanları» göstere- rek halkı aldatma uğrunda çalışanlar, hattâ Say- gon'a kadar gidip her rastgelen Amerikalıya «Bu- ralarda ne işiniz var?» diye soran Önasya solcuları

304 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

karşılarmdakilerin dağınıklığından istifade etmek- tedirler, Malezya ile Endonezyâ arasında 30 Mayıs- ta başlıyan konuşmalar, tekrarlanmalarını ve ha-

yırlı neticelere müncer olmalarını temenni ettiğimiz

yeniliklerdendir. , (Sabah, 3/6/1966)

TARİHTE KIBRIS VE TÜRE MÜNASEBETLERİNİN BIR SAFHASI

Milâdın XIV. asrın ikinci yarısında Kıbrıs'da şimdiki Makarios'a sembol olan diğer bir papas kral zuhur etmişti. Bunun ismi Butrus'du, Kıbrısın Av- rupalı tarihçilerinden Sir George, 1948 de Cambrid- gede neşrolunan eserinde Butrus'un hayatını mu- fassal olârak anlatmıştır, Suzignang papasları sülâ- lesinden gelen bu kral, Peter Basegio ismiyle de mârufdur ve 1359 - 1369 seneleri arasında on yıl hü- kümet sürmüştür. 1365 de Suriye'nin bir çok sahil mıntıkalarım işgal eden bu papas, 5 Aralıkta İsken- deriye'yi bile işgal etmiştir. Memluklar arasmdaki ihtilâflardan azami surette istifade eden, Müslüman köylerini, camileri yakıp yıkan papas, İslâm tarih- lerinde «Zubeyr Butlus ül-Lâin> ismiyle zikredilir. Bunun hayatına dair o zaman yazılan «Bi-İlmam» ismindeki eserin bir rivâyeti Berlin Devlet Kütüpha- nesinde bulunmaktadır.. Aslında İskenderiyeli Mu- hammed ibn Kasım Nüveysi isimli bir zat tarafından «Hâtıralar» adıyla büyük bir eser yazılmıştır ki bunda münderic bulunmaktadır. 1964 başında Hindistan'da bulunduğum sırada, bu eserin Papas Butrus'a ait kı- sımları tam olan nüshasinı, Patna'da Hudabahş kü- tüphanesinde görüp istifade ettim. Burada Papas'ın İskenderiye'yi aldıktan sonra, kendisini hristiyan

20.E.

a

306 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

krallar arasında büyük bir kral zannederek fazla gu-:

rura kapıldığı Trablusşam'da ve Ayas'da Müslüman-

lara yaptığı zulümler, ırza tecavüz ve katliâmlar

karşısında nihayet buna karşı Memluklardan Emir Yalbuğa'nm memlekette bu rezaletlere karşı Müs- lümanları nasıl ayaklandırabildiği ve nihayet İsken- deriye'yi alıp papazı tam bir hezimete uğratıp bütün ordusunu yok ettiği pek mufassal olarak anlatılmış ve burada Türk kahramanlığı bilhassa Emir Yalbu- ga'mn ve arkadaşı Emir Akbuga ve Emir Çengiz'in kahramanlıkları anlatılmıştır. Bilhassa Türk kadın- larının bu savaşlarda gösterdikleri fedakârlıklar do- layısiyle o zaman söylenen Arapça şiirler neşredil- miştir, i

Haydarabad Üniversitesi bu eseri tam olarak ya- yınlamayı, kendi neşriyat plânına almıştır. Bir gün belki Türkçeye de çevrilecek olan bu eserde «But- rus Mel'unsunun Önasya İslâmları arasında ihtilâf- lardan nasıl istifade ettiği ve muâsır Avrupalı mü- elliflerin kayıtlarından da bunun ne gibi büyük em- kımdan Makarios'un tam bir eşidir. Suriye Beyler- beyi olan Harezmli Baydemir ile Emir Yalboğa ara- sındaki ihtilâflardan Jâyıkı ile istifade etmiş, bu ih- tilâfları büyütmek için vasıtalar da kullanarak uğ- raşmıştır. Hattâ Butrus Papas ve ordusu, Emir Yal- boğa tarafından İskenderiye'den çıkarıldıktan son- ra dahi, Yalboğa'nm öldürülmesi ile sona eren hâ- diselerden dahi istifade etmek istemiştir, Ona göre İskenderiye, eski Yunan Batlamyusların şehri oldu- ğgundan Kıbrıs hükümdarı, bu İskenderiye üzerin- den bütün Güney - Doğu Akdeniz sahillerine sahip çıkacaktı. Butrus o zaman da Avrupa hristiyanları-

.nı heyecanlandıran haçlı mefküresine dayanıyordu.

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 307

Zamanımızın Butrus'u olan Makarios'un dâvası da aslâ küçük bir adanın istiklâli gibi bir mahalli dâva değildir. Bir gün kendisini kolaylıkla yerinden atıp, Yakınşarkın bir Kübası hâline getirmek mefküresi- ni taşıyan komünizme, dayanmaktadır. İster bu Kü- ba olmak mefküresi, ister Butrus'un haçlı mefküre- si tahakkuk etsin, isterse bu işte Makarios ancak bir maşa olarak kullanılmış olsun, son gâyesi Türk- leri eski Bizans'ın yayılma sahalarım Türklerin e€- linden koparmak, olduğu muhakkaktır. İstanbul'un fethinin 500. yıldönümünde Yunanlılara daima eski emperyalist devirlerini hatırlatan isimleri Türkçe ile değiştirme hususunu, küçük bir risâlede tavsiye etmiştim. Fakat cihan tarihinde çok büyük yer tu- tan ve birçok hristiyan âlimleri tarafından medeni- yet tarihi noktai nazarından haklı gösterilen İstan- bulun fethi, milletimizi yanlış yola sevkeden. bir geçici Türk - Yunan dostluğu fikrine çarptı. Benim merhum arkadaşım Mükrimin Halil Yinanç'la tam hemfikir olarak yaptığım teklif, bâzı tatsızlıklarla karşılaştı. Merkezi Avrupa başkentlerinden birinde Büyükelçi olan mârut bir yazarımız, bu münase- betle bana: «Köroğlu'nun zamanı geçmiştir. Büyük şehir isimlerini değiştirmek, yahut Fatih'i at üzeri- ne bindirerek heykel dikmek bu zamanın Türkiye” sine uymaz. Bu münasebetle gerek memleketimiz- de, gerekse dış memleketlerde merasimler, toplan- tılar yapmanın füzuli olduğunu Dışişleri Bakanlığı- na yazdım, dedi.

O zamanki Cumhurreisi, Türk - Yunan dostlu- ğuna fazla kıymet vererek kendi evlâdını Yunan medeniyetini öğrenme yoluna sevkettiği dolayısiyle fakülte arkadaşlarımız arasında vâki olan bir mü- nakaşada o zaman Fakültede nüfuz sahibi olan bir

N

308 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

zat o zaman Fakülte Meclisinde «Biz medeniyet na- mına neye omâliksek, ancak Bizans'a medyunuz, Türk medeniyeti diye okutulacak neniz var ki» de- di ve Bizans sanatını Fakültemizde dünyanın en meşhur bir Bizans tarihçisi tarafından tedris edil- mek ve böyle bir zatı dâvet etmek teklifinde bulun- du. O zamanki Zafer gazetesinin 8 Nisan 1953 tarih- li nüshasında Bayan Adviye Fenik, bana hitaben «İş böyle isimler değiştirmeye varırsa, muhterem Prof. Zeki Velidi'nin her iki isminin de Türkçe ol- madıklarından değiştirilmesi lâzım gelir, Hattâ da- ha üstünde durursanız sayın Bilgin'in profesörlüğü bile tehlikeye girer» diye tehditte bulunmuştu. Bu teklif bâzı Avrupalı meslekdaşlarım tarafından da- hi bir nevi şovenlik olarak karşılandı. Bunlardan Viyana'lı dostum Prof. Duda, 27 Mayıs 1953 tarihli mektubunda «Ankara gibi Binzas'dan evvelki isim- lere dokunulmadığı halde, Bizans devri isimlerini değiştirmek hakkındaki teklifiniz bir ilim ehline ya- kışmaz. Size kalırsa Viyana, Mainz ve Köln gibi i- simleri de Cermenleştirmek icab etmez mi?»>. Bu teklifi bu şekilde bir şovenlik telâkki edenlere, bâ- Türk arkadaşlarım arasında da rastladığım için hayrette kaldım. Avrupa'dan ve Batıdan gelen bu gibi mektuplara cevap olarak, kısa bir mektup tek- sir ederek dağıttım. Mazmunun hulâsası şu idi: Kü- çük risâlemde yazdığım fikrin, milliyetçilik ve Türkçülükle ilgisi yoktur. Nasılki Bizans'dan evvel yaşayan milletlerden kalan isimlerin değiştirilme- si, teklifi, sırf memleketin emniyeti ve bunların komşumuz olan Rumların eski emperyalist zaman- larını hatırlatarak bizleri fazla rahatsız ettiği dola- yısıyladır. Bu teklifi eğer hakiki Türk vatandaşı ise Türkiye'deki Rum ve Müslüman olmayan diğer bi-

TÜRRLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 309

taraf insanlar dahi yapabilir. Türkiye'de hristiyan- lık zamanından kalan St.panos, Tatavla, Galataria gibi isimlerin yerine Yeşilköy, Kurtuluş ve Şenköy gibi isimlerin alınmasına kızan dostum Mamboury, bu sözlerimiz sağlam kafadan değil, bir hasta kafa- dan gelmekte demiş ve bu sözün Rus profesörü Barthold'un sözü olduğunu kendisine (o hatırlatmış. tım. Bugün bu yazımda bu meseleyi, bir daha yeni- lemek teklifinde bulunuyorum. Bunu yaparlarsa ar- tık başkaları yaparlar, Çünkü Kıbrıs meselesi yatış- tıktan sonra bu mesele tam bir aktüel konu olarak ortaya çıkacaktır. Bizim eski fatihlerimizden birisi «Bir memleketi, bir ülkeyi alırsan, onu baştan sona kadar değiştiresin, ki orasının eski sahipleri bu- rası evvelce benim idi diye karşına çıkmasın» de- miştir. Bugün dünyada Önasya'da Türklerin elinde bulunan yerleri, onlardan alacak hangi kuvvet var- dır. İşte eski zamanın Butrus papazı gibi, zamanı- mızın Makarios'ları da bunu kendi mensup oldukla- Yunan milletinin menfaatine düşünmelidir. Diğer taraftan Papas Butrus, İskenderiye ve civarında es- kiden olup geçmiş kiliseleri. ihyaya kalkışmıştı. Ben- ce vaktiyle doğru mu yanlış bir siyasetle camie tahvil edilmiş binaları, camilikten çıkarmakla hiç bir fayda elde edemiyeceğiz. Ancak sönmüş olan iş- tihaları harekete geçiriyoruz. İstanbul, İzmir gibi şehirlerde yeraltım nekadar kazarsan o nisbette Bi- zans eseri çıkacaktır. Bunların bugün ayakta olan- ları, şehirlerimizin süsüdür. Fakat yeni binalar mut- lak temel toprağa oturtulmak icab ettiğinden İstan- bul ve İzmir gibi şehirlerde yeraltı yol şebekeleri kurulmak icabettiğinden bu kazılarda ele geçecek Bizans eserlerini sokaklara doldurursak, bir gün trafik gene onları kaldıracaktır. İstanbul'un yakı-

N

310 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

nında Bizans'ın eski yazlık sarayları bulunan Regi- om, bulunmaktadır. Bence bu gibi eserleri buralara götürüp, muntazam bir Bizans müzesi hâline soku- lursa hem ilim için: iyi olur, hem de Bayezid ve Şeh- zadebaşı gibi yerler, bu füzuli kalıntılardan temiz- lenmiş olur.

SOVYETLERİN UMUMİ VE ASYA SİYASETLERİ

Rusya meselelerini öğrenmek maksadiyle Ame- rikalılar tarafından Münihte kurulmuş olan «Sovyet Rusyayı öğrenme Enstitüsü», 1951 den beri her sene yaz aylarında toplamakta olduğu kongreyi bu sene- de Temmuz 24 - 25 de tertib ederek Sovyet dış si- yasetinin dünyada, bilhassa Asya ve Afrika'da te- cellisi ve bunda müessir âmiller mevzuunu muhtelif memleketlerde Rusya tetkiki ile meşgul olan müte- hassıslara inceletmiştir. Mevzuun teferruatına ait 6 tebliğ okunmuş, münakaşalar yapılmış ve Türk mu- hitini de ilgilendirebilecek bazı neticelere varılmış- tır.

«Sovyet dış siyasetinin âmilleri ve esas prob- lemleri» mevzuu üzerinde konuşan aslen Dağistanlı Prof. Abdurrahman Avtorhanov ve Pariste çalış- makta olan Lehli Dr. Vraga, Sovyet siyasetinin ide- olojisi ve âmentüsü, 20 inci Komünist parti kongre- sinden sonra, en çok milli Rus emperyalizmine mi, yahut cihanda komünizm hâkimiyeti tesisi umdesi- ne mi dayandığı meselesini incelediler. Her iki zat cihan inkılâbı fikrine her vakit pek fazla önem ve- rildiği halde bu son senelerde siyasetin bilhassa bu umdeye dayandığını ileri sürdüler. Münakaşaya iş- tirâk edenlerin bir kısmı (Ukraynalı Prof. Kulçitski ve New York'tan Belorus Prof. Adamoviç v.s.) bu siyasette en çok Rus milli emperyalizminin esas ol- makta devam ettiğini söylediler. İsrailden Prof.

Ni

312 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATİ ÜZERİNE

Goldmann ise bu hususta çok ileri giderek tebliğ sahiplerini Sovyet kaynaklarının tesirine kapılmış olmakla itham etti. Münakaşaya katılan diğerleri ise, ezcümle Ukraynalı Prof. Fedenko ve Prof. Yurçen- ko bu siyasette Rus emperyalizmi ve Cihanda Ko- münist hâkimiyetini tahakkuk ettirmek idelerinin, Sovyetlerin 41 senelik tarihinde olduğu gibi bugün dahi baş başa gitmekte ve biri diğerini tamamlıya- rak müessir olmakta devam ettiklerini, değişen zi- mamdarlar arasında bu iki umdeden o birine ve di- gerine temayül edenlerin bulunmasından umumi vaziyetin hiç değişmediğini ileri sürdüler, Ben de ayni fikirleri daha 1928 de Mısırda basılan «Türkis- tan tarihi» kitabında müdafaa etmiş olmam itibariy- le, her zaman için muteber olması gereken bu esa-

sın Türk ve İran siyasi çevrelerince çok erken an-

laşılmış olduğunu, Mareşal Fevzi Çakmak ve Mu- hammed Furugi Han tarafından söylenmiş sözleri naklederek izah ettim. Komünist partinin tarihi ile meşgul olan Prof. Avtorhanov bu parti liderleri bil- hassa Lenin ve Stalin tarafından partinin burjuva iktidarı ve şahsiyetleri ile yaptıkları mukavelelerin su üzerine yazılmış şeyler olduğuna ve hiç bir bey- nelmilel ahlâk tanımadıklarına dair sözlerini eser- lerinden geniş nakillerde bulunarak ortaya koydu; Dr. Vraga ise Enstitü «Bulletin'lerinde ingilizcesi neşrolunan tebliğinde ezcümle dünyanın her tarafın- da Sovyet parası ile teşkilâtlandırılan «sulh birlik- leri» nin genişliği ve onlara sarf olunan paralar hak- kında rakkamlar verdi. Ona göre 1950 de kurulan «Cihan Sulh Şürası'nın 71 memlekette şubeleri var-

dır ve bu güne kadar 30 kadar milletler arası kong-

re tertip etmişlerdir; 1945 de kurulan «Milletler- arası demokrat kadın federasyonunun 80 memleket-

TÜRKLÜĞÜN , MUKADDERATI ÜZERİNE 313

te şubeleri olup 200 milyon âzâya mâliktir; yine 1945 te kurulmuş olan «Cihan demokrat gençlik fe- derasyonunun 97 memlekette 90 milyon âzası var- dır; 1946 da kurulan «Beynelmilel Üniversite tale- beleri Birliği» nin 53 memlekette şubeleri olup üç buçuk milyon âzâsı vardır; ayni senede kurulmuş olan «Cihan amele esnaf teşkilâtı federasyonunun 92 milyon üyesi vardır, v.s.».

Bütün bu teşkilâtlar «demokrasi» maskesi al- tında Komünist Partisi için çalıştırılan ve birçok di- ger «dost» teşkilât ve zümrelere dayanan cihan in- kılâbı gayesinin mesnetleridir. Bu iki tebliğ dola- yısiyle konuşanlar Sovyetlerin hür memleketlerde- ki parlimanlara, milletler arası konferans ve kong- relere ancak fesat niyetiyle karıştıklarını belirttiler. Enstitü Müdürü Prof, Mertzalov bu münakaşaların neticesini şu şekilde hülâsa etmiştir :

Ii Sovyet hükümetinin esas gayesi bugün es- kide olduğundan daha çok cihanda Komünizmin idare ve hâkimiyetini tesis etmektir. 2 Harici si- yasette Sovyetlerin mukavelelerine hiç güvenilmez. 3 İktisadi, askeri meseleler esas umdenin tefer- ruatından ibarettir. 4 Cihan kongrelerine iştirak- leri zirve konuşmaları ancak vaziyeti (karıştırmak gayesini matuftur. 5 Sovyet siyasetinin tezahür- lerini murakabe eylemekte ve öğrenmekte tarafsız hareket etmek ve Sovyet kaynaklarının verdikleri malümatı diğer kaynaklardan gelen malümatla kontrol işinde daha itinalı olmak yerinde bir iştir.

«Sovyet harici siyasetinde askeri omülâhazalar ve teknik» mevzuunu ele alan Miralay Galay ve «Sovyet dış siyasetinde» iktisadi âmillere dair ko- nuşan Prof. Golovinski ve bunu tamamlıyarak teb- liğ yapan hür Çekoslovak âlimi mühendis Milos Va-

KN

314 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

nek bundan evvelki kongrelerde de ayni mevzular üzerinde konuşan ve her defasında sahalarına ait yenilikleri anlatan şahsiyetler olduğundan tebliğleri

Türk matbuatında tercüme edilerek neşredilmeye değer,

V. tebliğ olarak «Sovyet dış siyaseti üzerinde Kızıl Rus ve Kızıl Çin münasebetlerinin tesirinden bahseden Alman âlimi Dr. Redlich, Mao - Se - Tung” un daha geçen 1958 senesinde Moskova Üniversite- sinde söylediği nutkunda dünya ihtilâlinde Mosko- va'nın ve Rus Komünist Partisinin rehberliğinin za- Turi olduğunu ehemmiyetle tebarüz ettirdiği. halde şimdi bu prensibe ancak şarta bağlı olmak üzere, yani Çin milli menafiine aykırı olmamak şartiyle sadık kaldıklarını, Mao - Se - Tung'un bir Tito olaca- ğına dair tasavvurların tamamiyle hayal mahsulü olduğunu, Çinlilerin Ruslara nisbeten daha konse- kant komünist olduklarını, fakat milliyet esasının Ruslardaki gibi ifrata götürüldüğünü, Ruslarla sınır- daş ülkelerde bilhassa Şarki Türkistan ve Moğolis- tan'da iskan ve tehcir siyasetini gün geçtikçe artan bir ihtimamla tatbik ettiklerini anlattı. OHatibin ehemmiyetle kaydettiği nokta: Kızıl Çin'in Mısır'- da yaşıyan sözde Cezayir milli hükümetini yani Fer- hat Abbas komitesini hakiki Cezayir hükümeti diye tanıyarak bu zümrenin Pekin'e gelen mümessillerini resmi elçi ve askeri mümessil olarak kabul etmesini ve Fransa aleyhine mücadele için bu hükümete 15 Haziran'a kadar 25 milyon dolar kıymetinde harp malzemesi ile ve nakden yardım etmiş olmasını ve Pekinden getirttikleri Cezayirli Araplara tayyareci» lik kursları açıp onlara uçaklar verip Cezayir kiyam

hareketlerini fiilen desteklemesini Kızıl Çin'in As-'

ya ve İslâm Âlemi üzerinde genişleyen alâkası ola-

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 315

rak tefsir etmesi olmuştur. Kızıl Çinin Tito revizyo- nizmine ve Moskova'nın Amerika ile zirve görüşme- lerine karşı güya vaziyet alıyormuş gibi görünmesi- ni de Çin Komünist Partisinin hergün artan istiklâli şeklinde izah etmiştir. Bazı zevat ve mütalâaları Garp demokrasisi için Rus Sovyet âlimi, Rus ve As- ya komünizminin hakiki vaziyeti ve plânları hak- kında doğru fikir edinmenin hâlâ dahi ne kadar güç olduğunun bâriz bir delili olarak gösterdiler. İktisa- den ve askeri bakımından tamamiyle Rusya'ya bağ- olan Kızıl Çin zikri geçen hususlarda ancak Mos- kova'nın oyuncağıdır. (Resmi diplomatik, ticari ve saire münasebetlerde bulunduğu De Gaulle Fransa'- sına karşı Moskova Kızıl Çin'i maşa edinmektedir. Bu yolla Sovyetler Fransayı Nato meselesinde leh- lerinde tavizlere zorladıkları gibi Kızıl Çini Millet- ler Meclisine kabul ettirmek hususunda da Cezayir de gösterdikleri yumruklariyle Fransa'nın desteğini bir gün elde edeceklerini ummaktadırlar. Kızıl Rus ve Kızıl Çin Hind denizine inmek güney - doğu As- ya'yı beraber işgal etmek azmindedirler. Kızıl Çin- lileri Tibetin işgaline ve Hindistan sınırlarına teş- vik eden de yine Ruslardır. Her ikisi de Asya'da bi- rinciliği elde etmek gayesini takip ettiklerinden Ruslar, fazla gurura ve tuli emele kapılan Çinli yoldaşlarını Asyalılar nazarında gözden düşürmek fikriyle bu işe bugün hız vermiş olabilirler. Fakat ayni mevzuu Münih Enstitüsünün 1957 kongresinde büyük vukufla ele almış olan Amerikalı Rus mu- harriri D. Dallin'in «Kızıl Rus ve Çin'in müthiş çar- pışmalara müncer olması muhakkak. olan ve gün geçtikçe şiddetlenen rakabetinde kimin hissesinin daha mühim olduğu hususunda münakaşa etmek ve Hür Dünyanın bundan pek yakında istifade ede-

N

316 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

bileceği hayaline kapılmak yersiz ve tehlikelidir; bugün olduğu gibi yakın senelerde dahi Moskova rehberliği birinci plânda gelmektedir» ifadesi daha uzağı görerek söylenen temkinli sözlerdi. Dr. Red- lich'in Kızıl Çin'in Asya ve Afrika'daki «teşebbüs»- lerini Rusu kuşkulandıran fazla müstakil hareket- ler gibi tasvir eylemesi ötekisinin fikirlerine nisbe- ten naif intibamı vermş$tir.

Kongre de altıncı konferans Paris Müsteşrikle-

ri ve hariciyesi çevresinde yetişmiş. Mme Carrere d'Encausse tarafından «Asya ve Afrika kıtalarında Sovyetlerin siyasi problemleri» mevzuu üzerine ve- rilmiştir. Bizzat şark memleketlerinde ve Sovyet Orta asya Cumhuriyetlerinde seyahat eden bu Mme bir çok güzel müşahedeler onakletmekle beraber çoğunca Sovyet neşriyatının tesiri altında kalmak:

ta olduğunu bu tebliğiyle göstermiştir. Rusya İs- .

lâmlarınm mili hareketlerini toptan, Bolşevikler gibi «küçük burjuva milliyetçiliği» tesmiye etmesi polis hükümeti tedbirlerinin tecellisini rek, e kitlesinin işi gibi göstermesi göze çarpmakta idi.

i Konferans saati geldiğinde meçhul bir yere gi- dip kaybolduğundan zorla aranıp bulunan ve Kong- Te azalarını çok bekleten bu güzel ve genç Mma göre müslüman şark daha çok geridir, umumi çiliami siyasetini anlayan insanları daha yetiştirmemiştir. Yalnız Kazanlılardan bir Sultan Galiyev zuhur et- miştir ki şarkta komünizmi burjuva milli hareket- leriyle bağdaştırarak ve şark komünistlerine hare- ket serbestisi vererek komünizmi yaymak fikrini Sovyet büyüklerine telkin etmeye çalışmış, muvaf- fak olamamış 1937 de idam edilmiştir. Fakat Stalin öldükten ve XX. Parti Kongresinden sonra Rus Ko-

mii iri

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE © 317

münist Partisi Sultan Aliyev'in programına uygun yeni bir siyaset ve hattı hareket takibine başlamış imiş. Şimdi Suriye'de komünizmi tahakkuk ettirme hareketi yalnız komünistlere değil bunların milli ha- reket mümessilleriyle bağdaşmaları esasına ve tek- mil ameleye dayanıyormuş. Lenin ve Stalin komü- nizmle burjuva milliyetçiliğin ancak vakitli olarak işbirliği yapabileceğini otecviz etmişlerse de şimdi Kruşçef böyle bir işbirliğinin devamlı olması esası- kat'i olarak (1) kabul etmiş imiş. Buna rağmen Şarkda bilhassa İran'da, Mısır'da Sovyetlere nisbet- le bir hayal kırıklığı husule gelmiştir. Gerçi Mısır” da komünizm ancak nazari olarak bir ideoloji sıfa- tiyle reddedilmekte ise de, ameliyatta, Sovyetlerle dostane münasebetler devam etmekte ve Ruslar Şarklılara para vermektedir. Fakat bunlardan Sov- yetlerin büyük bir kazancı yoktur, bilâkis Sovyet siyasetinin Müslüman Şarkmda uğradığı müşkülât, Rusya dahilindeki müslüman cumhuriyetlerinde bir intibah husule getirmiş ve milli meselelere ve hak- lara dair talepler artmıştır. Evvelce aforoz edilmiş olan Şeyh Şamil ve müritleri artık İngiliz ve Türki- ye casusları değil, tekrar hürriyet ve istiklâl kahra- manı olarak tanınmaktadırlar. Azerbaycan'ın resmi dili olması hususunu Moskova'ya tanıtmıştır. Diğer taraftan müstakil müslüman devletleri oSovyetler- . den yardım aldıkları gibi bunu demokrasi alemin- den de alıyorlar. Yani Sovyetler 1956 da olduğu gi- bi yegâne yardım kaynağı olmaktan çıkmıştır. İş böyle olduğu halde Şarklıların bu müsbet vaziyet- ten lâyıkiyle istifade edebilecekleri şüphelidir. Mme DEncausse bunun sebeplerini şöyle izah ediyor: «Afrika'da Rus tehlikesi fiilen mevcut olmadığından Moskova'nın propagandası müessir olmakta devam

N

318 TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE

ediyor. Müslüman milletlerinin milli hareketlerinin işlenmesi ve hayatta intibak ettirilmiş ideolojileri yoktur, yahut pek zayıftır. Nasır'ın ( «Mem kampı yerini alan) kitabı da böyledir. Asyalı milliyetçile- rin kendi tecrübeleri olmadığından Sovyet tecrübe ve metodlarından istifade ediyorlar, halbuki bunlar bu tecrübe ve metodları memleketlerine komünist ideolojisinden tecrit ve temyiz ederek getirmeyi bilmiyorlar. Nasır, «ben komünistlerden ancak silâh alıyorum, ideoloji değil» diyor ama, Mısır ve Suri- ye'deki münevverler gün geçtikçe ideoloji bakımın- dan öteki tarafa meyl ediyorlar, Şark kavimlerinin aydınları ve halk kitleleri şimdiki vaziyetin değiş- mesini kati olarak istiyorlar. Sömürgecilik devrin- den ve gerilikten modern maddi medeniyet seviye- sine tek bir nesil içinde geçmek icap ediyor. Acaba bu istekleri tatmin etmek için gereken işleri Şark milli hareketleri başarabilecek midir? Sovyet müs- lüman cumhuriyetlerini ziyarete çağırılan Asyalı ve Afrikalı münevverlere orada büyük muvaffaki- yetler gösteriliyor. Buna bizzat Taşkent ve Semer- kant'ta şahit oldum. Bu muvaffakiyetler ancak ko- münizm sayesinde elde edilmiş kanaati verilmek is- teniyor, Kongrelere gelenler arasında bilhassa, Bey- nelmilel Demokrat Kadınlar oKongresine gelenler meyamnda heyecana kapılanları gördüm, Böyle bir heyecanın haklı olup olmadığını düşününceye kadar geç kalınmış olunuyor.»

Mme d'Encausse'in bu konferansı dolayısiyle yapılan münakaşalarda bu konferansın araştırma bakımından eksikleri gösterilmekle beraber ortaya atmış olduğu ve cevapsız bıraktığı sual ve şüpheleri ortadan kaldırabilecek bir kontra tebliğ yapılmamış olması, konuşmalara iştirâk edenlere ayrılmış olan

TÜRKLÜĞÜN MUKADDERATI ÜZERİNE 319

5 dakikanın büyük dâvâları izaha kâfi gelmemiş ol- ması bu kongrenin büyük bir eksiği olmuştur.

Amerikalıların dokuz seneden beri her yıl ter- tib etmekte oldukları bu konferanslar Sovyetler ve boyundurukları altında bulunan milletler ve Müslü- manlar meselelerini bizzat matbuatı takib ederek öğrenmek imkânına malik olmıyanlar, bilhassa bi- zim gibiler için çok faydalı olmaktadır. Muhtelif memleketlerde Sovyet tetkikatiyle meşgul olanlar- la şahsi temaslardan çok şeyler öğrenilebiliyor. Kon- ferans bittikten sonra Enstitünün sayısı 40 kadar o- lan ve yine muhtelif memleketlerde yaşıyan üyele- rinin konuşmaları daha enteresan faydalı oluyor. Bu konuşmalar bu sene 27-28 Temmuzda olmuştur. Burada Enstitünün muhtelif dillerdeki neşriyatı ile birlikte İslâm Âlemi için Arap dilinde neşretmekte olduğu «Macallat al - şu'un al . sovetiye» mecmua- sının büyük ehemmiyeti, fakat Doğu - Türkleri di- linde hiç bir neşriyat yapılmamasının büyük bir Kur sur olduğu ve ideoloji cephesinin zayıflığı ve Ensti- faaliyetinin diğer bazı kusurları tebarüz ettiril- miştir. Bir çok Garp âlimleri ile birlikte Türkler arasında Sovyet tetkiki ile uğraşan bazı zevat Ensti- tünün muhabir üyeliğine intihab olundular. Bundan sonra bu kongrenin ancak iki senede bir defa top lanacak olduğu ilgili Amerikan mehafili tarafından bildirilmiştir.

(Türk Yurdu 7. Ekim 1959)